- 820 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SON GÜN(BABAMA)
Kara bulutların hüznü çökmüştü köye. Tarihler 15 Aralık Çarşamba gününü gösteriyordu. Bir haftadır hastaydı ama yine de işini aksatmıyordu. Çalışması gerekiyordu yoksa kim okutacaktı dört çocuğu. Sanki her şey bir aksilik içindeydi. Odanın her gün ne güzel yanan florasanı bile yanmıyordu. Sanki ilerleyen saatlerde ne olacağını biliyor gibicesine. Sarı ışığın altında oturan insanlar ve soldan soldan giren bir sancı. Her şey o anda başladı. Sancı giderek artıyor, kıvrandırıyordu. Sadece ağzını açıp büyük oğluna
- Araba bul beni doktora götürün
Diyebildi. Herkes bir heyecanla araba aramaya çıktı ve bir anda odada en küçük oğluyla baş başa kaldı.
Gel oğlum dedi ve boynuna sarıldı.
- Doyamadım sana oğlum diye ağladı.
Sanki olacakları hissediyordu. Doyamamıştı oğluna, çocuklarına. Doyamamıştı hayata. Oğlu daha on üç yaşındaydı ve çocuktu. Arkasında bırakmak zorunda kaldı. Çok istiyordu oğullarının okuyup bir yerlere gelmesini ama üniversite son sınıfta okuyan oğlunun bile mezuniyetini göremiyordu. Hevesleri hep içinde kalıyordu. Ömrü hep çalışmakla geçmişti. Hayatı hep sıkıntılar içinde oralara gelmişti. Önce eşini kaybetmiş sonra yeniden evlenmişti. İkinci eşinden doğan iki kızını, iki nazını genç yaşında doktor doktor dolaştırmış, çare olmayınca da kaybetmişti. Yetmemişti hayat onun rahatlığa kavuşacağı ana kadar.
Araba bulmaya gidenler gelmiş, acil bir şekilde götürmüşlerdi. Sancı tüm hızıyla devam ediyor, bir türlü dinmek bilmiyordu. Kasabanın sağlık ocağına gitmişler çözüm olmamış, ilçeye sevk etmişlerdi. Evde tedirgin bekleyiş sürüyordu. Herkes büyük umutlar taşıyordu içinde ve bir saate kadar herkes döneceğini düşünüyordu. Oysa iş işten çoktan geçmiş ve babaları ruhunu çoktan teslim etmişti. Hastaneye bile ulaşamamıştı. Saatler 18.15 i gösteriyordu ki telefon çaldı. O telefon hiç bu kadar acı çalmamıştı, hiç bu kadar yürekleri ağza getirmemişti. Herkes bir anda telefonun başına koştu. Yaşı ilerlemiş, burnundan soluyan, sesi kalınca bir bayan
- Ayşe babanız öldü.
Bir anda ortalık buz kesmişti. Herkes bir anda solmuştu sanki. İnsanlar sanki bir anda yaşlanmıştı. Sonrada arkasından arşa yükselen çığlıklar. Ateş düşmüştü kırk yıllık ocağına. Aşklar sevdalar hayaller bir anda sekteye uğramıştı. Bir taraftan insanlar öbek öbek evine geliyor bir taraftan da kara haber hızlı bir şekilde yayılıyordu. İnsanların ağzından
- İyi insan iyi zamanda ölürmüş ramazanda öldü
Sözleri çıkıyordu. Herkes evinde toplanmış, dışarıdaki çocukları toplanmış, matem tüm yüküyle çökmüştü. Ruhu bedenden çıkar çıkmaz kuş olup uçmuş evinin üstüne gelmişti. Son kez evine çocuklarına vefa abidesi eşine son kez bakıyordu. Cansız bedeni de geliyordu evine son kez, bir daha gelmeyecekti çok sevdiği evine. Arkasında yedi tane bekâr evlat bırakmış ve evinde misafirdi. Son geceyi geçiyordu. Gecenin ilerleyen saatine kadar gözyaşları sel olmuş akmış, kimse uyumamıştı. Sahur vakti gelmişti. İnsanlar kimi ateş yakmış ısınmaya çalışıyor kimi de işleri yetiştirmeye çalışıyordu.
Sabah olmuş, artık gitme vakti geliyordu, toprağa girme vakti geliyordu, hesap yaklaşıyordu. Önce ruhundan ayrılmış bedenini güzelce yıkadılar sonra gönlü kadar beyaz bir kefene sardılar. Sonrada usulca tabuta koydular. Gidiyordu artık, son kez çıkacaktı evinin kapısından, bir daha dönemeyecekti. Sonra götürdüler… Mezarlıkta cenaze namazı kılınıyordu, şöyle bir etrafına baktı ve iki oğlu yoktu. Biri doyamadım dediği küçük oğlu diğeri de yine ‘’Kara Muhittinim’’ dediği oğluydu. Muhittin İstanbul da olduğu için ulaşamamıştı, küçük çocuğun ise küçük bedeni dayanamamıştı o kadar acıya ve uykusuzluğa olduğu yerde uyuyup kalmıştı. Namazı bitmişti, götürüyorlardı, götürdüler iki kızının, iki dilberinin, iki kuşunun yanına gömdüler. Bitmişti altmış yıllık hayat. Hemde bir gün bile rahat etmeden hem de bir gün yüzü görmeden. Ömrünün çoğunu borç ödeyerek hastanelerde gezerek ve birde oğullarının okutma derdiyle geçirmişti.
İşte babacığım bu da senin hikâyen. Sakın ha aklına bile getirme oğlum beni unuttu diye. Ben seni hiç unutmadım hem de her geçen gün sana olan hasretim sana olan özlemim artıyor. Her oğluna sarılan babayı görünce hıçkırıklar boğazıma düğümlense de sabır ediyorum. Biliyorum sen cennettesin ve ben sana kavuşmak için, cennette beraber olabilmek için elimden geldiğimce iyi yaşıyorum. Ben doyamadığım babama doymak için sen doyamadığın küçük oğluna doymak için. Bekle beni babacığım boynuna sarılıp hasret gidermek için, elimden tutup cennet bahçelerinde gezmek için, Kevser havuzundan bana avucunla su içirmek için bekle beni mutlaka geleceğim. Ha birde baba sen gittikten sonra ben hiç büyümedim -zaten annemde bana halen çocuk muamelesi yapıyor- sadece hüzünlerim büyüdü. Senden önce her acıya ağlardım babacığım ne acılar varmış, duyanın içi yanarmış ama ateşte düştüğü yeri yakarmış.