Midye Kabukları
20.10.2003
MİDYE KABUKLARI
Sen, düşlerimi ertelememeyi öğrettin bana. Ne kadar birikmişliğim varsa, hepsini harcattın. Sebeplerin değil sonuçların önemli olduğunu söylerdin. Çocuk kalmak için az, büyümek için çok zamanımız olduğunu anladım sonunda.
Açtıkça midye kabuklarını, hepsinin de içinde inci olmadığını fark ettim.
“Bitmesin” diye gözüne baktıkça ızgara aşkların, yemeden önce gözümün doyması gerektiğini söylerdin hep. Şüphe ettikçe senden, kendime acı çektirdim.
“Haklısın” demeyi hiç sevmezdim. Şimdi dilim döndüğünce haklı buluyorum seni.
Gıpta etmek için nedenim yok sanırken, kendime duyduğum aşinalığın, kendime duyduğum aşk olduğunu fark etmek tuhaftı. Şükretmek için beklediğim her neyse, ben bekledikçe gelmemek için direniyordu sanki. Şimdi ne kadar geç kaldığımı ve ne kadar yanlış yerde beklediğimi görebiliyorum.
Saatler yetmezken seninle olmaya, yokluğunda, bir tek an için göze alabileceklerimi duysan ne söyleyeceğini merak ediyorum.
Kuşbakışı kederler pek hoyrat oluyormuş. Ta ki, kederler ayağına dolanıncaya kadar.
Sahte gülüşleri gerçeklerinden ayırmak için, gözlük takmak yeterli değilmiş, önemli olan bakarken görebilmekmiş.
Uyurken dünya dönmez sanıyorsan, “yanılıyorsun” derdin.
“Kelebekler kadar narin duruşun ve dokunursam dağılacak sandığım yüreğinle beni ne kadar taşıyabilirsin? “ dediğinde, seni anlamamış olmak en büyük hatalarımdan biriydi.
Şimdi her ezilmişlik, bana ne demek istediğini anlatıyor.
“Tek tek kopardığında entarimin düğmelerini, yerine yenisini dikmeye bile vaktimiz olmayacak, elini çabuk tut ki, tek tutar dalından da olmayasın” demek, “ben gidiyorum” demenin garip bir yoluydu. Her sözcüğün kendi dünyası olduğunu bilecek kadar büyümemiştim daha. Vurup kaçmak bana göre değilken, kendime gözdağı vermekte nereden çıkmıştı?
“Sapır sapır dökülüyorum, açım, ama yiyemiyorum, susadıkça daha az içmek geliyor içimden” deseler, kahkahalarla gülerdim. Kendime gülmek içimden gelmiyor!
Seviyorum, öyle seviyorum ki, boş verdim, “hayatta boş vermem!” dediğim ne varsa.
Çizmişim üzerini umut bağladıklarımın, çalıp duruyorum yüreğimin tellerini, gerildikçe kopmamak için direniyorum. Tek sözünle akort etmek varken beni, öyle umarsız duruyorsun ki; dağılıyorum.
Geceyi örten yıldızlara, doğan güneşe, esen rüzgara sitem etmek, balıkları aç bırakmak, çiçeklerimi kurutmak geliyor içimden. Bıraksalar beni okyanusun ortasına, kurtulmak için tek kulaç atmayacak haldeyim.
Kokuyorum. Buram buram hasret geliyor burnuma.
Sapla samanı, iyiyle kötüyü, siyahla beyazı koysalar önüme ve seç deseler, kararlarımdan pişman olacağım kesin.” Tek tek öptükçe parmaklarımı, ruhuma değen ruhun için ne söylersem anlamsız. Boyun eğmek için tek sebep, ruhuna bir kez daha değebilmek.
TALAN AYŞE KANCA
YORUMLAR
çok güzel bir yazıydı... tam puan benden size... insan iki kişilik bir yalnızlığı bu kadar mı güzel ifade eder, bu kadar mı tanıdık gelir bazı şeyler insana, bu kadar mı dokunur bazı şeyler yüreğime ha işte o kadar dokundu bu satırlarda... sanırım biz bu aşk oyununda aynı tarafta yer alıyoruz ondandır:)) yüreğinize sağlık..