- 1181 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İSRAİLİN GÖZÜ GAP TOPRAKLARINDA
İsrail’in Gözü Gap’ta
"O gün Rab Abramla ahd edip dedi: Mısır ırmağından büyük ırmağa, FIRAT ırmağına kadar senin zürriyetine verdim." (Tekvin Bölümü, 15/18, 21)
İsrail’in Güneydoğu Anadolu’yu içine alan kutsal sınırları ve suya olan acil ihtiyacı, GAP ile yakından ilgilenmesine yol açmaktadır:
"İsrail, GAP konusunda Türkiye ile iş birliği yapmak istediğini, İsrail’in su kaynaklarından yoksun olduğunu, Türkiye’nin ise zengin su, toprak ve iş gücüne sahip bulunduğunu belirtti." (Şalom, 29 Ocak 1992)
"Gelecek sene Kudüs’te bulvarlar gül kokmayacak ve İsrail belki de çölü çiçeklendiren bir ülkenin gözalıcı görüntüsünden vazgeçmek zorunda kalacak. Eski kültürler ve Negev pamukları içinde olduğu gibi kutsal şehrin süslenmesi için çok suya ihtiyaç var, ama su yok." (L’Express, 16 Ağustos 1991)
"Şimon Peres: Nüfus artıyor. Suyu üretmek için imkan oluşturmazsak, bu kez su için savaşacağız." (Cumhuriyet, 12 Haziran 1991)
"İsrail Hayfa Üniversitesi’nden Prof. Armon Sofer 1990’da verdiği demeçte, Ortadoğu’da su kaynaklarının kullanımı yüzünden savaş çıkacak dedi." (Milliyet, 31 Ekim 1990)
Türkkaya Ataöv de İsrail’in Ortadoğu’daki su problemini ve bu problemi çözmek için ne gibi metodlar kullanabileceğini şöyle açıklamıştır:
"Ortadoğu’da bir su problemi var. Belki de bu cümle değiştirilmeli ve suyla ilgili ekonomik ve stratejik sorunlar var denmelidir... Bazı ülkelerde ’su güvenliği’ vardır. Türkiye ve bir miktar da İran’ın yeterli su fazlası var.
İsrail ve işgal altındaki topraklarda kişi başına düşen su miktarı gittikçe azalmaktadır. Libya ve Suudi Arabistan kendi yeraltı kaynaklarını kullanmaktadırlar. Suriye ve Irak ise gelecek için endişeli.
Su gerçekten petrol kadar önemli mi oluyor? Komşu ülkeler arasındaki rekabeti artırarak onları silahlı bir anlaşmazlığa mı yöneltiyor? Suyun giderek değerinin arttığı ve anlaşmazlıkların hızlandırıldığı doğrudur.
Bazı gruplar ve devletler, barajları, boru hatlarını, damıtma tesislerini ve dağıtım hatlarını sabote edebilir.
İsrail, bölgesindeki suyu kontrol altına almak istiyor. Ürdün nehrinden, Yarmuk ve Batı Şeria’daki kaynaklardan İsrail büyük miktarda su sağlıyor. Versay Barış Konferansı’nda 1919’da ileri sürülen Siyonist haritaya Litani Nehri dahildir. İsrail 1982’de Lübnan’a saldırısında bu nehri kontrol altına almak istemiştir.
İsrail, işgal altındaki topraklardaki Yahudilerin su ihtiyacını karşılıksız olarak sağlarken, Filistinlilerden en yüksek fiyatı istiyor. Aşağı yukarı tüm su anlaşmazlıkları politik kargaşalarla sonuçlanıyor.
Mısır, Nil’in normal su akışını isteyerek, şimdi İslami grupların desteğinde olan güney komşusu Sudan’la anlaşmazlığa düşüyor. Bu iki ülke 1959’da Ortadoğu’daki suyla ilgili tek anlaşmayı yaptı.
Türkiye’nin GAP’ı ise Kürt meselesiyle iç içedir. Dicle-Fırat sularının kullanımı projesiyle birçok amacı olan bir plan gerçekleşecek ve hidroelektrik gücü elde edilerek geniş alanlara sulama yapılacaktır." (Türkkaya Ataöv, Turkish Daily News, 19 Şubat 1993)
Ortadoğu su sorununda üç kilit ülke, Sudan-Etiyopya-Türkiye’dir. Etiyopya’nın İsrail güdümlü dış politikası, gözleri Türkiye ve Sudan üzerine çekmektedir. Bu durumda GAP da ayrı bir önem kazanmaktadır. Güneydoğu’da Kudüs merkezli manevralara çık sık rastlanmaktadır. Sudan’ın İsrail açısından sahip olduğu stratejik önem ise, bu ülkede yaşanan sorunların son bulmasını da engellemektedir. Su sorununun Ortadoğu’da bir savaşa yol açabileceği ihtimali ilk olarak 1986 yılında CIA’in Uluslararası Stratejik Araştırmalar Merkezi tarafından ortaya atılmıştır.
"Merkezi Washington’da bulunan Uluslararası Stratejik Araştırmalar Merkezi, 1986’da durup dururken, ’Ortadoğu’nun Su Sorunu’ başlıklı bir rapor yayınlar. Raporda bölgedeki kuraklığın artacağı, nehir debilerinin azalacağı, günlük hayatta suyun petrolden daha değerli olacağı gibi araştırma sonuçlarına yer verilir ve bir de kehanette bulunulur: ... Nil, Ürdün ve Fırat... Ortadoğu’da, gelecekteki bir savaş, mutlaka bu üç nehrin sularının paylaşılmasından çıkacak..." (Tempo, 10-16 Haziran 1990)
Ortadoğu’da patlak veren su krizinin kilit ülkesi ise İsrail’dir. İsrail’in şu andaki su ihtiyacının büyük bir bölümü Taberiye Gölü’nden karşılanmaktadır. Oysa Taberiye Gölü’ne akan Litani Nehri Lübnan üzerinden gelmektedir ve kontrolü İsrail’in sınırları dışındadır. İsrail’in Güney Lübnan’ı işgal etmesi ile bu sorun bir süreliğine ortadan kaldırılmıştır. Bu da İsrail’in su uğruna savaşmaktan kaçınmayacağını göstermektedir.
İsrail’e sürekli Yahudi göçü devam ettiği ve yeni gelenler için her gün daha fazla yerleşim alanları açıldığı göz önünde bulundurulursa, gelecekteki İsrail Devleti’nin nüfusuna yetecek kadar su kaynağı Ortadoğu’da bulunmamaktadır. İhtiyaç duyulan suyun GAP’tan sağlanmasıyla, planlanan ’Büyük İsrail’ projesinin kurak topraklarda değil ’Barış Suyu’ projeleriyle verimli topraklarda gerçekleşmesine çalışılmaktadır.
Barış Suyu projesiyle Fırat’ın suyunun Suriye üzerinden önce Ürdün’e daha sonra İsrail’e aktarılması planlanmaktadır. İsrail’e gereken suyun gönderilmesi için bütün bu planlar yürütülürken, İsrail’in sessiz bir politika izlemesi de dikkat çekicidir. Tarihte ne zaman İsrail’in büyük, fakat kamuoyuna hissettirilmemesi gereken bir menfaati olsa, İsrail sessiz bir politika izler: Gelişmeler hakkında doğrudan yorumda bulunmak yerine, kendi fikirlerini kontrolü altında olan ağızlardan söyleterek, arka planda kalmayı tercih eder.
Su konusunda, kamuoyunun dikkatinin zaman zaman piyon olarak kullanılan Suriye’ye çevrilmesi de söz konusu bu metodun bir parçasıdır. Bir dönem çok gündemde olan Suriye-Türkiye arasında yaşanabilecek potansiyel savaş senaryoları sonucunda, ’Barış Suyu’nu devreye sokabilmek ve ’Barış için Suriye’ye su’ mesajı altında İsrail’e gereken suyu sağlamak hedeflenmiştir.
