- 1004 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
VEDA
Terasta çayını yudumlarken, kahvaltı tabağının yanında duran gazeteye ilişti gözü. Kocasının resmi çekmişti ilgisini. Dün sabaha karşı zil zurna sarhoş gelmişti eve. Geç gelmesinin sebebini sorduğunda sudan sebepler sıralamıştı. Hoş inanmamıştı ama, kavga çıkmasın diye inanır görünmüştü.
Gazetedeki bu resim dün geceyi açıklar gibiydi. Biraz merak biraz da endişeyle eline aldığı gazeteyi ortasından dikkatlice açtı. Sağ alt köşede kocasının resminin altında yazanlar, ihanetin belgesi gibiydi.
“Cemiyet hayatının renkli simalarından Hulki bey, geceyi şarkıcı sevgilisinin evinde geçirdi. Sabaha karşı evden çıkarken görüntülenen Hulki bey görevini yapan kameraman arkadaşımıza saldırdı….”.
Haberi okuyan Zehra hanım gecenin rengi gözlerini faltaşı gibi açmış, gördüklerine ve okuduklarına inanamamıştı. Kocası gençliğinde de bir iki çapkınlık yapmıştı ama bıraktığı ağır yüke rağmen onlar aile içinde halledilmiş, ailesinden aldığı terbiye ile, kol kırılır yen içinde kalır diyerek, çocukları için kocasını affetmişti. Ancak bu kez yapılan affedilir gibi değildi. Hem o affetse bile diline düştüğü arkadaşları çok ayıplardı. Her şey çok açıktı. Sevgilisinin evinden çıkarken görüntülenmişti ayrıca kameramanı da dövmüş birde hakkında şikayet vardı kocasının. Onuru zedelenmişti.
Her şey ortalığa saçılacaktı. Aile mahremiyeti ve sırları, gazetelere manşet olacaktı. İçi kararmıştı birden. Ne yapacağını bilemedi, elindeki çay fincanını tabağına koydu, öylesine ağır gelmişti ki ihanete uğramak, dünyası birden kararmıştı. Kocası ona hiç aldırmadan, geçmişte verdiği sözleri unutup, vaadlerini hiçe sayarak yüreğinden kurşunlamıştı. Örselenmişti, hataya düşmüş inanmıştı verdiği sözlere. Taşıyamazdı bu yükü. Başını yastığa koyduğunda ihanetin sancısı gözyaşlarını inletecekti. Yine çaresizliği başına cullanacaktı. Kocasına olan sevgisi yine nefrete dönüşecekti. Tanıdık olduğu bu duygular, tüm bedenini sarmıştı, depreme yakalanmış gibi sarsıldı. Yerinden kalktı, siyah ipek sabahlığının kemerini iyice sıktı, masaya bıraktığı gazeteyi koltuğunun altına sıkıştırdı, yardımcısına sürahiye buzdolabından su doldurmasını, içine bolca buz koymasını istedi. Eline aldığı buz dolu sürahi ile yatak odasına doğru yöneldi, merdivenleri hızla çıkarak odanın kapısına geldi. Kalbi olduğundan daha fazla atmaya başlamıştı, mazbut aile kızı Zehra ile , gözlerinden ateş fışkıran Zehra birbirleri ile kavga ediyorlardı. Kafasından geçirdiği düşüncelerinden arındı önce, kapının pirinç tokmağını sola çevirdi, iğrenç bir koku geldi burnuna. Alkolün kokusunun dışında, havasız kalmış oda da kocasının horultuları etrafı inletiyordu. Önce odanın perdelerini açtı hırsla, içeriye süzülen güneş kocasının gözlerini kamaştırdı. Yatağın başucuna geldi elindeki buz ve soğuk su dolu sürahiyi olanca hırsıyla kocasının kafasından aşağı döktü. Suyu dökerken aslında babasına olan öfkesini de kusuyordu.
Bir anda neye uğradığını şaşıran Hulki bey, yataktan fırladı. Başını sağa sola sallayarak yüzündeki sudan kurtulup gözlerini açmaya çalıştı. Zehra hanım buna müsaade etmedi. Hulki beyin suratına okkalı bir tokat patlattı. Koltuğunun altından çıkardığı gazeteyi kocasının yüzüne fırlattı. Hulki bey ayak ucuna düşen gazetede kendi resmini görünce anlamıştı karısının feveran hallerini. İki elinin arasına aldığı başını ovmaya, öncelikle lanet olası baş ağrısından kurtulmaya çalışıyordu. Nasılsa karısı yine affederdi onu, affetmeyip de ne yapacaktı. Sanki gidecek yeri mi vardı. Karısının onu terk edemeyeceğinden emindi.
Baş ağrısı yediği tokattan mı, yoksa içkiden miydi bir türlü anlayamadı.
İsteksizce yatağından kalktı, soğuk bir duş iyi gelecekti. Duşunu alırken karısına söyleyeceği yalanları, alt alta sıralamaya başladı kafasında.
