İçimdeki Işık
Öykü
kadriye yapıcı
Zonklayan beynimi dinlendirmek için, kızım Neriman’dan bilgisayarı açmasını istediğimde, kızım bilgisayarın başına geçip “bugün hangi gazete haberlerini okumamı istiyorsun anne” diye sordu. “Bugün gazete okumanı istemiyorum, kafamda kurğuladığım bir kurguyu yazmanı ve dilimden dökülen her kelimeyi ve her heceyi atlatmadan yazmanı istiyorum” dedim.
Günlerdir hastayatağımda hayallerimle cebelleşip kurğuladığım hayaller arasından birini seçecektimki, kızım, " hangi ğazete haberlerini okumamı istiyorsun" demesi, beni gazete sayfalarına götürdü biranda.
İçimdeki ışık beni ordan oraya atıp her şeyi görmemi ve yazma hissini veriyordu bana. Ama nasıl... Yazmam için görmem gerekiyordu.
Yatakta sağıma dönmek üzereyken “Anne hadi söyle, ne yazmamı istiyorsun? Dedi kızım. " Şuan aklıma gelen bir hikayeyi yazmanı istiyorum, ağrılarımda biraz dinmiş olur bu arada. ” Dediğimde, " Yaaa anne ne kadar sabırsızsın, iyileştikten sonra yazarsın..." Dedi kızım. “Hayır hemen şimdi yazmanı istiyorum, yoksa beni bu gece uyutmazlar...” Dedim
Ve dilimden dökülen dizeleri yazmaya koyuldu Neriman, hayallerime gömülüyorum; etrafımdaki bütün melekler, bana ışık tutuyor ve yazmam için dizeler hazırlayıp bana uzatıyorlar, okudukça okuyorum dizeleri sesli sesli... Biraz nefes almak için durakladığımda, titrek ve boğuk bir sesle, “Bitti mi anne” diye soruyor Neriman? “Bitmedi, daha yeni başlıyoruz kızım” diyorum.
Uzandığım yerden kımıldamadan, sağ elimi gözlerimdeki bandaja koyup hafifçe bandajı yukarı doğru çektiğimde, Neriman’ın yanaklarından süzülen yaşlar doğrudan klavyanın üzerindeki tuşlara dökülüyor ve kızımın parmaklarıyla yarışıyordu adeta...!! Tekrar bandajı aşağı çekiyorum, beynim zonklaya zonklaya dizeleri sıralamaya koyuluyorum. Kızımın yanaklarından süzülen yaşlarını durdurmak için, yönümü başka bir hikayeye çevirirken, etrafımdaki melekler birer birer ışıkları söndürüp uzaklaşıyorlar benden...
Sağ omuzumdaki melek ise, “Sana ışık tutmamı istiyorsan, önce yarım kalmış hikayeni bitirmelisin” diyor üzgün üzgün. Tuşların sesi, odanın sessizliğini bozuveriyor bir anda.
Tanrı’nın sağ omuzuma bıraktığı bu melek, beni omuzlarına alıp ordan oraya gezdiriyor, acılı şarkılar eşliğinde yüzleri gülmeyen meydanlarda buluyorum kendimi, zoraki gülüşlerim kırılıp paramparça oluyor gri kaldırımlarda.
Dayıyorum sırtımı yaşlı bir duvara... Güçlenirim sanıyorum ama kanım çekiliyor sanki, doğruluyorum. Yanı başımda, şekli değiştirilmiş bir çocuk beni görünce başını kaldırıp mırıl mırıl, çatlak bir sesle ruhunu çizenleri anlatıp ağlıyor. Sallanan bedeni ruhuna beşik, tökezliyor karşımda, elli yaşında bir adam ruhunu giymiş eğreti bir beden taşıyor sanki. Üzerinde hayatın söktüğü yırtık, çatlak, acı sızdıran giysiler, bedenime bakıyorum birden... Utanıyorum, bakışlarıyla karşılaşmamak için kaldırım taşlarının koynundaki izlere dalıyorum, dokunsa biri patlayacak sanıyorum acı içimde. Önce içimde başlıyorum bir köşeden diğerine koşmaya, vuruyorum kendimi kalbimin duvarlarına, aceleyle bulunduğum yeri terk ediyorum kan ter içinde kendimi yerde buluyorum. Offf!!! “Biraz uyumalısın anne!” diyor Neriman. “Hayır” diyorum ve yarım kalmış hikâyeme devam ediyorum...
Gayri ihtiyari yönümü kaldırım üzerindeki gazete sayfasına çeviriyorum, ilk sayfada yazan şiire atlayıp üzeri tozlanmış kelimelerin arasından bize uygun olanı bulamıyorum bir türlü. Çok geçmeden sayfalar arasından ellerime yapışıyor bir kız çocuğu. Umutla koşmaya başlıyorum tekrar heceler arasında, süslü kelimelerin arasında tanıdık bir duygu yok, tanıdık bir ses yok!