İsrailli liderlerin su sorununa bakış açısı da Ortadoğu’da su kavgasının merkezinin Tel-Aviv olduğunu gözler önüne sermektedir.
"İsrail Tarım Bakanı Rafael Eitan: Bölgede su, saatli bombadır." (Hürriyet, 14 Temmuz 1991)
Su sorunu hakkında bu denli ilginç görüşleri olan Eitan, bir dönem Mossad’ın askeri kanadı LAKAM’ın eski şefi olarak da görev yapmıştır. Bugün ise İsrail ordusu Genelkurmay Başkanı’dır.
"İsrail’in en ünlü casusu Rafael Eitan 1968’de İsrail İstihbarat Örgütü ’LAKAM’ın başındaydı." (Dangerous Liaison, Andrew and Leslie Cockburn, sf.85)
"İsrail Tarım Bakanı Rafael Eitan uyarıyor: ’Taberiye Gölü’ndeki su seviyesi hiçbir zaman bu kadar düşük olmamıştı. İsrail’in su rezervleri hayati tehlike altında." (Nature, Ağustos 1991)
"Su darlığı İsrail’i tehdit ediyor." (Şalom, 9 Ocak 1991)
Ve İsrail’in bu büyük su ihtiyacına paralel olarak bölgede savaş rüzgarları da sık sık esmektedir:
"İsrail Başbakanı İzak Rabin: Umarım ki su sorunu silahla çözülmez." (Sabah, 22 Aralık 1992)
"İsrail ve Ürdün su rezervlerini tekrar doldurabileceklerinden yüzde 15 kat fazla bir hızla tüketiyorlar. Ürdün’ün teklifi 350 milyon dolarlık birleşik bir barajı Yarmuk Nehri üzerinde kurmak. İsrail ve Ürdün BM’nin aracılığını yaptığı gizli görüşmeler yapıyorlar. İsrail’deki her yerleşim yeri günde 280 lt, yani Filistin’dekinin 4 katı su harcıyor. İsrail, Lübnan’la Litani Irmağı’nın suyunun alınmasıyla ilgili antlaşma yapmaya çalışıyor. Amman’daki Batılı bir diplomat ’Su İsrail’in elinde silah gibidir ve çözülemeyecek bir problem olur’ diyor." (Newsweek, 12 Şubat 1990)
Geçtiğimiz yıllarda İsrail’in Batı Şeria ve Gazze’deki suyun %60’ını elinde tuttuğu bildirilerek, Sovyet Yahudilerinin göçü ile İsrail’in su ihtiyacının daha da artacağı belirtildi... Washington Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü araştırmacılarından, Joyce R. Starr ve Daniel C. Stoll "Ortadoğu’daki Su Kaynakları Konusunda ABD Dış Politikası" adlı araştırmalarında, Ortadoğu’da gelecekte muhtemel bir savaşın petrol yüzünden değil de su yüzünden çıkacağını belirtmişlerdir:
"İsrail’in Batı Şeria ve Güney Lübnan’ı işgal etmesinin en önemli nedenlerinden biri de buraların zengin su kaynaklarına sahip olmaları. Golan Tepeleri dağlık, yağışlı ve münbit bölgeler. Buraları gözden çıkaramıyor. Ayrıca İsrail Taberiye Gölü’nün Suriye’ye ait bölümünü de işgal etmiş durumda, bütün gölü kullanıyor. Çünkü denizden su arıtma çok masraflı bir işlem. Bu İsrail’in enflasyonunu bile etkiliyor...
Su gücü dostluk kazanmak ve birlikte ticaret için kullanılabilir. Fakat aynı zamanda bir nükleer güce de benzer ki, bir kere sizin buna sahip olduğunuz insanlar tarafından bilinirse, bu onlarda büyük bir saygı uyandırır. Türkiye’nin su zengini bölgesi Güneydoğu. Güneydoğu’daki olaylar daha genişlerse komşuluk ilişkileri açısından daha da önemli olacak." (Economist, 14 Aralık 1991)
"Kızgın su kavgaları Ortadoğu için yeni bir şey değildi. Bundan evvelki birçok savaş bu üç büyük nehirle ilgiliydi: NİL, DİCLE, FIRAT." (Newsweek, 12 Şubat 1990)
"Kaynaklar durmaksızın artan ihtiyaçlar yanında sınırlılar. Aynı ritimle insanların sayısı da artmaktadır. Su, devletler arasında baskı kaynağı olmuştur ki, bu daha çok Orta ve Yakın Doğu’da geçerlidir. Fırat, Dicle, Nil; yarın belki de bu ırmakların kontrolü için savaşılacaktır." (L’Expansion, 4-17 Temmuz 1991)
"Batılı kaynaklar, Ortadoğu’da petrolden daha değerli hale gelmeye başlayan suyun, 2000’li yıllara doğru stratejik bir önem kazanarak bölgede savaş rüzgarları estirebileceğini belirtiyorlar." (Cumhuriyet, 23 Temmuz 1992)
Su Sorunu’nun Ortasındaki Ülke:
Türkiye
"Los Angeles Times: Su sorununda Türkiye anahtar." (Hürriyet, 30 Ocak 1992)
"İngiliz Dış İşleri Bakanlığınca hazırlanan ’Ortadoğu’da Su Sorunları’ adlı raporda İsrail Hükümeti’nin geçen yıl Türkiye’ye, Ortadoğu’da savaş su yüzünden çıkabilir mesajını gönderdiğine dikkat çekiliyor." (Cumhuriyet, 23 Temmuz 1992)
"Türkiye’den İsrail’e Su." (Günaydın, 9 Mayıs 1990)
"Middle East dergisi, Türkiye’nin İsrail’e bir Kıbrıs firması aracılığıyla su satacağını belirtti. Middle East, Türkiye’nin İsrail’e suyu yüzer rezervuarlar aracılığıyla satacağını ve bu amaçla Hayfa Limanı’nda özel terminaller yapıldığını belirtti. İsrail Su İşleri Genel Müdürü Tzamach Yishaide bunu doğruladı." (L’Express, 16 Ağustos 1991)
"BM Genel Sekreteri Butros Gali, Financial Times’a verdiği demecinde bölgede bundan sonra çıkacak savaşın siyasi değil, su meselesinden çıkacağını söylüyor." (Milliyet, 30 Ocak 1992)
İsrail’in Hedeflediği Sınırlar:
Nil’den Fırat’a Kadar...
TEVRAT: "O gün Rab Abramla ahdedip dedi: Mısır ırmağından büyük ırmağa, Fırat ırmağına kadar, bu diyarı senin zürriyetine verdim." (Tekvin Bölümü, 15/18)
İsrail’in ilk Başbakanı Ben Gurion: "Yahudi halkının, gençlerimizin ve yetişkinlerimizin yerine getirmesi gereken bir başka haritası vardır: NİL’DEN FIRAT’A KADAR."
Siyonist lider Theodor Herzl: "Sınırlarımız kuzeyde Kapadokya (Orta Anadolu)’daki dağlara, güneyde de Süveyş Kanalı’na kadar dayanıyor."
