- 934 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
BEDİÜZZAMAN VE II.ABDÜLHAMİD HAN
İnsanlar vardır, iyilikleri ve faziletleriyle anılırlar. İnsanlar vardır, kötülükleriyle ve yaptıkları yıkımlarıyla anılırlar.
Biz de Üstad Bediüzzaman Saidi Nursi’yi anarken, onun hayatından dersler çıkarmak için anmalıyız. Bize ibret verecek hususları ön plana çıkarmalıyız. Onu anlamaya çalışmalıyız.
Ben bu kısacık yazımda, kendi görüşümce bunu yapmaya çalışacağım. Okuyucum, yazımın hemen ilk paragraflarına bakıp hükmünü vermesin. Yazımı sonuna kadar okuduktan sonra ne demek istediğimi ancak anlayacaktır.
Yazıma başlarken ifade edeyim ki, o bir insandı. Melek veya peygamber değildi. Muazzam mücadele ve mücahedelere imzasını atarken, hatalar ve kusurlar da işledi. Ama tevbe etmesini bilerek onları telafi etti. Asrının kutup insanı olmaya hak kazandı.
Bu konuda şunları yazacağım:
19. Asrın son çeyreğinde adını duyurmaya başlayan ve 20.Asrın ilk yarısında zirveye çıkan Üstad, insan olması dolayısıyla ve iyi yapıyorum zannederek bazı hatalar işleyebilmiştir.
Onun en önemli hatası, II. Abdülhamid Han’ı maalesef anlayamamış olmasıdır. Aralarında bir takım tatsız olaylar geçmiştir. Bunun teferruatına girecek değilim. Ama Ulu Hakan’ı anlayabilmek için aradan uzun yıllar geçmesi gerekmiştir. Üstad, II.Abdülhamid Han hakkında yazdığı yazılarda ve yaptığı değerlendirmelerde, onun birtakım uygulamalarını daima “istibdat” olarak ifade etmiştir. Olayın gerçeği ise II.Abdülhamid Han’ın hatıralarında saklıdır. Yaptığı her bir uygulamayı, neden ve nasıl yaptığını uzun uzun anlatan Ulu Hakan, anlamayanların istibdat olarak algıladığı bu uygulamalarının, Osmanlı, İslam ve Hilafet düşmanlarının yıkıcı faaliyetlerini önlemek ve onların önünü tıkamak için yaptığını anlatmaktadır. Siyonistlerin ve Haçlı zihniyetinin tesirinde kalanların ve bilmeden onların oyunlarına gelenlerin hata yapmalarını önlemeye çalıştığını ifade etmiştir. Nitekim bugün geriye baktığımızda bunu net olarak görebilmekteyiz.
Bu durumda Üstad’ın , II.Abdülhamid Han’ı hayatta ve iktidardayken anlayamadığını ifade etmek mümkündür.
Ayrıca II.Abdülhamid Han’ı, Siyonist ve Haçlı zihniyetlerinin teşvik ve tahriki ile iktidardan uzaklaştırıp, Osmanlı Devleti’nin iktidarına el koyarak, 10 yıl gibi kısa bir müddet içinde o güzelim İslam Devleti’ni yıkan, İttihat Ve Terakki partisinin destekçileri arasında, ne yazık ki, Üstad Bediüzzaman da vardır.