Küçük kız acı içinde beni bırakıp şaire sesleniyor, şair ise denize karşı bir masada kahvesini yudumlarken, küçük kız elini uzatıyor satırlar arasında. Şair derin bir nefes alıp başlıyor izlediği denizi çizmeye satırlara bu kez. Maviliğinden dem vuruyor ballandıra ballandıra, yazıyor sayfalar dolusu süslü şiirler... Kız çocuğun yüzündeki son umut da kayıp parçalanıyor heceler arasında. Suları yükseliyor şiirin. Şair kıpırdıyor yerinden, huzurunun kaçmasına izin vermek istemiyor, gürültüden canı fena halde sıkılıp buruşturduğu kağıt parçasını çöpe fırlatıyor ve yanındaki sosyete kadını anlatmaya başlıyor... Tam kendini odaklamıştı ki, mendilindeki yapışkanlardan çocukluğu kanayıp parmaklarından süzülüyor. Işıldayan mağasaların camlarında, insan giyisilerinden soyunan adam ve kadınlar gözleri alınmış, ellerinde poşetlerle mağazaların önünde, hayvanca sevişiyorlar gecelere. Onlar seviştikçe kanı boşalıyor bir çocugun tiner şişesine. İçinde bir savaş başlıyor, acı içinde kendine geliyor bir anda şair. Saçlarını düzeltip atıyor kendini sayfalar arasından dışarı, bu kez sosyetelerin boy gösterdiği yer değil, düşleri karanlıklarda erimiş çocukların uyuduğu sokaklardan geçiyor. Gördüğü manzara karşısında şiir dolusu kusuyor kaldırımlara, o kustukça beyninde olan depremlerden bedeni sarsılıyor. Masasının yanına dönüyor koşarak, yüzü sapsarı...
Gözlerimdeki bandaj ıslanmış ve Neriman ise hikâyenin sonunu merakla bekliyordu, beni terk etmeyen melek ise, ışığı tutmaktaydı hala baş ucumda ve içimde...
Uyku beni esir almaya başlamıştı, devam edemeyeceğimi anladığım için, “kızım daha sonra devam ederiz, sanırım vakitte çok geç oldu, sende git yat artık” dediğimde, “Hayır anne... Devamını getirmeni istiyorum, ama önce bir bardak çay içmelisin, hem uykunda kaçmış olur ” dedi.
Kızımın mutfağa gidişi beni derin bir sesizliğe yeniden gömüyor, yalnızca saatin tıkırtısı beni oyalıyor hasta yatağımda, bir mısır süzgecine atılmış gibi ordan oraya patlayıp duruyorum, patladıkça patlıyor içimdeki volkan...
Çok geçmeden Neriman’ın ayak sesleri odamı şenlendiriyor ve yanı başıma geçip “Mis gibi çay demledim anacığım” diyor."Saatin kaç olduğunu sorduğum da? “Daha erken anacığım, ikiyi çeyrek geçiyor, ” diyor. Çaylarımızı içtikten sonra, bilgisayarın başına oturup “Dinliyorum seni anne” diyor Neriman. Birden karanlık odam bir çocuk parkına dönüşüyor bir anda, büyüdükçe büyüyor... Büyüyor...
Unutuğu heceleri büyük bir enerjiyle toplamaya koyuluyor şair. İnsanları, kuşları, aileleri ve her renkte çocukları seyrediyordu bu kez. Az ötesinde oyuncak zurafaya doğru yanaşıyor içindeki çocuk, oyuncak zurafanın başının üzerine çıkyor büyük bir sevinçle, her yeri görüyor ve bir sevinç çığlığı koparıyor biranda. Elindeki tiner şişesi düşüp parçalanıyor ve bir "ohh" çekiyor çocuk... Ayakları boşlukta sallanıyor, uçup uçup zurafanın üstüne konuyor. Buradan her şeyi görüyor ve adeta dünyanın tepesinde uçuyor. Zürafanın boynuna yapışıyor ilk önce, etrafı bu kez gülerek seyrediyor, ellerini bırakıyor, vııjjj diye ses çıkarıp uçak oluyor, kuşlar onu selamliyor...
Şair, masasına dönüp üzerinde dağıttığı kelimelerini toparlayıp ateşe veriyor, kaçtıkça uzaklaşacağını sandığı gölgelerin tümü üzerine yapışıp kalıyor. Şiirler boyu susup kaldığı kuytulardan çıkıyor, ellerini kanatırcasına yazıyor sayfalar dolusu, yazdıkça deri değiştiriyor bilinci.
Çocuğun acısını besteliyor satır aralarında, harflerin ucundan tutup hizaya sokuyor heceleri ve kendi içinden çocuğun içine bir şiir geçiriyor. Yazdıkça yazıyor şair, gökyüzü akıl almaz hızla genişliyor, kolları tüm çocukları kucaklayarak maviliğine taşıyor.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.