Bu bilgiler bizlere bir kez daha İsrail’in "kutsal" olarak gördüğü toprakları ele geçirme idealinden kolay kolay vazgeçemeyeceğini göstermektedir. Bu sınırlar üzerinde İsrail yıllardır büyük oyunlar oynamaktadır. Oyunun bir ayağı Fırat’ta, bir ayağı ise Nil’dedir. İlk önce Nil üzerindeki planları inceleyelim. Bunun için Nil’in doğduğu ülkeyi, Afrika’nın en büyük İsrail üssü olan Etiyopya’yı öncelikli olarak incelemek faydalı olacaktır
Nil Üzerine Etiyopya Merkezli Planlar
Etiyopya, İsrail ile son derece yakın ilişkiler içinde olan bir ülkedir:
"İsrail Etiyopya’yla ilk olarak 1956’da ilişki kurdu. 1956 Süveyş Savaşı’ndan sonra İsrailli temsilciler Haile Selasi ve arkadaşlarıyla görüşmek için Etiyopya’ya gitti." (The Israeli Connection, Benjamin, Beit Hallahmi, sf.39)
"Ben Gurion, Eisenhower ile yazışmaları sırasında Etiyopya’nın kendileri için önemli olduğuna çok değinmiştir. Mossad’ın Afrika şubesi Incoda, Etiyopya’da çok faaldir ve Etiyopya’da büyük bir İsrail kontrolü var." (Dangerous Liaisons, Andrew & Leslie Cockburn, sf.108)
"Etiyopya Ortadoğu ve Afrika’daki gizli aktiviteler için uygun bir istasyondur. ’Incoda’ İsrail’e ait Etiyopya etlerini pazarlayan bir şirket. Bu şirket 1955-64 arası mükemmel bir istihbarat görevi yaptı. Şirketin yöneticilerinden biri şöyle diyor; ’Incoda, Afrika’daki İsrail istihbaratının istasyonu görevini görüyordu. Paravan Incoda şirketi askeri bir komisyonun Etiyopya’yla bağlantılarına aracılık ediyordu. Mossad yetkilileri, Arap ülkelerine birini gönderecekleri zaman bu şirket aracılığıyla gönderiyorlardı. 1970’li yıllarda Etiyopya’da görev yapan bir İsrailli uzman şöyle diyordu: ’Büyükelçi ülkeyi bizim yönettiğimize dair bizi cesaretlendiriyordu. İsrail, Etiyopya hükümetine birçok alanda yardımcı oldu, özellikle de milli güvenlik konusunda.’
İsrail, milli güvenliği korumayı çok gizli bir polis grubunu eğitmekle yapıyordu. General Matit yahu Peled’e göre (Addis Ababa’daki gizli polisin İsrailli danışmanı), İsrail Haile Selasi’yi üç kere devrim karşısında korumuştu. Haile Selasi’nin devrilişinden sonra da İsrail ve Etiyopya arasındaki ilişki devam etti. Bu dönemde İsrail’le bağlantıyı Albay Mengistu Haile Mariam kuruyordu." (The Israeli Connection, Benjamin Beit-Hallahmi, sf.52)
"Addis-Ababa Belediye Sarayı, İsrailliler tarafından yaptırılmış. Etiyopya askerlerinin malzemesini İsrail sağlamış. Etiyopya polisinin üniforması İsrail polisininkinin bir kopyası. Resmi olarak hiçbir zaman açıklanmayan İsrail ve Etiyopya arasındaki anlaşma, üç on sene kadar etkisini sürdürdü. Afrika’ya bağlantı yeri olarak İsrail’in en güçlü üssü Etiyopya’ydı. Lider Necaşi ülkesini İsrailli teknisyenlere, doktorlara, tüccarlara ve tarımcılara açtı... İsrail polis memurları Etiyopya polisini yetiştirdiler. Haile Selasi, İsrail’den ordusunu düzenlemesini istedi. Ben Gurion bu isteği kabul etti... Sivil savaşın kızıştığı anlarda Etiyopya’da Mengistu Haile Maryam, Kudüs’ten yardım isteğini yineledi." (Liberation, 8 Ağustos 1992)
"İsrail İşçi Partisi’ne ait paravan Raynolds Construction şirketi tarafından Etiyopya’da 5 tane havaalanı kuruluyor, İsrail uçaklarının bir savaş anında yararlanması için..." (Dangerous Liaison, Andrew & Leslie Cockburn, sf.101)
Ama bu ilişkiler, Etiyopya için pek iyi sonuçlar getirmedi:
"Etiyopya bir zamanlar Afrika’nın en bereketli yeriydi. Ancak 20. yüzyılda kendini sefaletin içinde buldu. Nil Nehri, kenarındaki verimli topraklara rağmen karnını doyuramıyor. Eğer yönetimlerin silaha yatırdığı paralar, kalkınma için kullanılsa bugün açlık çekilmez ve tarlalar da tank mezarlığına dönmezdi. Normal şartlarda tarım ürünlerinden bir yılda elde edilen gelir tüm halkın geçimini temin etmeye yeterli olacak düzeyde. 350 bin kişiden oluşan ve Afrika’nın en kalabalık ordusu olarak bilinen Etiyopya ordusunun yıllık tüketimi tam 60 bin ton. Ordunun bu yüksek maliyetli tüketimini karşılamak ise çok zor." (Sabah-Star Eki, 16 Ağustos 1992)
İşte Etiyopya böyle bir ülkedir. Bazı kaynaklar tarafından İsrail’in Afrika temsilcisi olarak kabul edilmektedir. Etiyopya’nın su ve kutsal sınırlar konusunda oynadığı rol ise, İsrail’in ilk yıllarında hazırlanıp uygulamaya konan "Ben Gurion Planı"na dayanmaktadır:
"1940’lı yıllarda Ben Gurion Büyük İsrail Planı’nı hazırlıyor. Bu planda, Türkiye’deki kaynakların kontrolü ile kuzeyden, İsrail’in güneyden, başta Etiyopya olmak üzere bazı Afrika ülkelerinin de güneybatıdan bastırması ile Ortadoğu’daki su ve petrolün kontrol altında tutulması planlanmış." (Tempo, 10-16 Haziran 1990)
Bu plana göre Etiyopya, İsrail’in Ortadoğu’daki suyu kontrol altına almak için hazırladığı senaryonun güneybatı ayağını oluşturmaktadır. Etiyopya’nın suyu, yani Nil’i kontrol etmesi, aslında İsrail’in Nil’i kontrol etmesi anlamına gelmektedir:
"Etiyopya-İsrail ilişkileri İsrail’in su politikasının ayrılmaz bir parçası niteliğinde. Mısır’ın da Nil Nehri ile bir problemi var. Ülke her bakımdan Nil’e bağlı. Son raporlara göre Nil’in bir kolu olan Mavi Nil’in kullanımı için, İsrail ve Etiyopya ortak çalışıyorlardı. Eğer Etiyopya Mavi Nil’den musluk açarsa, Mısır kendi suyunu kaybedebilirdi. ’Mısır eğer gerekirse Nil’i korumak için savaşır’ diyor bir coğrafyacı. Kıdemli bir Batılı diplomat ise ’Bu konuda şüphe yoktur’ diyor." (Newsweek, 12 Şubat 1990)
Etiyopya’daki baraj projesi, İsrail’in Nil’in suyunu istediği anda kesebileceğini ve Mısır’ı susuz bırakabileceğini göstermektedir Böyle bir gelişmenin Mısır açısından son derece tehlikeli olduğu ise açıkça ortadadır.
Tüm bunlar yaşanırken, Mısır’ın su ihtiyacının yüzde 98’ini karşılayan Nil Nehri havzasında bulunan bazı Afrika ülkelerinin, İsrail’in de yardımıyla baraj kurma teşebbüslerinin Kahire için bir savaş anlamına geleceği de ifade edildi. Görüldüğü gibi, Nil’in suyu meselesi tahmin edilenden çok daha büyük boyutlardadır. Nil on tane Afrika ülkesini ilgilendiren bir suya sahiptir. İsrail’in Etiyopyalı baraj yapımcılarına danışmanlık yapıyor olması, suyun İsrail dış politikasında önemli bir rol oynadığını gösteren bir başka göstergedir.
