- 557 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Aidileştirme 11
Günümüzdeki kimi etnik yapılar Dünya üzerinde Afrika, Avustralya ve Okyanusya adaları gibi yerlerde Dünya’dan kopuk izole çevre şartlarda kalmış, teknoloji kullanımı şimdiye göre sıfır olan sosyal birliklerdirler. Bunların benzerleri de birçoklar da toplumlar içinde, aynı düzlemde olmasalar da, belli karakterleri taşıyarak sürüp gitmektedirler. Toplumlar içinde barışın tehdidi olan gerici birlikler olmaktadırlar.
Etnik yapılar kavmiyetçiliğin dışında bilinçli, çağdaş olmayan; ne anne ne baba oluşlarıyla, güncelliğin sorumluluğunu kavrayamayışlardır. Kimi anne baba sorumluluğunu ve Düya konjonktürünü yeni nesle aktarmaktan biçare olan neredeyse topluluklar düzeyindedirler. 10-20 çocuk yapabildiği için övünen adeta sosyal görevleri, kuluçka oluşla belirlenmiş gibi insanların köreltildiğ insanların ödevci olaraktan sömürüldüğü, sosyal, dini ve gizli totem salışımsı, yapılardırlar bu etnik yapılar.
Etnik yapılar, kendi halkçı sorunlarını topluma mal ederek toplumların olumsuz, ağır bir fren koşuludurlar. Siyaseten de emperyalizmin yumuşak karın kaşıma alanlarından bir tanesidir. Öznelci kısır siyasetler de bu konuda akıl almaz hataları yaparaktan, seçilmeleri kazanabilmeleri pahasına bu etnikçi feodal kalıntı durumu, hem korudular, hem de bu durumu hamaseten en olmaz durmada kaşıdılar!
Bu tür etnik ayrımcılıkların, olmayacak absürtlüklerin, hayal ve umudu içindedirler. Örneğin, bugünkü toplumun tüm aksaklık ve gelişmesi içinde olmaması gereken kimi kör bakışına rağmen; günümüz toplumları, eski dönemlerin hiç birisinde olamayacak denli, insan yaşamının kullanımına dek, derece derece, pek çok sağlayışlar kazandırmıştırlar. Söz gelimi, tarihinin geçmiş dönemleri, kendi insanlarına; bugünkü gibi yüksek değerde ekonomik kullanımlarını, kültürel kolaylıklarını; insanlarının can mal güvenliğine değin sağlayışlarını, tam da kazandıramamıştır.
Ve yine, etnik yapılar insanların geçim, sağlık, demokrasi, bilim gibi standart yaşama olgularını dahi asgariden sağlayamamışlardır. Ve yine insanların geleceğe değin kaygılarından kurtaran sigorta gibi güvencenin kaygısı veren koşullarına dek olumsuzlukların ortadan kaldırılmasını sağlayamamıştır. Asrı saadet dönemine değin dinsel etnikliğin öngörüsünü yüküm eden, hayalci, özlemci ve bilmezlikleriyle demokrasi ve fikri ifade etme özgürlüğü diyerekten; etnikçi, sosyal kültürcü, acze düşmektedirler.
Aslında gelişmenin mantığını bilir olmakla, eski ve yeni dönemin sağlayışlarını kıyaslamanın farkını bileceklerdir. Cehalet, Dünya’yı hep kendi algısı ve gördükleri gibi olduğu sanısını onlara taşıtır. Bu nedenle kendi dönem seyirleri içinde olması gerekenleri makul bir seyir olduğunu sanırlar. Oysa o zamanların gelişmişlik koşullarının, bugünkü koşullardaki var olan gelişmeleri asla ortaya koyamayacağı da, pek açıktır. Ne var ki gelişmenin kendi dönem ırası içindeki tüm güzel oluşmalar, daima kendisinden sonraki dönemlerin asgari sağlayışlarına göre, hep geri olacaktır. Ve hiçbir zaman eski bir dönem, kendisinden sonraki dönemlerin sağlayışlarını kapsayamayacağından ötürü de asla, özlemi duyulur etnikçi bir asrı saadet dönemi olamayacaktır.
Bunun adı, yeni olanı hıfz edip, sindirememektir. Ve duyguca geriye özlem duyan bir gericiliktir. Gelecekteki oluşmaların hiç birini sağlayamayacak olan her hangi bir eski döneme; toplumsal yaşayış olaraktan, özlem duyan gerici bilmezlikler, toplumu; asrı saadet gibi bir küt anlayışçı özlem içine doğru sürüklemektedirler. İşte bunun için bu tür kıyaslama verildi. Değilse bunca sağlayışlarına rağmen, günümüz dahi, geleceğe göre, özlemi duyulmaması gereken bir geçmiş olacaktır. Bunu (cahilliği) savunmak, demokrasi bile olamaz! Eğer bu bir demokrasi ise bilmezlik nedir?
