48
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
3669
Okunma


Yıllar önce bir pazar akşamı, benim rahmetliyle beraber tarlaya gezmeye gitmiştik. Aylardan mayıs mıydı, yoksa haziran mı hatırlamıyorum. Galiba haziran başı, mayıs sonu gibiydi. Tek hatırladığım, yeni sürülmüş pamuk tarlasında bata çıka yürümeye çalışmamdı. Pamuk tarlasını geçip, erik tarlasına gelince, erikler bütün ihtişamıyla dallarını yere eğmiş, ‘hadi bizi topla!’ diye bağırıyorlardı sanki.
Bodur bir erik ağacına yaklaşırken, gövdesindeki çatal yerindeki karaltı hemen dikkatimi çekince, rahmetliye bağırmıştım ‘o karaltı da ne?’ derken biraz daha yaklaşıp yakından bakınca, ürkek bir arı oğuluyla karşılaşmıştım. ‘Aman Yarabbi’ diye çığlık atmak üzereyken, dudaklarımı kısıp, çığlığımı yutmuştum. Zavallı arıcıklar öyle korkmuşlardı ki, annesinin kucağından zorla alınan bebek gibi birbirlerine sarılıp ısınmaya çalışıyorlar gibi gelmişti bana. Hemen oracıkta kararımı verip, o zavallı arıcıkların annesi olmak istemiştim.
Eşime ‘bu arıları buradan nasıl alabiliriz? diye sorduğumda ‘bir uğraşmadığımız arı kalmıştı, onu da al, tamam olsun! Ben arı marı alamam!’ diye kestirip atınca, iş başa düşmüştü. Zavallı arıları orada bırakamazdım. Eve dönünce doğruca marangoz olan kardeşime gidip, bana bir arı kovanı çakmasını istemiştim. Kardeşim beni kırmayıp, kapatmış olduğu atölyesini yeniden açarak bana güzel bir kovan çakmıştı. Kovanımı alıp, sabırsızlıkla sabahın olmasını beklemeye başlamıştım. Sabah ezanı okunmadan kalkıp, kovanıma biraz su serptikten sonra biraz da şeker serpip rahmetliyi de kaldırarak, birlikte tarlaya doğru yola çıkmıştık. Aslında yalnızda gidebilirdim; ama ‘bu kadın keçileri kaçırmış’ demelerinden çekinmiştim biraz.
Tarlaya gelince, benim rahmetli arılara beşyüz metre ötede beni beklemişti. Arıların kendisini sokmasından korktuğu için ‘ne halin varsa gör!’ demişti üstelik bana. Ben kovanımın ağzını açıp, erik ağacının köküne dayayarak arıları almaya çalıştım. Çok kötü yerdeydi arılar. Bir dalın ucuna konmuş olsalardı işim çok daha kolay olacaktı. Dalı kesip alırdım; ama ağacın çatalına yerleşen arılar işimi oldukça zorlaştırmışlardı. Arıları elimle kovana kürümekten başka çarem yoktu, ben de öyle yaptım. Arıların bir kısmı ağaçta kalırken, bir kısmı ürküp havaya uçmuştu. Hatırı sayılır bir kısmı da elime yüzüme, koynuma dolup her yerimi sokmuşlardı. Hatta saçlarımın içine bile girip kafa derimi dahi sokmuşlardı. Ben yine de pes etmeyip alabildiğim kadar arıyı alıp kovana koymuştum. Üzerime yapışan arıları incitmeden silkeleyerek kovanı orada bırakıp eve gelmiştim. Çünkü havada uçan arılara kıyamamıştım. Ya yollarını bulamayıp da kaybolurlarsa?
Yıkanıp temizlenip işime gittiğimde, yüzüm ve vücudum, kızamık çıkarmış çocuklar gibiydi. Ne olduğunu soran arkadaşlarıma yaptığımı anlattığımda, ‘delisin sen!’ demişlerdi bana. Ben hiç birine aldırış etmeden akşamı heyecanla beklemeye başlamıştım. Akşam eve gelince, hemen yemeğimi yapıp çocuklarımı doyurunca, doğruca tarlaya gitmiştim. Arılarımın hepsi kovana girmişti. Yavaşça kovanın kapağını kapatıp, omzuma aldığım gibi eve gelmiştim. Avlunun kenarındaki erik ağacının dibine dikkatlice terleştirmiştim kovanı. ‘Oh be! Benim de arılarım var artık’ diyerek her akşam işten çıkınca evimin işimi yapıp, balkona oturarak dantelimi elime alır, arılarımı izlerdim. Beni öyle mutlu edip huzur veriyorlardı ki, bu duygu anlatılır gibi değil, yaşamak gerekir.
Arıcıklarımın, sapsarı çiçek tozlarına belenmiş, minik bacaklarındaki çiçek özlerini kovana taşımaları çok güzeldi. Onları seyretmeye doyamıyor, adeta onlarla dinleniyordum. Bir gün işten geldiğimde, arı kovanı yerinde yoktu. Şok geçirip kuvvetli bir çığlık attığımda, rahmetli ‘kovanı çatıya çıkardım’ deyince koşarak çatıya çıkmıştım. Birde ne göreyim; zavallı arılarımı aşağıdan beton, yukarıdan güneş iyice yakmıştı. Tepemin tası atmıştı o an. Arılarıma bu işkence reva değildi. Akşam olup hepsi kovana girince tekrar eski yerine getirip koymuştum.
Bal alma mevsimi geldiğinde, arıdan anlayan birine kovanı açtırmıştım. Benim sevimli arılarım, kovanı ağzına kadar balla doldurmuşlardı. Sevginin gücü bu olsa gerek diye düşünmüştüm; ama benim rahmetli, yine yapacağını yapmış, arılarımı çatıya çıkarmıştı. O çıkarıyor, ben indiriyorum derken, onun inadı kazanmış, arılar çatıda kalmışlardı. Artık her gün onları seyredemiyordum. Ara sıra çatıya çıkıp hasret gideriyorduk sadece. Bir gün yine çatıya çıktığımda, arılarımın yerinde yeller esiyordu. Kovan bomboştu, bir tek arı kalmamıştı. Oracığa yığılmıştım. Altıma bir tuğla çekip, gecenin karanlığına kadar boş kovanın başında ağlamıştım. Sanki birçok evladını kaybeden bir anne gibi hissetmiştim kendimi. İçinde birazcık hayvan sevgisi olmayan kişilerin beni anlamasını beklemiyorum. Bu anım ve arılarım aklıma geldiğinde, hep yüreğim sızlar. Hüzünlenirim.
Emine/Manisa/22/09/2010