Dikkat çeken bir başka gerçek de, İsrail’in Tevrat’ta belirtilen kutsal sınırlarına ulaşmak için düzenlediği bu planın, yine Tevrat kökenli olmasıdır:
"Ve sular denizden kesilecek, ve ırmak kesilip kuruyacak. Ve ırmaklar kokacak ve Mısır’ın kanalları boşalıp kuruyacak, kamışla saz olacak. Nil’in yanında, Nil kenarında olan çayırlar ve Nil’in bütün ekilmiş tarlaları kuruyacak, toz olup dağılacak ve yok olacak. Ve balıkçılar ah edecekler ve Nil’e olta atanların hepsi yas tutacaklar ve suların yüzü üzerine ağ yayanlar dövünecekler. Ve Mısır’ın direkleri parçalanacak. Bütün ücretli işçilerin yürekleri kederli olacak. Orduların Rabbi Mısır için ne tasarladı?...Ve Mısır’da başın ya da kuyruğun, hurma dalının yahut sazın yapılabileceği bir iş kalmayacak. O gün Mısırlılar kadın gibi olacaklar; ve orduların Rabbinin, üzerlerine elini sallamasından titreyip yılacaklar. Ve Yahuda diyarı Mısır diyarı için bir dehşet olacak; ve onun adı kendisine anılan her adam, ordular Rabbinin ona karşı ettiği niyetten ötürü yılacak... O gün Mısır diyarının ortasında Rabbe bir mezbah ve onun sınırı yanında Rabbe dikili bir taş yapılacak." (İşaya Bölümü, 19/5-19)
"Ve sıkıntı denizden geçecek ve denizde dalgaları vuracak ve Nil’in bütün derin yerleri kuruyacak." (Zekerya Bölümü, 10/11)
Tahmin edileceği üzere, bu durumdan sonunda Etiyopya da nasibini alacaktır:
"Ve Mısır’ın üzerine kılıç gelecek ve Mısır’da vurulmuş olanlar yere düşünce Habeş ilinde (Etiyopya’da) sancı olacak ve onun cümhurunu alıp götürecekler ve Mısır’ın temelleri yıkılacak. Onlarla beraber Habeş ili, Put, ve Lud, ve bütün karışık kavm ve Kub, ve ahid diyarı oğulları kılıçla düşecekler. Rab şöyle diyor: Mısır’a destek olanlar da düşecekler; ve kuvvetinin gururu onları aşağılayacak; onun için de Sevene kulesinden öte düşecekler; Rab Yehova’nın sözü.
Ve viran olan memleketler arasında virane olacaklar. Ve Mısır’a ateş verdiğim zaman, bütün yardımcıları da bilecekler ki, Ben Rabbim. Kaygısız Habeşlilere (Etiyopya) korku salmak için, o gün önümden gemilerle ulaklar çıkacaklar; ve Mısır’ın gününde olduğu gibi onlarda da sancı olacak ; çünkü işte geliyor. Ve onunla beraber kavmi milletlerin korkunçları, memleketi harap etmek için içeri sokulacaklar. Ve Mısır’a karşı kılıçlarını çekecekler ve öldürülmüş olanlarla memleketi dolduracaklar. Ve ırmakları kurutacağım ve memleketi kötü adamlara satacağım ve yabancılar eli ile memleketi ve bütün içindekileri viran edeceğim. Ben Yehova, Ben söyledim." (Hezekiel Bölümü, 30/4-7, 11-12)
İsrail’in uygulamaya koyduğu "Nil’in suyunu kesme" projesinin Mısır’ı çok zor durumda bırakacağı ve hatta Etiyopya ile Sudan’ı da içine alabilecek kanlı bir savaşa neden olabileceği uzmanlar tarafından belirtilmektedir. Etiyopya’ya Nil’i kesme projesini uygulamaya koydurtan İsrailli danışmanlar, çalışmalarına son hızla devam etmektedirler. Ortadoğu’nun su yönünden en problemli ülkesi İsrail’in bu gelişmeler sonrasında suyu kontrol altına alma imkanı daha da artmaktadır.
Öte yandan İsrail, Türkiye’deki Güneydoğu Anadolu Projesi’nden rahatsızlığını Kürt kartını kullanış biçimiyle gözler önüne sermektedir.
Dünya Bankası GAP’a Kredi Vermiyor
"Dünya Bankası yetkilisi Cumhuriyet gazetesine verdiği demeçte, bankanın GAP ile ilgili hiçbir projeye kredi vermediğini belirtti." (Cumhuriyet, 23 Temmuz 1992)
Başta Dünya Bankası olmak üzere çeşitli uluslararası kurumların ve kimi ülkelerin GAP’a ısrarla karşı olmasının temel nedeni, Ortadoğu için en hassas konulardan biri olan ’suyun’ paylaşımıdır. İsrail için, GAP gibi bir projeye sahip Türkiye her bakımdan risklidir.
İsrail, GAP ve Kürt Sorunu
İsrail’in GAP’a duyduğu ilgi, projenin ilk günlerinden itibaren pek çok farklı kaynakta yer almış bir bilgidir. Bu ilgi, İsrail’in Türkiye’ye bu projede ortak çalışmayı teklif etmesinde olduğu gibi zaman zaman açıkça görülürken, kimi zaman da İsrail’in bölgede gerçekleştirdiği bazı gizli eylemlerde görülmektedir. Bu eylemlerin temelinde ise İsrail’in Siyonist ideolojisi yer almaktadır:
"Siyonizm sözcüğü Zion kökünden geliyor. Zion "Büyük İsrail" demek. Zion’un sınırları Akdeniz’den Kızıldeniz’e, İran Körfezi’nden Karadeniz’e uzanıyor. Ne gariptir, İsrail’in çizdiği haritada Türkiye’nin Kürt bölgeleri Zion sınırları içinde gösteriliyor." (2000’e Doğru, 22 Eylül 1991)
21 Aralık 1992 tarihli Sabah gazetesinde Sedat Sertoğlu, İsrail’in GAP hakkında neler düşündüğünü endişeli bir ifadeyle dile getirmişti:
"Türkiye ile İsrail arasında, orta ve uzun vaadede bölge sularının kullanımı konusunda bir anlaşmazlık çıkabileceğini sezinledim. Rabin başkanlığındaki İsrail yönetiminin, suların paylaşımı konusuna Türkiye’den daha değişik yaklaşımı olacak. Bunun işaretlerini biraz dikkat edince hemen yakalayabiliyorsunuz. İsraillilerin Golan Tepeleri’ndeki su kaynaklarının Suriye ile birlikte kullanımı konusunda, Türkiye’nin Dicle ve Fırat sularının Suriye ve Irak arasında kullanımına dair değişik fikirleri var. Bu fikirler bizi pek memnun etmeyeceğe benziyor." (Sabah, 21 Aralık 1992)
Güneydoğu İçin Planlanan Siyonist Strateji
"Dünya Siyonist Örgütü’nün yayın organı Kivunim (Yönelimler) dergisinin Şubat 1982’deki 14. sayısında; 1980’lerde ’İsrail için Strateji ’başlıklı yazıda, Irak’ın Basra çevresinde güneyde bir Şii Bölgesi, kuzeyde Musul çevresinde bir Kürt Bölgesi ve ortada Bağdat çevresinde bir Sünni Bölgesi olarak üçe bölünmesi hedefleniyor." (Ortadoğu Çıkmazı, Cengiz Çandar, sf.37)
Dünya Siyonist Örgütü’nce 1982’de hazırlanan, Irak’ın üçe bölünmesi planı, bugün gerçekleşmiş durumdadır. Merakla beklenen ise, bundan sonra neler olacağıdır?