Kendisine İttihat Terakki mensuplarının mason olduğu ve yıkıcı faaliyetler içinde bulundukları hatırlatılınca da, şu cevapları vermiştir:
“Fakat emin olunuz ki, onların masonluğa girmeyen kısmının maksatları dine zarar değildir. Belki, milletin selâmetini temin etmektir…”
“Onların bir kısmı selamet-i millet fedaileridir”
“Vakıa onlarda birtakım edepsiz, çok sefih masonlar dahi bulunur; lâkin yüzde ondur. Yüzde doksanı sizin gibi mu’tekid Müslimlerdir”
(Münazarat, s. 80-81)
Görüyoruz ki Üstad, sonradan İttihad Ve Terakki partisinin iktidarı sırasındaki uygulamalarını da eleştirmeye başlamıştır. Lakin bu eleştirileri, önceden yüzde on olarak kabul ettiği azınlığın yaptığı yanlışlar gibi görerek yaptığını söylemek mümkündür. İttihat Ve Terakki’nin, Üstad Bediüzzaman tarafından eleştirilen yönleri “istibdatçı” uygulamaları (Divanı Harbi Örfi, s. 49), “dinde laubalilikleri” ve özellikle Cemiyet’in “İstanbul Şubesi”nin uygulamalarıdır. (Divânı Harbi Örfi, s. 39) Cemiyetin bu olumsuz uygulamalarını, “İttihatçıların bozuk kısmının cinayetleri” olarak niteleyen Bediüzzaman, cemiyetin bütün mensuplarını bu olumsuzluklardan sorumlu tutmaz. (Emirdağ Lahikası, s. 442)
Ne zaman ki, İttihatcıların maceracı, acemi, gözü kara politikaları sebebiyle, İslam Devleti 10 yıl içinde yıkılmış, işte o zaman yaptığı hatanın farkına varabilmiştir. Varabilmiştir ama, çatısı ve duvarları yıkılmış bulunan bir evdeki her şeyin fırtınaya maruz kalması gibi, savrulup yerden yere vurulmasına engel olmanın imkanı kalmamıştır. O İslam Devleti olan ev ki, yıkmak isteyenlerle, yıkılmasını önlemek isteyenlerin mücadelesinde kendisi de bulunmuş, ama evi korumaya çalışanların yaptıklarını “istibdad” zannederek yıkım ekibinin yanında yer almıştır.
Duvarları yıkık harabenin içinde kendisi de tipiye tutulmuş, kalan ömrü vadiler ve tepeler arasında savrulup yerden yere vurularak, ya da karanlık zindanlar içinde geçmiştir. Hatta bu fırtına onu mezarında bile rahat bırakmamış almış götürmüştür.
Şurası unutulmamalıdır ki, Üstad Bediüzzaman, iyi yapıyorum zannederek bu hataları işlemiştir. Hata olduğunun farkına vardığı zaman da, atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmiştir. İslam binası yıkıldıktan sonra pişmanlık ve tevbe günleri gelmiştir. Nasuh tevbesi ile tevbe ve pişmanlık göstermekle birlikte Üstad, muazzam bir, “imanı koruma ve diriltme mücadelesi”ne başlamıştır. Yıkılmasına görüş ve kanaatlariyle destek olduğu enkazın arasından, neslin imanının kurtarılması için yaptığı mücadele, mücahede ve ilmi çalışmaları onu asrının kutup yıldızı seviyesine ulaştırmış, hepimizin hayranlık ve gıptayla izlediğimiz “Bediüzzaman” böyle ortaya çıkmıştır.
Şimdi şu bir iki tespiti yapabiliriz:
Önce günahsız ve kusursuz insan ararsak bulmanın mümkün olmadığını bilmeliyiz. Çünkü artık Peygamber gelmeyecektir. Peygamber olmayan insanlar ise, günah ve kusur illetine daim maruzdurlar. Üstadı da kusursuz kabul etmek, onu haşa peygamber seviyesinde görmek demek olacaktır. Asıl olan iyi niyetle bile olsa, günahın farkına varıp, tevbe etmek ve telafi edici ameller işlemektir. İşte o bunu yapmıştır.
İkincisi; güzeli kötü, kötüyü de güzel gösteren Siyonist ve Haçlı propagandası ne yaman propagandadır ki, alim ve fazıl insanları bile yanıltıp batıla hizmet ettirebilmektedir. Nitekim Üstad’ın yanında Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy ve ülemadan Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır gibi nice isimleri bile yanıltabilmiş bir Siyonist propagandadan söz ediyoruz. Elbette Üstad gibi, bu alim ve fazıl insanlar da pişman olmuşlar, tevbe etmişler ve iyinin hakim olması için kalan ömürlerini mücadele ve mücahede içinde geçirmişlerdir.
Şahsi kanaatim şudur ki, siyaset mesleğini şeytana benzettiği ifade edilen Üstad, bu kendini yanıltıp, batılın yanında yer almasına sebep olan siyaset tarzını kasdetmiştir. Yoksa bir peygamber mesleği olan ve insanları Hakk’ın hakimiyetine hizmet ettiren siyaseti kasdettiğini ifade etmek, ona yapılacak en büyük bühtandır.
