- 1640 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
"Evveli Aşk Ahiri Aşk Vesselâm..."
Şair Hayalî:
“Yâr ile halvet ol cisminde canın duymasın
Hâlet-i aşkın hikâyet kıl zebanın duymasın…”
Yârin ile baş başa kaldığında ona aşkını anlat. Ancak bunu dilinle değil, sözsüz, kelâmsız anlat ki sen dahi duymayasın, demiş…
Mevlevî Şairlerinden Yenişehirli Avni Bey de:
“Yâre faş’it râzını amma zebanın duymasın
Güftü gûyi vuslat-ı ruhi-î revanın duymasın
Öyle bîhûş ol kemâli mest-i vuslatta kim
Yâr ağuşunda yatsın, cism ü cânın duymasın…”
İsteklerini, taleplerini sevgiliye açıkla, anlat ki bilsin. Ancak bunu sözle, lafla, anlatmaya çalışmak boşunadır. Çünkü sevgiliyle kavuşmak öyle büyük bir zevktir ki kendinden geçip esrirsin, serhoş olursun. O an bütün sözler, laflar boş ve gereksizdir. Orada akıl ortadan kalkar. Varlığın; sevgilinin kucağında yatar da bundan ne bedeninin ne de ruhunun haberi bile olmaz, diyerek üç asır sonra Şair Hayalî’ye nazîre yapmış.
……………………
Sanırsınız ki aralarında yüzyıllar yok.
Sanırsınız ki aynı mahallede kapı komşusu ya da aynı mecliste hasbıhal eden iki ahbap.
İkisinin de dili aynı, tavrı aynı, düşüncesi aynı, hissiyatı aynı…
Ama bence onları “aynı”laştıran bunların hiçbiri değil.
Bence onları “aynılaştıran” şey; dertleri…
İkisinin de bir tek derdi var; AŞK…
Aşkla var olmuşlar, aşkla yaşamışlar, aşkla terk-i masiva eylemiş ve dahi aşkla bu dünyadan göçüp gitmişler.
Üç asırlık bir zaman dilimini ortadan kaldıran, yoksayan/yok eden budur…
“Ahh minel aşk; sen nelere kadirsin” derler ya; işte bundandır…
Dedem Hacı Galip efendi dostlarına “Allah derdini arttırsın” dediğinde yadırgardım hep; çocuksu/toy/ham aklımla…
Öyle ya kişinin aşktan gayrı derdi yoksa bundan kavi dua mı olur?..
Çünkü “Aşk”; ezelî ve ebedîdir…
Ezelde ve ebedde konuşulan dilde tefrik yoktur. Ehaddir, tektir.
Bu dilin adı; “Aşk Dili”dir.
Bilvesile:
“Aşk”ı bu dünyanın diliyle anlatmak da anlamak da mümkün değildir.
“Aşk”ın dili başkadır; bu dünyada kullanılan dillerden ayrıdır.
“Aşkın Dili” kendincedir.
“Aşk” ancak “Aşk Dili”yle anlatılır.
“Aşk”ı da ancak “Aşk Dili”ni bilen anlar.
“Aşk”; şehvet de, arzu da, istek de değildir.
Hatta “Aşk” sevmek dahi değildir.
“Aşk” bütün bunlardan başka bir şeydir.
“Aşk” beş duyu ile algılanmaz, algılanamaz…
Çünkü “Aşk” cismani değildir.
Onun için Mevlânâ’ya; “Aşk nedir?” diye sorulduğunda; “ben ol da bil…” demiştir.
“Aşkın Dili”ni bilmeden “Aşk”ı anlayamazsın.
“Aşık” olmadan “Aşkın Dili”ni öğrenemezsin.
“Aşk”ta yok olmadan da “Aşık” olamazsın.
“AŞIK”LIK “AŞK”TA YOK OLMAKTIR…
Allah’ın resûlü (SAV); “ölmeden evvel ölünüz” diyor.
Yani; “Aşk”ta yok olunuz, “Aşık” olunuz, diyor…
…………………
Velhasılı kelâm; “evveli aşk ahiri aşk” vesselâm…
…………………
Aşk’olsun...
Aşkınız daim olsun efendim...
19 Eylül 2010
Belen – Hatay
--------------------------------------------------------------------------------------------------------
Şair Hayâlî: (?-1556) Divan edebiyatı şairi. Asıl adı Mahmud olan Hayalî Bey Bekâr Memi diye anılmıştır. Selanik yakınında pek çok şâirin yetiştiği Vardar Yenicesi’nde doğmuş başıboş ve derbeder bir gençlik hayatı yaşamıştır. Bir ara Vardar Yenicesine uğrayan Baba Ali Mest adlı bir kalenderi dedesiyle dervişlerine katılarak İstanbul’a gelmiştir. İstanbul kadısı Sarı Gürz’ün korumasıyla öğrenim yapan Hayâli bir yandan da şiirleriyle kendini tanıtmağa başlamıştır. Hayalî Bey çok genç yaşta şiir söylemeye başlamış ve kısa sürede kendini tanıtmıştır. Tezkireciler ondan hep parlak sözlerle; Sultânü’ş-şu’-arâ, Melik’üş-şu’arâ, Rum-ili şâirlerinin serdârı, Hayâlî-i meşhur, Rûm’un Hafız-i Şîrâzî’si olarak söz etmişlerdir. Defterdar İskender Çelebi sadrazam İbrahim Paşa ve sonunda Kanunî Sultan Süleyman’ın dikkatini çekmiş ve takdîrini kazanmıştır. Devlet büyüklerinin takdîrleri yardımları ve ihsanlarıyla hem meslek hem de edebî hayatında hızla ilerleyen Hayâli Bey Âşık Çelebinin deyimiyle "pâdişâhın kolunda gezip onun elinden yem yiyen bir doğan kuşu" olmuştur. Çabuk ilerleyişinin şiirdeki ününü çekemeyen düşmanlarının da tesiriyle rahatı kaçan Hayalî Bey Rumeli’de bir sancak isteyerek İstanbul’dan ayrılmış ömrünün son yirmi yılını saraydan uzakta geçirmiş 964/1556 yılında Edirne’de ölmüştür. (Şair Hayalî hakkında daha fazla bilgi için bknz. : Halil Erdoğan Cengiz, "Hayâlî"nin Divan Şiiri Antolojisi. pp. 374–375. Ankara: Bilgi Yayınevi, 1983. / Şentürk, Ahmet Atillâ. "Hayâlî Bey" in Osmanlı Şiiri Antolojisi. pp. 263–279. ISBN 975-08-0163-6...)