Banyodan çıktı, hızlıca giyindi. Karısının en sevdiği parfümden sıktı. Gömleğinin kol düğmelerini ararken çekmecede bir resim ilişti gözüne. Ters çevrilmişti, arkasında kargacık burgacık el yazısı ile 27/09/1976 “yeni hayatıma merhaba dediğim gün” diye yazıyordu. Resmi çevirdi, evlilik resimleriydi. Nikah masasında Zehra’ya verdiği sözü hatırladı. Seni hiç üzmeyeceğim, hep seveceğim demişti. Babasının ihaneti yüzünden intihar eden annesinin yokluğu sebebi ile kabusa dönen hayatına bir ışık gibi doğmuştu Hulki. Hem de ona söz vermişti, babası gibi erkeklerden olmayacaktı, asla aldatmayacaktı.
Kolundaki saatin takvimine baktı 28 eylülü gösteriyordu. Çok kötü bir tesadüfle 33.ncü evlilik yıldönümünde karısını aldatmıştı. Birden olduğu yere yığıldı, bunu hiç düşünmemişti. İhanetini nasıl anlatacağını düşünürken, birde evlilik yıldönümünü unutmuştu.
Merdivenlerden inerken düşünceleri birbirine karışmış, adımları ağırlaşmıştı. Terasa çıktığında kahvaltı masasında karısını göreceğini ümit etmişti. Salonda olabilir diye oraya yöneldi. Evlilik yıldönümleri için yapılmış hazırlıklar olduğu gibi duruyordu. Beyaz ipek masa örtüsünün üzerine konmuş tabaklar, sevdiği yemekler, içmekten zevk aldığı şarap, ortada söndürülmüş mumlar, salonun girişinde her iki yana konmuş çocuklarından gelen kırmızı güller gözüne çarptı… yaptıklarının utancını yaşadı. En çokta özenle hazırlanmış, beyaz minik güllerle süslenmiş küçük beyaz kutuyu açtığında bir kez daha yaşadı utancını.
“Seni özlüyorum... Gecenin karanlığında bile odamı aydınlatan aşkını özlüyorum, seni özlüyorum işte...Her kavgamızın sonunda çektiğim sancıları, seni kaybetmek korkusunun yüreğimi bir bıçak gibi kestiği anları bile. Seni sevmeyi özledim en çok, seni...” diye yazmıştı karısı. Öylece kalmıştı, bakışları donmuştu sanki, sandalyeye yığılır gibi oturdu. Ne kadar uzun zaman olmuştu karısının duygularını okşamayalı ve ne kadar uzun zaman olmuştu onun ellerini tutmayalı.
“Zehra hanım sizi dün gece çok bekledi efendim” demişti yardımcıları. Boş gözlerle baktı önce, sonra “eşim nereye gitti biliyor musun? diye sordu. Hayır cevabını alınca, çocuklarını aradı, ardından en yakın arkadaşlarını aradı, Zehra hanım ortalarda yoktu. Çantasını alıp evden çıkmaya hazırlanırken, kendisini bekleyen şoförü “arka kapıdan çıkalım efendim kapıda gazeteciler var” demişti. Arka kapıyı açtığında yüzünde patlayan flashlar Hulki beyi kızdırmış olsa da dün yaşanan arbededen sonra sessiz kalmayı tercih etti. Kendisine yöneltilen hiç bir soruya cevap vermeden hızla arabaya doğru yürüdü. Zorla binebildiği arabası arkasında toz bulutu bırakarak gözden kayboldu.
Hulki bey işyerinde de huzursuz bir gün geçirdi, eşinden haber alamamıştı, gazetecilerden kurtulmanın en güzel yolu evine gitmemekti. Şoförüne, oğlunun evine bırakmasını söyledi. Gece geç saatlere kadar eşinin gidebileceği şehir otelleri, akraba, arkadaş, tanıdık kim varsa arandı. Zehra hanımdan yine hiçbir iz yoktu.
Çaresizce karakola bilgi verildi. Basının ilgisi, çocuklarının aşağılayıcı lafları Hulki beyi iyice bunaltmıştı. Üstelik karısını bulamaması hayatını alt üst etmişti.
O akşam evine döndü. Elindeki çantasını fırlatırcasına attı kapının arkasına. Yatağın üzerine bıraktı kendisini. Gözlerini tavana dikti, hayatı bir film şeridi gibi geçti gözünün önünden. Karısı ile mutlu bir hayatları olmuştu. Kızı ve oğlunun dünyaya gelmesi ile evliliklerini daha da sağlamlaştırmışlardı. Her evde olduğu gibi ufak tefek kavgaları olsa da birbirlerine olan saygıları hiç bitmemişti. Uzun süren evlilikler bir süre sonra rutinleşiyordu, bunu karısı ile de konuşmuşlardı. İlgisizliğin başka bir şey olduğunu şimdi anlamıştı. Hulki bey yatağın üzerinde kaç saat hareketsizce kalmıştı bilemedi.
