Eylül'e İsyan
Bir Eylül sabahı hapsedilen fikirlerin ve onların ardına takılan hüzünlerin çocuklarıyız biz. Düşündüğü için ülkesini, her şeyden çok vatanını sevdiği için, geleceğini zincirlerden koparmak için, uğraşan bir neslin arda kalanlarıyız.
Bir Eylül sabahı başlayan karanlık günlerde, bir daha karartılmaktan korkan bir neslin çocuklarıyız. TRT’de gördüğü her rütbeli subayı, sabahın 03.59’unda gördüklerinden sanıp içi ürperen bir nesil…
Hani derler ya gelen gideni aratır diye… Galiba bu söz en çok onlar için geçerliydi; 5 adam, yüzleri pervasız bir hırsızınkinden farksız 5 acayip adam!.. Dillerinde ise binlerce “netekimle” süsledikleri bir “memleket kurtarma masalı…”
Bir gün öncesine kadar kurtarmayı ümit ettikleri vatanın zindanlarına doldurulmuş binlerce genç; daha ne olduğunu anlayamadan enselerinde patlayan tokatlar, vücutlarından ve kaslarından geçen elektrik akımları, kollarından bağlanarak asıldıkları “Filistin askıları” ile tanıştılar. Bu kurtarıcı “havariler” topluluğunun yöntemleri hem sertti hem de unutulması zor acılar bırakıyordu. Onlara göre hepsi suçluydu ve tek suçları vardı; vatanı çok sevmekten “vatan hainliği”. Onun gözünde biri vatanını Sovyetlere satıyordu, biri Amerika’ya diğeri ise en dibe batırmak için çabalıyordu. Onun gözünde hepsi birdi ve hepsi suçluydu.
Gelenler hep “biz geldik sizi anarşiden kurtardık” diyorlardı ardına saklandıkları namluların ucundan gülümseyerek, kimse sormuyordu en kesin çözüm yolu “bir sağdan bir soldan asmak” mı diye. Soranlara da zaten cevap hazırdı “Asmayıpta beslese miydik?”
Sonra dediler ki -Tandoğan gibi- artık biz getiririz size özgürlük ve demokrasi. Sandıklar kurdular, ardından, bileklerine ve zihinlerine kelepçe taktıkları yetmezmiş gibi, yaptıkları yavuz hırsız anayasasını desteklemekte fayda var diye, halka bir de tavsiyede bulundular… İtirazın adresi belliydi Ülkücüysen C4’e, Solcu isen Diyarbakır’a… “Netekim” itiraz edebilende olmadı pek, başında devlet görevlilerinin beklediği, şeffaf zarflarda oy kullanılan sandık başlarında.
Dediler ki bizim masalın sonu mutlu, alın işte size “istediğimiz” kadar özgürlük. Ve inandı zihinlerinde korkudan başka pek bir şey bırakılmayan halktan milyonlarcası, inandı ve inandığı gibi yaşamayı kurtuluş belledi.
Aslında o kadar korkuyorlardı ki bu memleketin öz evlatlarının tekrar kendine gelebileceğinden, garanti aradılar kendilerince ve “Milli Birlik Komitesi” üyeleri ilelebet yargılanamaz yazdılar “istedikleri” kadar özgürleştirdikleri “anayasalarına”.
Korkunun kol gezdiği yıllarda ilk fırsatta kurtulmayı deneyenlere, yeniden düşünmeye başlayanlara ket vurdular. Son zamanlarda dahi, sözde özgürlük getirdikleri anayasalarının eliyle gerçekleştirdikleri zulümlerinden kurtulmak için bir ışık yandığında, sisteme eklemledikleri bazı “vatanperver” “aydın” takımı ışığa hasret millete “siz ne anlarsınız” bu işten diyor “millet iradesine” bile gem vuruyordu. Bazıları özgürlüğe kalkan eller ile Eylülleri hazırlayan elleri karıştırıyor ve 9 sütuna manşet atarak “411 El Kaosa Kalktı” yazabiliyordu. Millet iradesinin tecellisi olan elleri kaosa sürükleyenlere bir grup genç bir araya geliyor sivillik namına, demokrasi dersi veriyor ama yılların kör ettiği “deli gömlekli” zihinler, namluların gölgesini sulh-u salah bilmeye devam ediyordu.
İşte tam bu noktada bu memleketin çocukları bir araya geliyor “istemezükçü” zihinlere bir tokat gibi sokaklarda “13 Eylül”ü bayram ilan etmeye hazırlanıyordu. Bir araya gelemez, bize karşı duramaz dedikleri bir araya geliyor kendilerine de “13 Eylül Gençlik Hareketi” adını veriyordu. Bazen darbenin kanlı izlerini silmek için mendil dağıtıyor bazen eşine dostuna Kara Eylülleri aydınlatmak için “kartpostal”lar gönderiyor, zihinlerine kazınan Eylülleri silmek için yepyeni hayaller, ümitler için aydınlığa koşuyordu.
Onlar ki bir partinin ardına saklanmayacak kadar cesur, geleceklerini günlük siyasete alet etmeyecek kadar mert insanlar… Onlar ki “12 Eylülleri” utanç içinde geçiren neslin, namlu gölgelerinde bastırılmış çocukları. Bir gaye uğruna, demokrasi uğruna adımlar atan bir gençlik…
Martin Luther King diyordu ya;
Bir hayalim var…
Bu gençler ki sadece “Zamanın ve Mekanın Sahibi” olma özlemi çeken beklenen nesil... “Evet’i Söken Evet”ler onlara yetmez gelecektir. Zira onların hayallerini kısa vadeye değil “Gelecek” kurmaya odaklamışlardı. Ve onlar “bir sağdan bir soldan asılacak” ve “Tam Demokratik Güçlü Türkiye”” inşa edilene kadar hiç durmadan, yorulmadan, bıkmadan, usanmadan koşacaklar, tuttukları elleri kendileriyle birlkte yüceltecekler. Yetmez dediklerine aldırılmayanlara bir cevap olarak “Yetmeyecekse biz varız” diyebilecek. Üstad Necip Fazıl’ın da belirttiği gibi
‘Kim var? ‘ diye seslenilince, sağına ve soluna bakmadan fert fert ‘ben varım! ‘ cevabını verici, her ferdi ‘benim olmadığım yerde kimse yoktur! ‘ fikrini besleyici bir dâva ahlâkına kaynak bir gençlik… Düstürundan aldığı ilhamla geleceğin banisi olma peşinde gözünü daldan budaktan sakınmadan hak bildiği yolda yürüme vaktinin geldiği bilen bir gençlik. Artık “postalların ve cübbelerin” ülkesi olmaktan kurtulma ışığı doğan ülkesini “emeğiyle”, “çabasıyla”, “sağıyla soluyla” aydınlık günlere hazırlama emeline sarılma vaktidir. Asıl yük, asıl iş bu günden sonra başlayacaktır. Ve asıl aydınlık bu günden sonradır…
Bir hayali gerçeğe kavuşturmaya azmedenlerden olduğunuz için, zihninizin en derinlerine yara açan anıları silip attığınız için, bunlar yetmez postalların ve cübbelerin gölgesinden uzaklaşmak için çalışmalıyız diyenlerden olduğunuz için, hepinize en kalbi duygularımla teşekkür ediyorum.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.