- 762 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HİLMİ BEY...
Artık her şey bitmek üzereydi; kıpır kıpır dudakların okuduğu dualar göz yaşlarıyla sulanmış, Tanrı’dan rahmet dilenmişti... Yetmiş yaşındaydı. Yetişkin torunları bile vardı. Yakınları, akrabaları, dostları ona karşı yapabilecekleri son görevlerini de tamamlamış, hüzünlü bir sessizlikle mezarlıktan ayrılmaya hazırlanıyorlardı. İşte ne olduysa o an oldu; elli yıl onunla birlikte aynı yastığa baş koyan kocası Hilmi bey çığlık çığlığa haykırmaya başladı…
"- Seni seviyorum Mehlika… Seni seviyorum mehlika…"
Yetmiş sekiz yaşındaki Hilmi beyin yaşlı sesi mezarlıktaki hüzünlü sessizliği bir anda bozuvermişti… Mezarlığa gelenler şok olmuşlardı. Çocukları, torunları çok utanmışlardı doğrusu; yetmiş sekiz yaşındaki babalarının, dedelerinin böyle bir şey söylemesinden… Olacak şey miydi? Hem de mezarlıkta, bu kadar insanın önünde… Cık cık cık… Ne kadar ayıp… Şok olmuşlardı doğrusu, utanç içindeydiler... Handiyse orta yaş sınırını aşmış çocukları, yetişkin torunları, alı al, moru mor ihtiyar babalarını, dedelerini yatıştırmaya çalıştılar:
"- Tamam baba..."
"- Biliyoruz tamam dede...”
"- Ama şimdi sus..."
"- Burası yeri değil…"
"- Yeri de değil, zamanı da değil canım…"
Yetmiş sekiz yaşındaki Hilmi bey kendisine söylenenleri duymuyor gibiydi. Kendisinden beklenmeyen bir güç ve çeviklikle kurtuldu ellerinden kapandı mezarın üzerine ve var gücüyle haykırdı:
"- Seni seviyorum Mehlika… Seni seviyorum Mehlika…"
Hoca efendi, kabrin baş ucuna çökmüş talkın vermeye çalışıyordu… Hilmi beyin kızı ve iki oğlu babalarını engellemeye çalıştılar. Kollarından tutup kaldırmak, oradan uzaklaştırmak istediler ama güçleri yetmedi. Kaldıramadılar yetmiş sekiz yaşındaki Hilmi beyi, Mehlika hanımın taze mezarının başından…
"- Seni seviyorum Mehlika" diyordu da başka bir şey demiyordu…
Dağılmak üzere olan kalabalık durmuş ona bakıyordu. Çocukları ve torunları bu bakışlardan saniyeler geçtikçe daha çok rahatsız olmaya başlamışlardı. Ama o inatla sürdürüyordu haykırmalarını:
"- Seni seviyorum Mehlika…"
Nihayet hoca efendi daha fazla dayanamadı. Yarıda kesti talkını. Kalktı ve yanına geldi:
"- Sabırlı olmalısınız" dedi. "Bir gün her şey aslına dönecektir. O, sen, ben, hepimiz… Her şey... Sırasıyla... Şimdi bize düşen, hayata kaldığımız yerden devam etmek ve sıramızı beklemektir. Buraya bakıp; hemen sıra bizdeymiş gibi, hayata bakıp; sanki bize sıra hiç gelmeyecekmiş gibi yaşamalıyız. İyilikle, güzellikle, sabırla, metanetle..."
Yetmiş sekiz yaşındaki Hilmi bey yaşlı gözlerle baktı; kendisini teselli etmeye çalışan hocanın yüzüne:
"- Ben onu o kadar çok sevmiştim ki" dedi. "O benim her şeyimle ilgilendi. Tam elli yıl sadakatle, şefkatle, merhametle… Ama ben bunu ona bir defa bile söylemedim. Bir defa bile seni seviyorum demedim ona yaşarken..."
Sonra tekrar hıçkırıklara boğuldu. Artık vücudu zayıf düşmüştü. Daha fazla dayanamadı, yetmiş sekiz yaşındaki Hilmi bey kendinden geçerek elli yıllık eşi Mehlika hanımın taze mezarının üzerine yığıldı kaldı…
Evet; bir çoğumuzun yaptığını yapmıştı yetmiş sekiz yaşındaki Hilmi bey. Mehlika hanıma hayattayken onu ne kadar çok sevdiğini söylememişti…
Lütfen… Şimdi… Hemen… Hiç vakit kaybetmeden… Yanı başınızdakine dönün ve ona:
"- Seni seviyorum" deyin…
Çünkü yarın çok geç kalmış olabilirsiniz…
18 Ekim 2005 – Adatepe
(“Şiir Gibi” adlı sesli kitabımdan.)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.