Bitmeyen İş Birliği: Mossad-Barzani
Kuzey Irak’taki Müslüman Kürt halkının tasfiye edilerek, Kürt devleti adı altında piyon bir devlet kurulma çalışmalarının temelleri 1970’li yıllara kadar uzanır. Mossad’ın Barzani’ye yardımı 1970’lerden beri belli aralıklarla hep devam etti. Mossad, Barzani’ye hem modern silah yardımında bulunuyor, hem de çeşitli teçhizatları sağlıyordu. Hatta dönemin Mossad Başkanı Meir Amit, Barzani yandaşlarına, dağlardaki kamplara kadar gelip yardım sözü vermişti. İsrail’in Barzani’ye 1970’lerde başlayan yardımı 5 Nisan 1975 tarihli Cumhuriyet gazetesinde şöyle anlatılmaktadır:
"Newsweek dergisine göre İsrail beş yıldan beri Kürtlere silah ve askeri malzeme yardımı yapmakta, bir yandan da askeri uzmanlar göndermekteydi."
Mossad-Barzani iş birliği günümüze kadar şöyle devam etmiştir:
"Mossad, 1973’te, Yom Kippur Savaşı’nda, Barzani’den Irak petrol kuyularını bombalamasını istedi. Barzani de bunu kabul etti." (Mossad ’Les Services Secrets Israeliens’, Dennis Eisenberg-Uni Dan-Eli Landau, sf. 269)
"Kuzey Irak’taki Kürtler, Mossad’dan ilk ve direk yardımı, İsrailli askerler Kürt Yahudisi gerillaları eğitirken alıyorlar. İsrail Kabine Başkanı Aryeh Eliav, Barzani yandaşları için arazi hastanesi kurdu." (Every Spy A Prince, Dan Raviv-Yossi Melman, sf.82)
Mossad’la Barzani yandaşları arasındaki bağlantı bir başka kaynakta da şu şekilde ifade edilmektedir:
"İsrail gizli servisleri Arap devletlerinin sınırlarında ve Arap dünyasındaki azınlıkların üzerinde heyecanlı, tehlikeli ve ciddi bir oyun oynuyor.
İsrailli Shai komandolarının bir bölümü Molla Mustafa Barzani’nin yanında yaşıyorlar. Zaten Barzani’nin komandolarına iletişim ağlarını kuran da onlar. Bu komandolar sabotaj ve katliamda bu ağları kullanıyorlar." (Les Murailles d’Israel, Larteguy, sf.92)
"Barzani yandaşlarına İsrailliler tarafından yardım edildiği artık kimse için bir sır değil. Onlardan sadece silah ve malzeme almıyorlar, aynı zamanda bilgi de alıyorlar." (Les Murailles d’Israel, Larteguy, sf.92)
Hulusi Turgut ise, "Barzani Dosyası" adlı kitabında Siyonistlerin Güneydoğu’da yürüttüğü Kürtleri kışkırtma hareketini şu şekilde anlatmaktadır:
"Irak’taki Barzani hareketine yardım eden Yahudiler, Türkiye’deki Kürtçülük hareketinde de tahrikçilik ve kışkırtıcılık yapmaktadırlar." (Barzani Dosyası, Hulusi Turgut, sf.126)
Aynı kitapta şu ilginç gerçeklere de yer verilmektedir:
"Nitekim, Paris’teki, Kürt İhtilaline Yardım Komitesi üyelerinden çoğunun Yahudi olması da dikkati çekiyordu. Hollanda’nın Amsterdam şehrinde kurulmuş olan Kürt Cemiyeti, Başkanı Silvio Van Roy başta olmak üzere büyük bir kısmı Yahudi olan üyelerden oluşuyordu." (Barzani Dosyası, Hulusi Turgut, sf.41-42)
İsrailli general Rafael Eitan’ın bir süre önce yayınlanan anıları, İsrail-Barzani iş birliğinin boyutlarını bütün çıplaklığıyla ortaya koyan bilgiler içermektedir:
"Anılarda yazıldığına göre, Rafael Eitan, Mustafa Barzani’nin talebi üzerine, 1969 yılında Kuzey Irak’a giderek ayaklanmayı yakından görmüş ve ayaklanmanın lideri Barzani ile mücadeleyi daha yaygın bir savaş haline dönüştürme konusunu görüşmüş. Eitan ziyaretinden sonra, İsrail Savunma Bakanlığı’na, Kürtlerin çok iyi savaşmakla beraber gelişmiş savaş araçları ve silahlarından mahrum olduklarını, kendilerine yardım edilmesi gerektiğini bildiren bir rapor yazdığını anlatıyor." (Terör ve Güneydoğu Sorunu, Fehmi Koru, sf.110)
İsrail’in Barzani güçlerine yardımı bu raporla başlamış:
"Eitan’ın anılarının yayınlanmasından sonra, İsrail basınında İsrail-Barzani ilişkileri konusunda başka bilgiler de çıkmaya başladı. Kahire’de yayınlanan haftalık Ruz el-Yusuf dergisinin 4 Eylül 1989 tarihli sayısından öğrendiğimize göre, Barzani de İsrail’i iki kere ziyaret etmiş. 1968 yılında gerçekleşen birinci ziyaretinde de, 1973 yılındaki ikincisinde de, Mustafa Barzani, 1950 ortalarında İsrail’e göç etmiş Kürt Musevisi David Gabay’ın evinde kalmış. İkinci ziyarette, yanında getirdiği altın kolyenin Moşe Dayan’ın eşi için yeterli bir hediye olup olmayacağını arkadaşına sormuş. Bu ifşaatlardan, Gobay ile Barzani’nin babalarının çok yakın olduğu ortaya çıkıyor." (Terör ve Güneydoğu Sorunu, Fehmi Koru, sf. 111)
"İsrail’in bölgeyle ilgili çok daha geniş kapsamlı planları var. Bugün Amerika’da Türkiye üzerine yayınlanan eserlerin ve gazete makalelerinin çoğu İsrailli veya Musevi asıllı Amerikalı yazarların imzasını taşıyor. Konuyu kurcalayan, PKK’yı bir kurtarıcı hareket gibi göstermeye çalışanlar hep onlar. Devletin zaaflarını, rejimin saplantılarını kullanarak, yarayı kangrene dönüştürecek tarzda kaşıyanın da İsrail olduğundan kuşku duyulmasın." (Terör ve Güneydoğu sorunu, Fehmi Koru, sf. 111)
Bizim korkumuz, insanlarımızdan bir bölümünün, ABD ve İsrail’in başka hesapları için kullanıldıktan ve bölücülük hisleri okşanarak meydana sürüldükten sonra, amaca ulaşılınca ortada bırakılmalarıdır. (Terör ve Güneydoğu Sorunu, Fehmi Koru, sf.112)
"Olaya biraz nüfuz edilirse, Doğu Anadolu’da karşı karşıya bulunulan sıkıntılara sebep olan sac ayağının üçüncü ve en güçlü ayağı da keşfedilecektir: İsrail." (Terör ve Güneydoğu Sorunu, Fehmi Koru, sf.148)
"Bu bir vehim mi? Sanmıyoruz. Daha önce de yazmıştık. 1975 yılına kadar Irak yönetimini zorlayan Barzani hareketinin arkasında İsrail’in olduğu yıllar sonra ortaya çıktı." (Terör ve Güneydoğu Sorunu, Fehmi Koru, sf.149)
"Ermeni terörü sanki farklı mıydı? Bugüne kadar üzerinde hiç durulmadığı için Ermeni terör örgütü ASALA ile İsrail İstihbaratı’nın (Mossad) ilişkisinden Türk kamuoyu fazla haberdar olamadı." (Terör ve Güneydoğu Sorunu, Fehmi Koru, sf.149)
"1975 öncesi, Irak yönetimini köşeye sıkıştıran Barzani İsyanı’nı destekleyen İsrail’di. Molla Mustafa Barzani, 1969-74 yılları arasında birkaç defa İsrail’e gitmiş, birkaç defa da İsrailli uzmanları Irak’da ağırlamıştı. Bu olaylarda da İsrail’in parmağı pekala olabilir." (Terör ve Güneydoğu Sorunu, Fehmi Koru, sf.167)
"Daha sonra Fransa’nın Ankara Büyükelçisi Yahudi Eric Rouleau da bölgeye Muş, Van ve Diyarbakır’daki mülteci kamplarını gezmeye gitmişti." (The Israeli Connection, Benjamin Beit- Hallahmi, sf.190)
"Bu bölgedeki karışıklıkların arkasında İsrail’in bulunduğu bilindiği halde, Amerika’dan çok İsrail’e bağlılığıyla tanınan bir kişi (Abromowitz) ABD tarafından Ankara’ya büyükelçi olarak gönderilip, beş-altı yıl Türkiye’de bulunmadı mı? Fransa ise Paris’te kurduğu Kürt Enstitüsü ile ısrarla aynı temayı işleyip duruyor. Türkiye’ye, her halde maharetini bu konuda göstermesi umularak, Yahudi asıllı istihbaratçı bir büyükelçi (Rouleau) atanmıştı." (The Israeli Connection, Benjamin Beit-Hallahmi, sf.193)
7 Ocak 1993 tarihli Cumhuriyet gazetesinde Uğur Mumcu, Mossad-Barzani bağlantısını şöyle anlatmaktadır:
"Ortadoğu’nun karanlık bir kuyu olduğu her gün biraz daha anlaşılıyor. Kanıtlanan son ilişki, Mossad-Barzani ilişkisidir. Mossad, İsrail Devleti’nin gizli istihbarat örgütüdür. Bu örgütün, Kürt Lideri Molla Mustafa Barzani ile ilişkileri olduğu söylense daha önce kim inanırdı? Barzani’nin CIA ile ilişkisi artık belgelendi. Kimse bu ilişkiye, ’Hayır olmadı’ diyemiyor. CIA-Barzani ilişkileri biliniyordu da Mossad-Barzani ilişkileri bilinmiyordu."