Bir uygar toplumun yönetimi de; kendi toplumsal dokusu içindeki coğrafi yer adlarını ve kişi isimlerini değiştirecek denli körce etnik oluşla, başka halkçı dokularına değin etnik aidiyet bağlarını kaşıma zafiyet ve aczi yetini hiç göstermez olmalıdırlar. Çünkü bu türden acizci girişimeler için adama sorarlar; ’o yer ya da o kişi isimlerine değin baskıcı değiştirme ihtiyacınız, toplumsal olan hangi gelişmenize engel olan durumdur da, değiştirmek isteğini duydunuz?’ Bu konjonktürsel olan, yapıcı olmayan siyasetlerin toplumsal gelişmelerinin başarısını gösterememenin, salakça bir ırasıdır.
Temelde toplumları da eski etnikçi aidiyet bağı içinde tutmak demek, onları perişanlığı içinde tutmakla eş değerdir. Etnik aidiyetler hiç bir ilerleme ve gelişmeleri ortaya koyamaz. Bir etnik aidiyete bağlı yazar ve çizer, bilim adamı ve futbol insanı vs. hiç bir zaman etnik aidiyetin başarısı değildirler. Tam bir toplum başarısıdır. Toplumlara dek kültürü, eğitimi, üretim ve tüketimine ait demokratik işleyişleri ve işlemeyiş ihtiyaçlarının yarattığı karşılıklı etkimesi ile sağlanan bir toplumcu başarı ya da başarısızlıktır.
Yani toplumsal ilişkilenmeleriniz bir zorunlu etkileşim ürünü olaraktan ortaya çıkarlar. Toplum kültürü olmayan hiç bir yapı; bu düzeni ve düzlemleri asla sağlayamazlar. Bir toplumsal güç karşısında, hiçbir etnik, ırkçı, ulusçu yapı tutunamazdır. Her ırkçı, ulusçu, etnik yapılar toplumsal ilişkiyi ortaya koyabilirlerse de, karmaşık ilişkili toplumların seçme ayıklama ilkesinin üzerine oturduğı çok seçenekli sunum, bu ırkçı toplumsularda olmayacağı için; etnik, ırkcı, yapılar pek çok ilişki üzerine oturmuş toplumun yetenekliğine hiç çıkamaz. Bir Aborjin, bir Pigmeler topluluğu gibi etnik düzlemini aşamayanlar, sosyal aidiyete tutunur kalırlar. Çünkü her değişmeyi ve gelişmeyi bu sosyal aidiyetçi oluşlardan bir sapışın felaketi olaraktan, algılarlar!
Bu parantezleri açma gereği duydum. Aidiyetleşmeyi işlerken bazı okura belli bir aidiyet sanki saltık bir doğru sahiplenme imiş gibi gelebilir. Zaten bu türden anlamaların, çelişebilmesi için de, diğer çalışmalarımda tematik değinmelerle, bu nicelenmeleri belirtmelerin hep gayretinde oldum. Ama yazılarımı parçalı olan bir şekilde yayınlanınca, oralarda belirttiğim kimi değinmelerimi de buralarda da vermem gerekti.
Temelde insanın etkinliği, eylemlerini karmaşıklaştırmasıyla, yepyeni bir dizi üretim ilişkisine sokar. Bu ilişkileniş aidiyetleşme yapısıyla girişip, çatışarak düzenlileştirilecekti. Aidiyetleşen yapı içinde birbiri ile sürtüşen ve birbirini olgunlaştıran, etkileşme, çatışma süreçleri ortaya çıkmıştır. Yani, bir yanda yeniden aidiyetleşilirken, bir yandan da, insanın amaçlı etkinliği; kişiselleşir oldu. Özel aidiyetleşmeler (mesleki dayanışmalar) başladı.
Aidileştirme; dışlanmayan bir örnekliği ve bir kazanımın aynısını korumanın ve aynısını yineleyebilir olmanın rahatlık veren güvencesini, insanlarına hissettiriyordu. Oysa etkinleşen emek de, çeşitleşerek, bir örnekçi olan emekçi davranışlardan, kısmi kopmalarıyla başlatmıştı. Sözün gelişi sosyal birlikçi üretimin ortak paylaşımı yerine, kişiselleşen emekler kendi ürettiklerine de sahip çıkmaya başlayacaktı. Böylelikle insan; doğal yetenek ve farklı doğal eğilimlerini ortaya koyaraktan, daha bir özelleşmeye kayan, o güne değin hiç tanınmadıkları yepyeni bir durumun ve karmaşıklaşan emeklerini ortaya koydular.
İnsanlar, gerek eskinin, sınanmış olana değin kendi alışmalarının rahatlığından, gerekse; kişinin yeni gelişir olan etkinliğinin yol açacağı yeni sorunları birden kavrayamadı. Kişiler bu yeni etkinliği gösterememesinden ötürü bu yeni oluşlara, karşı oldular. Direnç koydular. Yeni olduğu için eski olanı sahiplenme duygusu daha da eğilimli olarak kuvvetlenmeye başladı. Ve tabii ki eski olana bağlı olmanın yararlarını ummaya başladılar. Aslına eskiye olacak bağlılıklar, yeniye olan; psisel ve acemice uyumsuzluk, tedbirsizlik, güvensizlik, kaygı ve anlayışsızlıklar gibi birçok bileşenlerden oluşurdu.
Sürecek
Bayram KAYA