Bir başka husus, insanlar çok büyük günahlar bile işlemiş olsa, hatta bu günah İslam binasının yıkılması neticesini doğurmuş bile olsa, Nasuh tevbesi ile tevbe edip, hatalarını telafi etmek için çalışmışsa, bu günahları Allah ve insanlar katında derece almasına asla mani değildir. Hatta kendi işlediği kusuru telafi ederken yaptığı muazzam çalışmalarla asrının kutbu olmak bile mümkündür.
Ve en önemli hususlardan birisi de, Abdülhamid Han gibi, İlayı Kelimetullah ve İslam birliği için gayret sarfeden, fedakarlık yapan ve bu konuda ömrünü feda eden insanlara daima destek olmak gerekmektedir. Her devirde gelmesi mümkün bu nevi insanlar da, insan olmaları hasebiyle hata ve günah işlemiş olabilirler. Bu hata ve günahları bahane ederek bu sebeple onları desteklemekten vazgeçmek asla doğru değildir. Bilinmelidir ki, Siyonizm ve Haçlı zihniyeti, beyinleri bulandırıp insanları batıla hizmet ettirmek için, bundan 100 yıl önce yapmış olduğu yanıltıcı propaganda metodlarını geliştirmiş, bin kat daha tahrip edici boyutlara taşımıştır. Asıl olan bu yanıltıcı propagandaların farkına varmak ve oyuna gelmemektir. Tarihten ve Üstad’ın hayatından ibret alınmalıdır. Bundan 50-100 yıl sonraki tarihin vereceği hükümleri düşünüp, batıla hizmet edenlerin listesinde bulunmamaya çalışmak esastır. Tevbe edip Hakk’ın hakimiyetine çalışmak için, her zaman Üstad kadar ömür, gayret ve feraset sahibi olamayabileceğimizi unutmayalım.
Son olarak da, iyinin hakimiyeti mücadelesi veren siyaseti, şeytan işi olarak görmek ve göstermek Üstad’ı anlamamış olmak ve ümmetin felakete sürüklenmesine zımnen yardım etmek demektir. Bunun yerine İlayı Kelimetullah için mücadele ve mücahede edenlerin baş destekçisi olma gayret ve basiretini daim göstermeliyiz.
Üstad Bediüzzaman Saidi Nursi’yi rahmetle andığımız şu günlerde, bu bilgileri bir tarafa not etmekte fayda vardır. Onu sadece anmak değil, anlamaya da çalışmak gerekir.
Ekrem Şama
www.ekremsama.com
YORUMLAR
Merhaba sayın Şama
Merhum Said Nursi'yi değişik bir açıdan incelemişsiniz . Öyle bir dönemde yaşıyoruz ki diploma adedi arttıkça cehalet de artıyor. Bir gazeteci arkadaşım yıllar önca benim bir makalemden Şeyh Sait ile Sait Nursi'nin ayrı kişiler olduğunu öğrendiğini itiraf etmişti . Yazınızda kısa da olsa Said Nursi'yi biraz daha tanıtabilseydiniz bilmeyenler için daha yararlı olurdu diye düşündüm .
Merhum Said Nursi bir dava adamı idi . Kafirler karşısında asla eğilmedi . Eski genelkurmay başkanı emekli general İlker Başbuğ bile iki yıl önce Harp Akademilerind eyaptığı konuşmada " bu memleket için en büyük tehikenin bir cemaat olduğunu " ifade ederek hedef gösteriyordu .
"Siyaset ve Şeytan " dan Allah'a sığınan merhum Nursi imanlı ve şuurlu bir gençliğin yetişmesinde imam olmuştur.
Allah'ın rahmeti üzerine olsun .
Yakın tarihimiz yalanlarla dolu. Hangi tarihçiye inanacağız bilmiyoruz. Yıllarca orta okul ve liselerde Ulu hakan Abdülhamid hanı bizlere kızıl sultan diye anlattılar. Ne acınacak durum bu. Gerçekleri yazan kitaplarda yakına kadar yasaktı. Yazdıklarınızla beni aydınlattınız. Çok teşekkür ederim. Bayramınız mübarek olsun...