Mossad’ın Barzani ile ilişkileri, Londra ve Sidney’de yayınlanan "Israel’s Secret Wars - A History of Israel’s Intelligence Services" (İsrail’in Gizli Savaşı - İsrail İstihbarat Servislerinin Tarihi) adlı kitapta da sergilenmektedir. Kitap, İngiliz The Guardian gazetesinde 1984 yılından bu yana Tel-Aviv muhabirliğini yapan Ian Black ve Washington’daki Brooking Enstitüsü’nde çalışan öğretim üyesi Benny Morris tarafından yazılmıştır. Kitapta Mossad-Barzani ilişkileri, İsrail Dış İşleri Bakanlığı ve Mossad yazışmalarına dayanılarak açıklanmaktadır. Önsözde, kitabın yayından önce İsrail ordu yetkilileri tarafından da incelendiği belirtilmektedir.
Kitapta, 1967 Arap-İsrail Savaşı’ndan sonra, Mossad’ın Kürtlerle ilişki kurduğu anlatılmakta. Ayrıca Mısırlı ünlü gazeteci Hasan el Heykel’in 1971 yılında İsrailli subayların, Kürtler aracılığıyla Irak’tan radyo bağlantıları kurdukları da anlatılan bilgiler arasındadır.
Bu bilgilerin dışında, 1969 yılı Mart ayında Kerkük petrollerine yapılan saldırının da İsrail tarafından yapıldığı açıklanmaktadır. Mossad-Barzani ilişkilerinin İsrail’in Tahran’daki askeri ateşesi Yaakov Nimrodi (Mossad ajanı) aracılığı ile gerçekleştirildiği de bir başka önemli bilgidir. Nimrodi’nin üstlendiği görev de son derece ilginçtir; Nimrodi Sovyet silahlarının Barzani’nin eline geçmesinde rol oynamıştır. Kitapta Mossad’dan Kürtlere 50 bin dolar para verildiği, sağlam bilgi kaynaklarına dayanılarak açıklanmaktadır. Bu durumda önemli bir soru gündeme gelmektedir: 70’li yıllardaki bu ilişkiler bugün sürmekte midir? Kitapta ele alınan bilgilere göre bu sorunun cevabı, "evet"dir:
"Körfez Savaşı sırasında Irak’ın attığı Scud füzelerinin Tel-Aviv’e düşmesi üzerine bu ilişkiler yeniden başladı." (Israel’s Secret Wars - A History of Israel’s Intelligence Services, Benny Morris, sf.521)
Baba Molla Mustafa Barzani ile kurulan ilişkiler, şimdi de oğul Mesud Barzani ile devam etmektedir. Mossad, Barzani’ye Avrupa kahvelerinde çekler vererek bu desteği sürdürmektedir. Kitapta Mesut Barzani’nin, İsrail’e gizlice giderek yardım istediği de yazılıdır.
Bu ilişkiler sürmektedir ve görünen o dur ki, daha da devam edecektir... Gizli yollarla da açık yollarla da sürecektir...
İsrail’de Kürtlerin de yaşadığı bilgisi, "Berliner Institut" tarafından yayımlanan "Kurden im Exil" adlı kitapta Birgit Ammann’ın "Kurdiche Juden in Israil" başlıklı yazısında yer almaktadır. Uğur Mumcu ise konuyla ilgili şöyle yazmaktadır:
"Ortadoğu çok uluslu çıkarların şaşırtıcı ittifaklara yol açtığı kaygan bir ortamdır. Kürtler sömürgeciliğe karşı bağımsızlık savaşı yapıyorlarsa ne işi var Mossad’ın Kürtler arasında? Yoksa Mossad, anti-emperyalist savaş yapıyor da dünya bu savaşın farkında mı değil?" (Uğur Mumcu, Cumhuriyet, 7 Ocak 1993,)
Uğur Mumcu, Mossad-Barzani bağlantısını anlatan bu yazısından 17 gün sonra, fail-i meçhul bir patlama sonucunda hayatını kaybetti.
"Irak’taki ayaklanmaları yakından izleyen Ankara, Kürtlerin ve Şiilerin İsrail tarafından desteklendiklerini belirledi ve dikkatini Tel Aviv’deki gelişmelere de kaydırdı. Kuzey Irak’taki iç savaşın arkasında İsrail Gizli Örgütü Mossad’ın da parmağının bulunduğu, İsrail’in Kürt Devleti’ni desteklediği belirlendi. Edinilen bilgilere göre askeri istihbarat, İsrail’in Kürt Devleti’nin kurulmasını fiilen desteklediğini gösteren verileri hükümete sundu. İsrail’in, Kuzey Irak’ta bir Kürt Devleti kurulması konusuyla, Mossad kanalıyla öteden beri ilgilendiği belirtildi." (Tercüman, 12 Mart 1991)
Tüm bu bilgiler ışığında üzerinde durulması gereken önemli nokta ise şudur: Müslüman Kürt halkı, İsrailli provokatörlerin oyununa gelmemeli, Müslüman Kürt halkı bölücü değil, Müslüman kimliği altında birleştirici olmalıdır.
