- 815 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
BİR CİNAYETİN ÖYKÜSÜ
Deniz kenarında, küçük bir belde. Yeryüzünde beni ondan iyi tanıyan yok. Burada doğdum. Burada büyüdüm. Onu benden iyi tanıyan yok. Çok uzun zamandır uzağım. Türlü bahaneler engelledi, görüşmemizi. Ama şimdi buradayım.
Beynimin içinde sesler, görüntüler, isimler, suretler. Sokaklarında ilerledikçe, daha çok hatırlıyorum. Daha çok resim netleşiyor, beynimin derinlerinde. Daha çok isim bedenleşiyor, gözlerimin önünde.
Buradan sağa dönmeliyim. İsmet amcaların evinin köşesinden. Yeşil boyalı kepenkleri vardı. Bahçesinde mis kokulu çiçekler ekiliydi. Garip, ev yok. Bu köşe değil miydi acaba? Nereden çıktı bu dört katlı bina? Bir tuhaflık var. Yine de döneyim köşeyi belki daha iyi hatırlarım. Evet, tamam. Doğru yerdeyim. Ben doğru yerdeyim de apartman yanlış yerde. Ne yeşil kepenkler kalmış, ne de mis kokular.
Önüme çıkan cadde boyunca yürüyorum. Sağ tarafımda çay bahçeleri var. Var? Hayır, olması lazım demem lazım. Çay bahçelerinin yerine elektronik oyunlar oynanan bir yer yapılmış. Metalik sesler, kulağımı tırmalıyor. Çirkin. Çok çirkin.
Tanıdığım evlerin hiçbiri yok yerlerinde.
Tanımadığım işportacıların önünden geçiyorum. Yolun sonuna geliyorum. Evim nerede? Buz gibi bir rüzgâr esiyor, başımdan ayaklarıma doğru. Telaşla dönüyorum. Hızla gezdiriyorum gözlerimi sokağın sağında. Evim! Buruk bir gülümseme yayılıyor dudaklarıma. Evim ne kadar zavallı duruyor. Ne kadar küskün, ne kadar kırgın. “ Beni nasıl görmezsin? “ der gibi bakıyor. Haklı. Nasıl görmem, nasıl geçer giderim önünden?
Sağında ve solunda yükselen apartmanlar arasına sıkışmış, zavallı, kimsesiz duruşlu evim. Böyle miydin eskiden? Biz yoksak balkonunda, sana selam verirlerdi önünden geçenler. Kasımpatıları, hanımelileri, yaseminler açardı bahçende. İki yanında ki palmiye ağaçları neferlerin gibiydi, asırlardır. Buz gibi sular akardı, bahçendeki musluktan, buzdolabı niyetine kullandığımız havuzuna. Kavunumuzu, karpuzumuzu içine koyardık. Torba torba üzümler atılırdı içine, soğusunlar diye. Her sabah başını yıkardı babaannem, altında iki dakikadan fazla elimizi tutamadığımız suyunda.
Su yok. Havuz yok. Evim; var ama yok.
Gözpınarlarıma biriken yaşları görmesin diye, arkamı dönüp uzaklaşıyorum evimden. Yüreğim acıyor. Canım, yanıyor.
Yol boyunca ilerliyorum. Köşede çeşmesi olan dört yol ağzındayım. Dondum. Allah’ım bu ne? Bu nasıl bir ses ve görüntü kirliliği? İnsan istese, okulunda okusa; bu kadarını beceremez. Arabesk, fantezi ve türünü bilmediğim garip müzik karmaşası içinde yolumu bulmaya çalışıyorum. İşportacıların astıkları eşyalara çarpmamak için, başımı eğerek geçiyorum, önlerinden.
Hayda! Dere nereye gitti? Kenarındaki küçük yoldan Edremit yoluna çıkardık, bisikletle. Kapatmışlar. Kapatmışlar, üstüne de Arap tarzı bir mekân açmışlar. Yere değen tabureler, işlemeli, bordo renkli örtüler. Çarpık çurpuk masalar.
Yok, yüreğim daha fazlasını kaldırmayacak. Yola devam edemeyeceğim. Kahve ve sigara içip aklımı toparlamalıyım.
Aklımdan çok yüreğimin, ruhumun toparlanmaya ihtiyacı var.
