- 766 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SULTAN YAĞMURU
Liseyi birincilikle bitirmişti sultan. Zaten anne ve babasına söz vermişti ,okuyacaktı. Şimdi hedefi belliydi doktor olacaktı.Öyle bir hazırlandı ki sınava ilk 100 e girecek kadar başarılı olmuştu. Devlet hem burs vermiş hemde istediği yeri kazanmıştı. Aklında okumaktan başka bir şey yok tu sultanın zaten olamaz diyordu. Diğer arkadaşları gibi değil di O. Pek takılmazdı o gürültülü ortamlara ve ben boş işlerle uğraşamam diyor du hep soranlara.
İlk yıllarda yani üniversitenin ilk yıllarında gayet başarılı bir performans sergilemişti sultan. Sayılı öğrencilerinden de diyebiliriz aslında. Hem güzeldi,hemde çalışkan zeki. Güzellikle aklın aynı yerde olamayacağını savunan zihniyetlere karşı anti tez bir örnek ti sultan. Her şey ailem için diyordu,hem kendiside istiyordu doktor olmayı ve seviyordu okumayı. Bir çok teklif aldı erkek arkadaşlarından ama hepsini kırmadan reddetti. İşim olmaz diyordu,şimdi sırası değil.
Üniversitenin son yıllarına doğru bir şeyler değişti hayatında,kendisinin dahi kafasına sığdıramadığı.Engel olmak isteyip te olmadığı acayip duygular dı onlar.Yok olmaz diyordu olamaz hemde şimdi hemde ona olamaz. Aşk; zamanı geldiğinde insanı apansız yakalar demişlerdi arkadaşları ama o inanmamıştı hatta zamanın dizi filmlerinden birinde “Aşk adamı vurur,döner döner vurur. Vurulunca dönersin , Dönünce vurulursun diyordu” Buna da gülmüştü sultan ne demek ti bu diyordu.
Dönüyordu onu görünce biri itercesine sendeliyor , ortamla hiç alakası olmayan şeyler yapıyor, anlamsız gülücükler sergiliyordu etrafına. O güzelim yanakları al al oluyor ve bambaşka bir ortamda yalnız başına kalıyordu sanki. Çoğu zaman ilk seslenişlerde duymuyordu çevresindekileri O nu gördüğü zamanlar. Kimdi O. Nerden çıkmıştı ki apansız yada madem çıkacaktı da neden bu zamana kadar beklemişti. Aslında kafasında bir çok soru vardı bu aşk mıydı yoksa hayranlık mı. İnsan birden böyle olabilirmiydi. Sadece masallarda ve filmlerde rastlamıştı bu türlü olaylara. Bir de öyle bir şeydi ki bu kimseye anlatamıyordu. Utanıyordu bazen daralıyor,kalbinin anlamsız ritimlerine dayanamayacak duruma geliyor ve anlatmaya niyetleniyordu dert olarak nitelendirdiği o garip duyguyu arkadaşına. Ama beceremiyor ve kendi kendime kalsın diyordu.
Sultan, pop müzik dinlerdi genç işi şeyler di hareketliydi,deli doluydu ama okulu ve dersleri her şeyden önce geliyordu onun için her şeyi kendi kendine yaşıyordu.Hiç arabesk dinlemezdi sultan;-saçma olarak nitelendirdiği de olmuştur. Ama şimdi arabesk dinlemek istiyordu sanki,canının sıkılmasını istiyordu. Kimi zaman “Aşkın dan yanaam yanaam yanaam kül olayım mı diyor. Kimi zaman Bu gece gözümü uyku tutmadı bir seni düşündüm birde kendimi diye üfleyip püflüyordu.
Derslerine kendini tam olarak veremiyor,çok uykusu olmasına rağmen uyuyamıyor,en sevdiği yemekleri dahi canı istemiyordu. Bu ne biçim bir şey di. Hemen hemen doktordu artık ama içine düştüğü bu durumdan kurtulmak için yapacak hiç bir şey yoktu.
Neden dedi kendi kendine neden …
Hayatında ilk defa birinden hoşlanıyor,yok yok ilk defa seviyor yani o tür duyguları ilk defa hissediyor ama hissettiği kişi Hocası oluyordu. Eskiden kalma bir ismi vardı Refik diye , yakışıklı da değildi,kendine çeki düzen de vermezdi ki O. Olsun o başka görüyordu onu. Psikiyatr dı. Anlattıklarından mı etkilendi bilinmez. Bunların hepsi bir kenara Evliydi refik nasıl böle körü körüne saplanmış kalmıştı ki bu içinden çıkamadığı bir batağa. Aşk-ı memnu idi bu. (Yasak aşk) Eylül Adlı romanın konusuydu yasak aşk. Edebiyat öğretmeni dönem ödevi olarak vermişti sultan’ a bu kitabı, yoksa onun işi değildi böyle kitapları okumak.