İsteksizce doğruldu yatağından, ceketini çıkarıp sandalyenin başına astı, tuvalet aynasının önünde duran bir defter dikkatini çekti.
Defterin başında “sevdiğime mektuplar” yazıyordu. İlk sayfayı çevirdi. Sağ üst köşeye tarih atılmıştı. İstanbul 2002 saat 04.00. Demek ki karım 7 yıldır yazıyor diye düşündü. Merakla okumaya başladı.
“Hayatlarımızın öyle anlarına tanık olmuştuk ki artık, beni ben, seni sen yapan her ne varsa bir bütün olmuştu. Yani biz olmuştuk, bir sevdalıydık, bir tutkulu bakıştık yarınlara umutla yürüdüğümüz”.
Sayfaları karıştırdı, çeşitli tarihlerde yazılanları okudu sıkılmadan. Karısı sürekli olarak ona olan özlemini “seni çok özlüyorum” diyerek dile getiriyordu.
7 yıl olmuş muydu ben karıma ilgi duymayalı. Yok yok o kadar olmamıştır diye düşündü. Okumaya devam etti. Son sayfaya geldiğinde tarihin yeni olduğunu gördü.Evlilik yıldönümlerinin olduğu akşam yazmıştı bu satırları Zehra hanım.
“Her gün varlığınla ısınmıştı içim, tüm ruhumu saran, her yeni güne gözümü açar açmaz içime dolan günaydınımdın. Seni özlemek dayanılmaz hale geldiğinde bile ben hiç ağlayamadım. İçimdeydin, seni gözlerimden akıtmaya kıyamadım. Senin için çektiğim acıyı sevdim, özleminle dost oldum. Bir çocuk yüreği gibi masumca taşıdım, masumca yaşadım seni...Bu hayatta verdiğim her nefeste, gittiğim her yerde sende benimle birlikte vardın. Yalnızlık nedir hiç bilmedim, hiç yaşamadım olmadığın halde sensizliği. Seni özgürce sevebilmeyi başardım ben. Bugün içim çok sıkıntılı, yolun sonunda olduğumu görüyorum, yine içimde adını koyamadığım o tarifsiz duyguyu hissettim. Tıpkı annem gibi çaresizim. Sevgimin büyüklüğüne sigaramdan derin bir nefes çektim. Senin yerine yaşadığım yorgunluğa sarılıp uyuyacağım bu gece. Beni sevdin mi, nefret mi ettin tam anlayamadım”. Hulki beyin canı yanmıştı. Karısını çok üzdüğünü anlamıştı. Ne olursa olsun kendini affettirmeliydi.
Belki bir haber vardır diye karakolu aradı, telefonun ucundaki ses oraya kadar gitmesini istiyordu. Kalbi ağzından çıkacak gibi olmuştu. Merdivenleri ikişer ikişer indi. Şoförünü beklemeden arabaya atladığı gibi soluğu karakolda aldı. Komiser “sizi buraya kadar yorduk, eşinize benzeyen birini bulduk” dediğinde kulakları uğuldadı hiçbir şeyi duyamaz oldu, ayakta durmakta zorlandı. Polislerin yardımı ile bir sandalyeye oturdu. “Biraz dinlenin sizi teşhis için morga götüreceğiz” diye sözünü tamamladı komiser.
Hulki bey ayağa kalkmaya çalıştı dizlerinde derman kalmamıştı. Bütün gücü “teşhis için morga götüreceğiz “ cümlesi ile bitmişti. Cebinden telefonunu çıkardı, titreyen sesiyle çocuklarına haber verdi. Onlar gelmeden morga inmek istemedi.
Bir kolunda kızı, diğer kolunda oğlu ile morga indiler. Görevli örtüyü kaldırdığında dünyası başına yıkıldı Hulki beyin. Kızların kaderi de annelerine benzermiş. Oracıkta cansız duran Zehra’sıydı. Annesi gibi bir eylül sabahında, onunda hayatının son bulmasına neden olan ihanetin kahramanıydı artık. Bu vicdan yükünü nasıl taşıyacaktı. Omuzları çöktü.
Karısının boynundaki eşarp nişanlandıklarında ona aldığı ilk hediyesiydi. Bu eşarbını çok severdi, kıyamazdı kullanmaya.
Hulki beyin karısının ardından yaşadığı sürece hatırladığı tek şey o eşarp oldu.
Terasta sallanan sandalyede kafası geriye devrilmiş, elinde karısının eşarbını koklarken, belli belirsiz iki cümle döküldü dudaklarından Hulki beyin “geliyorum bekle beni güz gülüm” diyerek o da karısı gibi bir eylül gününde sonsuzluğa yürüdü.
Hülya TÜRK
YORUMLAR
yaprak dökümü........son bahar her daim hüzünü çağrıştırır.....komedi gibi yaşadığımız hayatın son perdesi dramdır....çok güzel bir kurgu.....çok güzel bir anlatım....çok güzel bir kalem tebrikler