NEYZEN
Şematik bir alan olarak da öngörülse ziyadesiyle sübjektif bir ruh ayarıdır müzik dinleme müzik zevki edinme ya da bir müzik türüyle kendini özdeşleştirme.Müzik sever olmak kibarlık uğramamış subjelerde şekilsiz bir adanma ,kendinden vazgeçme,boşluk ,kişilik kuraklığı sonucudur çokca.Aslında çoğumuzun geçirdiği dönemlerdir şekilsiz aldanmalarda kendimizden ıraklığımız.Gayretsiz temennilerin durağı boşluk anlarımız c,aşklarımız ,kederlerimiz hep bir tınıyla kendini hatırlatır geçmiş zaman olduğunda ,yaşanmış zaman.Filiz vermiş argo –alt kültürün bir zamanlar gettolardan doğmasının sebebi de belki de kendini ifade tarzını bulma telaşıydı.1980 darbesinden sonra yürürlüğe giren siyasetsizleştirme,mankafalar yaratalım eğitim-politiği biz varsıllarını doğurdu.Her ne kadar kendimi 80 kuşağı olarak görmekten hep kaçsam da mazime baktığım vakit beyinlerimize yerleştirilen,elimizi korkak alıştıran ,beyinlerimizi askıya alan vakitlerimiz epey var .Ve şöyle bir izlenimde var ben de burnumda bir ben gibi görmekten kaçamadığım;kuşağımızın müzik geçmişi de pek öyle aydınlık insanların tarzları değil;arabesk ve arabeskin yan kolları ,piyanist şantörler,dudak oynatıp bizi güldüren üçlüler,yine dönemin de icat edilmiş batı tarzı hafif Türk pop müziği,bize en kıymetli televizyon saatlerinde nefret ettirilen klasik müzik;bunların hepsi biz de bıraktığı derin bir boşluk müzik adına.
Sevdiğimiz müzikler ise hep geçmişten gelen muhalif yanlarını devam ettirebilen zorlu adamların adamlıklarından bize kalan adlar.Sabahları kalktığımız da mırıldandıklarımız;leylim ley,gönül,pencere önü çiçeği,acılara tutulmak,*malamın…Bunlardan bilirdik asıl tabiatımızın gereğini.Gelişimin bir diğer yönünden habersiz tarafı da öze dönüşün bir mutlak payda da kaçınılmaz bir varlığa ,obje anlamında statikliğe kapılmadan kendi doğasına varabilmesinde.Nice yasaklanmış albümleri gizli satış rekorları kırarken düzeni kırdığının farkında olaraktan biteviye sürgün yaşamları görmüş ozanlar da yine bizim kuşağın müziksel tarihinde bir unutulan nokta,ya da reklam ayarında belgesel tadında mazi oldu havasında ,Aşık Mahzuni Şerif doyamamışlığımız da.
Yağmurlu bir İstanbul kırkikindisinde ,bahara tekabül eder genelde;baharın da en bahar ayı nisanda ada çayı içip nargile tüttürdüğümüz geleneksel Salı tembelliğimiz de Beyazıdı hızlı adımlarla geçerken ivedi hareketlerle, geçmişten bir ses duyuverdim aslından hep gözümüzün önün de olan.Beyazıd çınar altında bir acaip adam ,nerdeyse benim kadar,saçı sakalı uzun ,tütün içmekten sararmış bıyıklarıyla sakalları arasında ki aralığa bir neyi yerleştirmiş hayatı anlatıyor.O çıkan nağmeleri epeyce dinledim.Tasavvuf diye kelimeleştirdiğimiz ruh aynası makamında çalıyordu neyi.Ada çayı gelince neyi çalmayı bir tarafa bırakıp ,söylenir gibi anlatmaya başladı.Ben yanında sentetik kalacağım korkusuyla uzaktan kulak misafiri arında dinliyordum.Yanındakilere ekmekten,emekten,geçenlerde tanıdığı bir tinerci çocuğun donarak öldüğünden bulutların yağmur sonrası sanki yıkanmış gibi renklerinin açıldığından oyda öyle değil yıkananın gözlerimiz olduğundan bahsediyordu.
Salı tembelliğimizin değişmezi olan neyzen bize aslında bir kuşağın toprağa gömülmüş naif insan taraflarını ortaya çıkarmada alet olan müziğin kirli notalarda ,sözlerde bir kıyım aracına dönüştüğünü anlatıyordu.Gerçi kendisi Neysen Tevfik’lerin arkadaşıydı onlarda ağır bir değişim sorunlu direnen çocuklarıydılar.
Ve biz direnen çocuklar haddimizi bilmeden bildir geçlerle anlattığımz kayıp kuşağın mağdurları.Artık sorguluyoruz sizin önümüze koyduğunuz tüm boşlukları…
*(şivan perwer’in bir şarkısı)
Ufuk ATAMAN