Ve bir birinden beter sözler söylemişti senaryonun içinde geçenlere. Şimdi aynı senaryoyu kendisi de oynuyor, kendine kızıyor, yanlış olduğunu bile bile gidiyordu duygularının götürdüğü yere.
Ben sevgimi kendimde yaşarım diye bir cümle takıldı diline. Ben sevgimi kendimde yaşarım. O sene ilk defa ders bıraktı sultan, ilk defa derslere girmedi. Devamsızlık hakkını ilk defa kullandı. Hepsini Psikoloji dersine harcadı. Onu görmeden daha güzeldi hayat ama onu görmeden de olmuyordu ki. Sevgi kendi kendine yaşanınca ne acı veriyordu insana. O güzelim duygular insanı nasılda kahrediyordu tek başına kalınca.
Zaman kendi etrafında dönmüyordu sadece. Dönerken yanındakileri de beraberinde götürüyordu. Sultan bırakmıştı kendini zamanın akışına. İlk yıllarının tersine çok kötü bir durumdaydı dersleri. O yıl hocaları idare ettiler onu ama son sene bu kadar da olmaz dediler her birisi. Olmayacak dediği oluyor du. Son senesinde sınıfta kalıyor du sultan. Umurunda a değildi aslın da. Çünkü Onsuz hiçbir şey zevk vermiyordu O na. İşin umurunda olan kısmı sadece refik ile kurduğu hayallerdi, o artık başka bir alemde yaşıyordu. Bir kerecik olsun anlatamadı derdini başkalarına,bir kerecik olsun dile getirmedi sevgisini refik’e karşı. O Yasak aşk olarak adlandırmıyordu yaşadığını. Kendi kendine yaşıyordu her şeyini ve kendisine göre yasak değildi ki bu yaşananlar.
Farkında değildi,zayıflamış gözlerinin altında morluklar belirgin duruma gelmişti.Çoğu kez yağmurda ıslanmayı kendine adet edinmişti sultan. Yağmurda ıslanırken ağladığı belli olmuyordu.Beklide en fazla rahatladığı, insanlarla iç içeyken duygularını dışarıya yansıttığı tek an yağmurun yağdığı zaman dı.
Hasta olmuştu. Birden yatağa düştü dediler onun için. Ama O, bunun için uğraşmıştı sanki. Aslında yatağa düşmeden gitmek istiyordu ama istediği yere. Bu isteği de olmadı. Annesi geldi ağladı,babası geldi 5 dakika dayanamadı yanında kalmaya Sultan’ın. Erimişti kızcağız, al al yanakları sararmış yapraklar gibi renk vermişti. Gözlerinin feri dahi kalmamıştı. Kimse bilmedi neden böyle bir şey oldu ve o kimseye demedi derdini. Zaten ona sorsanız dert de demezdi bu yaşadıklarına. İnce hastalık dediler,ne kanser,nede verem di.Ne pis bir şeydi bu hastalık. O güzelim duygular nasılda bir ilacın yan etkisi gibi tepe takla ediyor du insanı. Ve gencecik bir fidanın susuzluktan kuruyup kaldığı gibi nasılda kurutuyordu damarında dolaşan kanı.
O gün yağmur yağıyordu. Sultan ilk defa ayaklanmak istedi. Gözlerinden birkaç damla yaş ile tebessüm ederek doğruldu yatağından.Neslihan diye bir şarkıcı vardı. Hiç sevmedim diye bir şarkısı. Çok severdi bu şarkıyı. Son zamanlar hep bunu dinlerdi. Şarkının içinde, ki dinlerseniz sizde duyacaksınız. Nakaratında bir yerinde “Eğer elindeyse ne olur çal kapımı,Eğer yüreğindeysem ne olur sil göz yaşımı” diye bir bölüm vardı. Sultanın kapısı çalınmadı hiç. Ve hiç Gözyaşını silen olmadı kimse görmedi ağladığını. O yağmur yağdığı zaman ağlardı ve yağmur yağarken teslim etti ruhunu.
Şimdi bizim buralarda onu konuşuyorlar Böyle hırçın ve rüzgarla beraber yağdığı zaman yağmur, Sultan yağmuru diyorlar. Neden böyle yağıyor bilmiyorlar.
YORUMLAR
Güne gelecek güzellikte bir yazı.
Belki yayın gününde çok sıkı eserler vardı.
Kardeşim; çok uzun yazma.
Uzun yazılar zaman sorunu yüzünden okunmuyor çoğu zaman.
Bir de sitede biraz isin yapana kadar yorumlara takıl. Tanınman gerek. Her yazıya zaman ayırmak mümkün değil.
Pek çok yazıyı es geçmek zorunda kalıyoruz.
Aylarca bir veya iki yorumla günden düşen yazılarım oldu.
Hiç okunmayanlar oldu.
İyi yazıyorsun.
Tarzın var. Kalemin iyi.
Yazmaya devam. Senden sıkı şeyler beklerim. Gerekirse okumam için mesaj bırak.
Sürekli takip imkansız.
Selamlar.