Murat Yetkin’in de belirttiği gibi "İsrail yıllardır bölge ülkelerini zayıf düşürmek amacıyla geleneksel Kürt hareketlerine destek vermektedir." (Ateş Hattında Aktif Politika, Murat Yetkin, sf.282)
"The Israeli Connection" kitabında da Mossad-Barzani bağlantısı şu şekilde anlatılmaktadır:
"Irak’taki Kürt direnişçiler her zaman İsrail’in ilgi alanı içerisindedir. Mossad’ın Kürtlere desteği 1958’de başladı. İsrailli askeri danışmanların, cephaneyi ve silahları kapsayan yardımı 1963’de başladı. Ağustos 1965’de Kürt subaylar için eğitim kampları oluşturuldu. Haziran 1966’da Levi Eshkol Kürt liderleriyle görüşmeler yaptı. 1967 Savaşı sonrası Kürtlere Sovyet yapımı silahlarla yardım edildi. Aylık yaklaşık 500.000 dolar da para yardımı yapıldı. Kürt lideri Mustafa Barzani önce Eylül 1967’de sonra Eylül 1973’de İsrail’i ziyaret etti." (The Israeli Connection, Benjamin Beit-Hallahmi, sf.19)
Barzaniler ve Yahudiler
Mossad’ın Barzani’yi tercih etmesinin elbette özel sebepleri vardır. Barzani ailesinin içinde geçmişte bazı Yahudiler ve hatta hahamlar yer almıştır:
"16. ve 17 yüzyıllarda Kürt hahamlar tarafından yazılmış olan çeşitli belgeler ve el yazması kitaplar, genel olarak Kürt Yahudilerin başta dinsel olmak üzere, sosyal ve ekonomik yaşantıları hakkında ayrıntılı bilgilerin yanı sıra Kürtlerle ilgili bazı dolaylı bilgiler de içermektedir. Bu dönemlerde kimi Yahudi toplulukları Kürtlerin genel yoksulluk tablosu içinde yer alırlarken, öte yandan özellikle ünlü Barzani Ailesi’nden gelen hahamlar bölgenin birçok yerinde dinsel çalışmalar ve eğitim için merkezler kurmuşlardı. Bu dini merkezler Mısır ve İsrail gibi uzak yerlerden bile öğrenci kabul ediyorlardı." (Kürdistanlı Yahudiler, Dr. A. Medyalı, sf. 53)
İsrail’in doğal müttefiği Barzani ailesinin bölgede uğradığı başarısızlıklardan sonra Kürt Yahudileri İsrail’e göç ettiler:
"Barzani önderliğindeki Güney Kürdistan Kürt hareketinin 1975 yılında yenilgiye uğramasının ardından, iktidardaki Baas diktatörlüğünün tüm ülkede uyguladığı yoğun terörün zorlaması ve İsrail’in de kolaylaştırıcı müdahaleleriyle bir grup Kürdistanlı Yahudi İsrail’e gelir." (Kürdistanlı Yahudiler, Dr. A. Medyalı, sf.64 )
Barzani’nin Kuzey Irak’taki Kürt devleti için şu anda birçok İsrailli provokatör bölgede faaliyet göstermektedir:
"Güneydoğu’da bulunan Müslüman Kürt halkımızın içlerine sokulmuş ajan-provokatör güçler, Kürt Yahudileri ve Güneydoğu’nun İsrail için stratejik önemi hakkındaki bilgiler, Masonluk ve Kapitalizm kitabının "Güneydoğu’da Tehlike Çanları" ve "Petrol üzerinde İsrail Devleti" bölümlerinde ayrıntılarıyla ele alındığından bu bölümde tekrar üstünde durmayacağız. Kuzey Irak’ta kurulan Kürt Devleti’nin temellerinin atıldığıyla konumuza devam etmek istiyoruz."
"Dünya Siyonist Örgütü’nün yayın organı Kivunim (Yönelimler) dergisi Şubat 1982’deki 14. sayısında 1980’lerde İsrail için strateji başlıklı önemli bir yazı yayınlamıştı. Yazıya imzasını atan İsrail Dış İşleri Bakanlığı’nın eski üst düzey yetkililerinden Oded Yinon, ortaya attığı tezi, ’Ortadoğu’daki bütün ülkelerin çok zayıf durumda bulunduğuna, çünkü bu ülkelerde kurulan devletlerin yapay sınırlar içinde birarada yaşamak istemeyen etnik ve dini cemaatleri toplayarak kurulduklarına’ dayandırıyor. Yazıda İsrail’in bir devlet olarak ayakta kalabilmesi için bu manzaraya uygun biçimde bölge devletlerinin bölünmesi gerekliliği ifade ediliyor. Yazıya göre projede Irak içinde Basra çevresinde güneyde bir Şii bölgesi, kuzeyde Musul çevresinde bir Kürt bölgesi ve ortada Bağdat çevresinde bir sünni bölgesi olarak üçe bölünmesi hedefleniyor." (Cengiz Çandar, Ortadoğu Çıkmazı, sf.37-38)
Dünya Siyonist Örgütü’nün yayın organında yer alan strateji doğrultusunda parçalanma bugün gerçekleşmiş durumdadır. Ayrıca aynı yayın organının bahsettiği Lübnan’ı beş parçaya bölme işlemi de tamamlanmış haldedir. Bölünmeler Dürzi, Sünni, Şii ve Hıristiyan şeklinde gerçekleşmiştir.
Kivunim dergisinde Mısır için tasarlanan, zayıf düşürme metodu ve Müslümanların yönetimden tasfiyesi işi de Hüsnü Mübarek’le gerçekleştirilen ikinci Camp David’le halledilmiştir. Çünkü bu yayın organı, Sina’nın geri alınmasını şart koşuyordu. Noam Chomsky, The Guardian gazetesinin 7 Temmuz 1982 tarihli sayısında söz konusu Siyonist planın ciddi olduğuna değinmiştir.
Güneydoğu ve Yahudi Lobisi
Güneydoğu sorununu çözmek için ülkemize gönderilen Amerika’nın BM Daimi Temsilcisi Moris Abram Yahudi lobilerinin en etkin isimlerindendir:
"Moris Abram, 1987-1989 yılları arasında B’nai B’rith’e başkanlık yapmıştır. Moris Abram aynı zamanda CFR üyesidir." (Mais qui Gouverne L’Amerique, Georges Virebeau, sf.58)
ABD Yahudi Komitesi’nin Başkanı Moris Abram’ın Güneydoğu sorununa bakışı da ilginçtir; Abram’ın görüşleri, Güneydoğu’nun parçalanması yönündedir. Moris Abram’ın bu düşüncelerine tepki sürerken, CIA-Ortadoğu Masası’ndan Güneydoğu sorununu çözmek için görevlendirilen kişinin Ellen Laipson olması da bir başka ilginç durumdur. Ellen Laipson’u incelediğimizde de Yahudi lobisinin önemli bir ismi ve tabii ki Yahudi olduğuyla karşılaşmaktayız. Laipson incelemelerini Güneydoğu’yla sınırlı tutmamış, Kuzey Irak’ta Kürt devletinin kurulması çalışmalarına da katılmıştır. BM ve ABD’nin gönderdikleri temsilcilerden de anlaşılacağı gibi bölgede oynanan oyunlar Yahudi lobisinin, dolayısıyla İsrail’in kontrolündedir.