Yenişehirli Avni Bey: 19uncu yüzyıl divan şairidir. 1826’da, bugün Yunanistan sınırlarında kalan Yenişehir’de (Larissa) doğdu. Asıl adı Hüseyin’dir. Fenarlı Sıdkı Ebu Bekr Paşanın oğludur. Arabi, Farisi ve Rumcayı çok iyi biliyordu. Vidin Valiliği sırasında Abdurrahman Sami Paşaya katiplik yaptı (1853). Daha sonra İstanbul’a geldi. Beşiktaş Mevlevihanesi Şeyhi Nazif Dede’ye damad oldu. Mustafa Nuri Paşanın Bağdat Valiliği ve Irak Müşirliği sırasında onunla birlikteydi... Avni, İstanbul’a döndükten sonra, bir ara Gelibolu’ya gitti. Tekrar İstanbul’a döndü. Ömrünün son zamanlarını Üsküdar Bidayet Mahkemesi azası olarak geçirdi. Eşi ve oğlunun arka arkaya ölmeleri üzerine maddi ve manevi yönden çok sarsıldı ve ömrünün son zamanlarını sıkıntı içinde geçirdi. 7 Ekim 1883’te İstanbul’da vefat etti. Vasiyeti üzerine Eyüp’te defnedildi. Mevlevi yolunda olan Avni Bey, derviş bir hayat yaşayıp şöhretten kaçmıştır. Bu sebepten eserlerini sağlığında yayınlamamıştır. Avni Beyin kıymetli bir şair olduğu çeşitli yazarlar tarafından bildirilmiştir. Türkçe şiirleri yanında Farisi şiirleri de başarılıdır. Ancak mütevazı bir hayat yaşadığından şairler arasında layık olduğu yeri alamamıştır. On dokuzuncu asırda batı şiirine özenen şairler, divan şiirine ve divan şairlerine gereken önemi vermemişler ve cephe almışlardır. Bu kutuplaşma içinde Yenişehirli Avni eski şiirimizi devam ettirenler grubunda olup, Encümen-i Şuara arasında yer almıştır. (Şair Yenişehirli Avni Bey hakkında daha geniş bilgi için bknz.: Prof. Dr. Mehmed Çavuşoğlu, “Bir Mevlevî şâir: Yenişehirli Avnî Bey ve Mevlânâ İçin Na’tı”, www.akademik.semazen.net / Av. Hayati İnanç, “Mütevazi Bir Şair: Yenişehirli Avni Bey”, www.hayatiinanc.com...)
Ağuş: Kucak, sığınılan yer.
Hûş: Akıl. Fikir, zekâ. İyi ile kötüyü ayırma hissi.
Bihûş: Akılsız, fikirsiz.
Bilvesile: Bu vesileyle/sebeple/nedenle.
Cisim: 1. Yer kaplayan eni boyu yüksekliği olan şey, madde, nesne. 2. Beden, gövde, vücut.
Cism ü can: Madde ve ruh…
Faş: 1. Meydana çıkmış, yayılmış. 2. Anlaşılmış olan.
Güftü gû: Dedikodu, kil u kal (lüzumsuz boş laf)…
Halvet: Yalnızlık. Tek başına kalmak. Gizlilik. Tenhaya çekilme.
Hâlet: Sûret. Hâl, kyefiyet.
Hâlet-i aşk: Aşk hâli…
Hasbıhal: Dostça halleşme, dertleşme; sohbet, yârenlik.
Kavi: Sağlam, zorlu, kuvvetli, sâlih, emin, sâhih.
Kemal: Kâmillik, olgunluk. Olgunlaşma. Ergenlik. Yetkinlik. Mükemmellik. Fazilet, erdem. Değer, kıymet, bahâ. Fazlalık. Sıdk ile yapılan güzel iş.
Mest: Aklı başında olmayan. Keyfle kendinden geçmiş sarhoş, esrik.
Mesti-î vuslat: Sevgiliye kavuşulduğunda bundan duyulan büyük zevkten, keyften dolayı kendinden geçmek, serhoş olmak, esrimek.
Nazîre: Bir şairin şiirine başka bir şair tarafından aynı vezin ve kafiye ile yazılan benzer şiir; beğenilen bir şiir model alınarakyazılan şiir.
Ruhi-î revan: Ruhun zuhuru. Ruhun ferahlığı. Ruhun akışı.
Terk-i masivâ: Allah’tan gayrısını terk etmek. Kalbinde Allah sevgisi ve muhabbetinden daha ileri bir sevgi bırakmamak.
Tezkire>tezkere..-ci: Bir dalda yetişmiş kişilerin hayatları ve eserleri hakkında bilgi veren eser, hâl tercümesi kitabı. Bu eserleri yazan kişi.
Vuslat: Visal. Sevdiğine kavuşmak. Ulaşmak. Bitişmek. Bitiştiren.
Zeban: Dil, lisan, lûgat, lehçe.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.