İsmi tanıdık gelen bir çay bahçesine oturuyorum. Sigaradan yanmış, kirli masa örtüsünün görüntüsü midemi kaldırıyor. Oturmamla kalkmam bir oluyor. Koşar adımlarla otobüs terminaline gidiyorum. Bulduğum ilk İzmir otobüsüne atıyorum kendimi.
Hareket eden otobüsün camından doğduğum yeri izliyorum. Birden görüntü değişiyor. Çirkin apartmanların yerini bildiğim, şirin, bahçeli evler alıyor. Nermin teyze, Ahmet amca, Fatma yenge ve niceleri evlerinin önünden bana el sallıyorlar.
Önünden geçtiğim her ev sahibi ile birlikte yok oluyor teker teker.
Bir kız. Ayağında paçası kesilmiş pantolonu, başında kasketi. Sarı bir bisiklete binmiş, bekliyor. Hüzünlü gözlerle el sallıyor: “ Ben de öldüm onlarla birlikte “ diye bağırıyor, arkamdan. O benim çocukluğum.
Yanımda oturan genç kız, heyecanla anlatıyor: “ Teyzemler on sene önce yerleştiler buraya. Göç ettiler. Bak, evleri bu işte.” Bakıyorum. Sıdıka teyzelerin portakal bahçesiydi gösterdiği yer.
“ Nasıl kıydınız hepsine? “
“ Ne dediniz teyze? Duyamadım “
“ Boş ver kızım, duysan da anlamazsın.”
Eser Akpınar
09.10.2010
AKÇAY
YORUMLAR
Toplum olarak genelde estetik yoksunuyuz bir de üstüne üstlük mevcutlarıda yok edip sevimsiz mimarilerle betonlaştırma hünerimiz var. Doğadaki tüm canlıyı yaşanmaz zevksiz ortamlara mahkum ettik.
ÖNEMLİ MESAJ TAŞIYAN YAZINIZ İÇİN TEŞEKKÜRLER.
Eser Akpınar
Okurken benim bile içim sızladı, sizin onca değişiklik ve görüntü kirliliği karşısında ne hale geldiğinizi tahmin edebiliyorum.
Bir çok hatıra yerle bir edilmiş, o güzelim maziye olan hasret daha da katlanmış olmalı.
Anlatımınız çok etkili tebrikler, bayramınız kutlu olsun.
Eser Akpınar
İyi bayramlar...Sevgilerimle
Evet güzeldi
Hicbir sey eskisi gibi degil ne evler ne insanlar.
Yüreginize saglik
Hayirli bayramlar diliyorum size
Sonsz sevgimle
Eser Akpınar
bir çığlık kopar yüreğimden, çarpar kaldırımlar boyu sıralanmış beton yığınlarında kaybolan çocukluğuma...
ve, bir kez daha dizilir boğazıma Sıdıka teyzenin bahçesinden topladığımız portakal renkli anılar.
evet dost... eski bayramlar ve topraklar gibi onlarda kayboldular geçmişin karanlık sularında.
saygı ve selamlarımla kutlarım.
iyi bayramlar.
Eser Akpınar
Bayramınız kutlu olsun. Saygılarımla.
Evet duysa da anlamaz. Anlaması için orada anılarının olması lazım. Harika bir anı yazısıydı ve seninle birlikte, akçatı tekrar gezdim. Ben çok seviyorum Akçay' ı. En çok tercih ettiğim yerlerden bir yer. Sarıkız heykelinin olduğu yerde, bizim fotoğraflarımız vardır. Allah nasip ederse, ben de emekliliğimde o bölgeye yerleşmek istiyorum. Sonu içimi acıttı ama. Tebrikler sevgili arkadaşım.
Eser Akpınar
Evet Eser, duysalarda anlamayacaklar; çünkü yaşamaları lazım.
Eskiyi yad ettiğin bir anıydı. Biz de seninle birlikte dolaştık o eski ve yeni sokakları.
Sevgilerimle...
Eser Akpınar
DEĞİŞEN DÜNYANIN KATLİAMI.....HER YERDE VAR......RUHUMUZDA....YÜREĞİMİZDE....BETONLAŞTI.....HARİKA BİR ANLATIM....TEBRİKLER ESESR HANIM....SAYGILAR
Eser Akpınar
Değer katıyorsunuz. Teşekkür ederim. Saygılarımla