Ufuk Güldemir 29 Mayıs 1992 tarihli Cumhuriyet gazetesinde Ellen Laipson’u şöyle anlatmaktadır:
"Adı, Ellen Laipson. Görevi, CIA’in bir numaralı Ortadoğu analizcisi. Misyonu, Kürt sorunu. Laipson uzun yıllar Kongre Araştırma Servisi’nin Dış Politika ve Ulusal Güvenlik bölümlerinde çalıştı. Kongreden ayrıldıktan sonra CIA’in ’Ulusal İstihbarat Görevlisi’ oldu. Laipson Ulusal İstihbarat Konseyi’nin Ortadoğu ve Güney Asya bölümünün başına getirildi. ABD’nin bu bölgelerde ne tavır alması gerektiğini Başkan’a öneren raporları Laipson yazıyor. CIA’in ülke ajanlarından gelen bilgileri, ABD Dış İşleri Bakanlığı telgraflarını süzgecinden geçirdikten sonra örneğin ’Irak bölünmeli mi, bölünmemeli mi?’ ya da ’Irak’ta bir Kürt devleti kurulması Amerika’nın çıkarlarına mı, değil mi?’ gibi sorulara yanıt arıyor. Laipson’ın titri, ’Ulusal istihbarat Görevlisi’. CIA’de bu titri taşıyanların sayısı hayli az. Laipson’dan önce bu koltukta oturan kişi Graham Fuller idi. Laipson şimdi gizli bir görevle Türkiye’ye geliyor ve Irak’a da geçecek. Misyonu, Kürt sorunu. Laipson, bir musevi olarak gözlemlerini elbette kendi etnik süzgecinden de geçirecektir." (Cumhuriyet, 29 Mayıs 1992,Ufuk Güldemir)
İsrail yanlısı lobilerin Kürt sorununa "özel" ilgileri Laipson ve Abram’la sınırlı değildir. Güneydoğu’da daha önce de, emekli general Mossad ajanı Abraham Elfassy, Yahudi Dağıtım Komitesi adı altında çeşitli incelemelerde bulunmuştu. 23 Kasım 1992 tarihli Hürriyet gazetesinde Sedat Ergin Yahudi lobilerin Kürt sorununa özel ilgisini ise şu şekilde anlatmaktaydı:
"ABD’deki Yahudi Lobisi’nin en güçlü kuruluşu olan AIPAC’ın (American Israeli Public Affairs Commitee) Başkanı David Steiner, geçenlerde ’Little Rock’ta (Clinton’ın karargahı) pek çok adamımız var. Yeni yönetime adamlarımızı sokacağız" yolundaki sözlerinin yer aldığı teyp bandının basına yansıması üzerine istifa etmek zorunda kalmıştır.
AIPAC’ın ’adamları’ndan biri de Washington’un önde gelen Ortadoğu uzmanlarından Martin Indyk’tır. İlginçtir ki, ABD’nin saygın araştırma kuruluşlarından (Think Tank) Carnegie Endowment’ta geçen hafta düzenlenen ve ’Kürt Sorunu’nun’ da ayrıntılı bir şekilde tartışıldığı ’Irak toprak bütünlüğünü koruyabilir mi?’ konulu panelde en önemli müdahalelerden biri Martin Indyk’tan gelmiştir.
Washington’daki bir başka nüfuzlu araştırma kuruluşu, Washington Institude For Near East Policy’nin direktörü olan Indyk, ABD Yönetimi’nin Irak’ın toprak bütünlüğünü savunan geleneksel çizgisini eleştiren bir yaklaşımla ’Irak’ın toprak bütünlüğünü sorgulayan bir politikanın hatası ne olabilir ki?’ diye sormuştur."
Özel İlginin Ardındaki Faktörler
Tüm bu bilgileri inceledikten sonra, şu soru akla gelmektedir: ABD’deki Yahudi çevrelerin Kürtlerin durumuna gösterdikleri ilginin ardında yatan nedir? Ya da Kuzey Irak’taki Kürtlere silah yardımı yapılmasını savunan eski kongre üyesi Steve Solarz’ın Yahudi olması nasıl değerlendirilmelidir?
"Gerek doğu sınırlarını emniyet altına almak, gerek Bağdat’taki yönetimin dikkatini Arap-İsrail anlaşmazlığından uzaklaştırmak için Irak’ı zayıf tutmak, İsrail’in önceden beri uyguladığı stratejik bir güvenlik politikasıdır. Nitekim, İsrail’in 1970’li yılların ilk yarısında Kuzey Irak’taki Kürtleri ayaklanmaya teşvik amacıyla yürütülen programa, silah yardımı ve askeri danışman yollayarak katılması bu stratejik hedefin bir gereğiydi.
İsrail bu ülkenin çıkarlarını gözeten Yahudi çevrelerin, Washington’da görevi devralacak demokrat yönetim üzerinde önemli bir ağırlığa sahip olacakları aşikardır. Bu odakların özellikle Amerika’nın, Irak politikası üzerinde ne ölçüde etkide bulunacakları şimdiden ilgiyle izlenilmesi gereken bir konu olarak belirmektedir." (Sedat Ergin, Hürriyet, 23 Kasım 1992)
22 Mart 1993 tarihli Hürriyet gazetesinde Sedat Ergin Washington’daki Nevruz kutlamalarından bahsetmektedir:
"Nevruz kutlamaları Washington’daki Crystal City Sheraton Oteli’nin balo salonunda düzenlendi. Sahnede asılı duran Molla Mustafa Barzani’nin resmi, Barzani isminin manevi ağırlığını kuvvetli bir şekilde hissettirmekteydi. Gecenin sonuna doğru eğlence tam bir cümbüşe dönüştü. Halay çekenler arasında Kongre Danışmanları Musevi Lobisi’nin en güçlü örgütü AIPAC’ın eski direktörü Morris Amitay’da bulunuyordu." (Sedat Ergin, Hürriyet, 22 Mart 1993)
AIPAC Nevruz kutlamalarına neden katılmıştır? İsrail’in Barzani’ye katkıları dünya kamuoyu önünde artık o derece açıklıkla yapılmaktadır ki, eski AIPAC Başkan Morris Amitay Nevruz kutlamalarında halay çekmekten kaçınmamaktadır.
Petrol Üzerine İsrail Kontrollü
Piyon Kürt Devleti
Güneydoğu’da ve Kuzey Irak’taki zengin petrol kaynaklarının üzerine kurulmak istenen piyon Kürt devleti konusuna "Masonluk ve Kapitalizm" kitabının ’Petrol Üzerine İsrail Devleti’ bölümünde ayrıntılarıyla değinilmişti. Konunun hayati önemi nedeniyle Yüksek Mühendis Burhan Oğuz’un Cumhuriyet gazetesinde 22 Ekim 1992 tarihinde ’Tarihin Akışı İçinde Türkiye’ başlığıyla verdiği haberden bir bölümünü aynen aktarıyoruz:
"Türkiye’de petrol yok, olan da çok derinde, rantabl değil" kandırmacası dillerde dolanıyor. Meğer sınırımızdan elli metre ötedeki petrol üst tabakalarda imiş sınırı geçer geçmez derine kaçıyormuş! Satılmış birçok ağızdan, MTA’cıların bazılarından ve maden fakültelerinin bazı hocalarından kaynaklanıyor bu aldatmaca. İnsan o zaman soruyor: Madem ki yok, neden bu denli uzman Amerikalısı, İngilizi, Hollandalısı bunca para döküp sondaj üstüne sondaj yapmaya devam ediyor? Biz yanıtını verelim: Onlar rezervleri saptayıp kapatıyorlar, zamanı geldiğinde tam egemen olarak açmak üzere!.."
Ve Burhan Oğuz sözlerine şu şekilde devam ediyor:
"Bu sütunlarda kaç kez yazdık: Batının amacı bölgede, devlet geleneği olmayan, etkin bir bürokrasiden yoksun, kamuoyunun oluşmadığı bir aşiret düzeninde kurulu bir Kürt devleti kurdurup, herşeye karşın elimizden kolayca koparamadığı petrol ve sair madenlerin akşamdan sabaha üstüne oturmaktır, Arap şeyhliklerinde olduğu gibi." (Cumhuriyet, 22 Ekim 1992)
Burhan Oğuz’un da belirttiği gibi Güneydoğu bölgemiz üzerinde kurulmak istenen piyon bir Kürt devleti ve zamanı geldiğinde açılmak üzere saklanan madenler bulunmaktadır. Ama bunlar, bölgenin "müstakbel sahibi" olarak düşünülen İsrail için saklanmaktadır.
Yorumlar (0)
Yorum Ekleyin
Başlık :
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.