- 670 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
***...Gönül Tahtında Ondan Gayrı Sultan Olmasın Ya Rabb...***
Hepimizin vardır gönlümüze dönüp baktığımızda derin izler bırakan insanlar. Bu bazen bir dosttur, bazen aynı dili konuşamadığımız bir aile ferdimiz bazen de bambaşka dünyalardan olduğunu kendimize defalarca söylediğimiz bir gönül-çelenimiz. Bu birbirinden uzak insanların tek ortak noktaları ise bizim çemberimizin merkezinde yer alıyor olmalarıdır elbette. Aynı gönül hanesinde misafir edilmeleri. Aynı ev sahibinin sofrasında yer alıyor olmaları belki.
Şayet iyi bir ev sahibi iseniz ikramda bulunmanız icap eder. Gönlün ikramı elbet zeytin yağlı yeşil fasulye değildir. Gönül bol sevgi soslu, bazen aşk acısıyla terbiye edilmiş, bazen derin anlayışlardan süzülerek elde edilmiş ince bir meze sunar misafirine. Yedi deryadan getirdiği, sızdırıp damıttığı, bekletip durulttuğu gönül ferahlatan bir şeker şerbeti bazen de…Belki de baldıran zehirlerinden yapılmış, bir damlası nevrimizi döndüren, içtikçe acımıza acı katan, bildiğimiz bütün güzel tatlara olan iştiyakımızı kat be kat artıran katran karası bir iksir…
Ne sunarsa sunsun gönül, ikramdır nihayetinde. Başımızın üstünde, gönlümüzün içinde yeri olmalıdır bu izzet-i ikramın. Ağzımın tadını kaçırsa da midemizi delip geçse de gönülde onulmaz yaralar açsa da sevgiliden geliyorsa kana kana içmelidir. Düşünmemelidir ötesini, berisini, dününü yarınını. Hem de bir yudumda içmelidir…Sonra da derin bir “ah!..” yükselmelidir gökyüzüne. Evren semaya durmalıdır bu “ah”la… Zaman durmalıdır, şekil kaybolmalıdır, benlikten kurtulmalıdır, bütün iki’ler bir’leşmelidir..
Gönül kapılarını çalarken hep şekerli şerbetler için çalıyoruz sanırım. Hep durulup serinlemek, tatlanıp bereketlenmek için belki. Oysa her gün avuç avuç içtiğimiz ilaçların birini, hanesinde misafir olduğumuz ev sahibi verince kızıyoruz. Zehrin de şifa olduğunu unutuveriyoruz hemen. Bizim allı pullu yeşilli morlu duygulara ihtiyacımız var. Acı, dert, gam keder, ayrılık… bu katran karası şerbetleri istemiyoruz. Hele de bunlar en sevilenin ikramıysa ne onu ne de ikramını istiyoruz. Biz güzeli, güzel şeyler sunduğu için mi seviyoruz ne.
Oysa der ki Mevlâna “aşk bir davaya benzer, cefa çekmek de tanıktır. Tanığı olmayan dava kaybedilir.” (Şefik Can, Mesnevi Tercümesi, c.3-4, s.323)
Alın size zehirle dolu bir bardak. Buyurun nasıl içerseniz için. Serde aşk var demek cefa bardağına da talibim demektir oysa. Öyleyse nedir bunca şikayet… Söylenip durmalar…Ah u vahlar… Kibrinden Kaf dağını aşmalar… Gelene geçene sataşmalar… Her şeyi ben bilirim’ler… İncir çekirdeğini doldurmaya sızlanmalar… Bardağı ağzına götürüp sessizce koca bir yudum alamadıktan sonra boştur gerisi boş.
Varsa yüreğin dik cefa dolu bardağı tepene. Son yudumuna kadar israf etme. Belli ki senin için hazırlanmış bu cefa iksiri. Ne diye söylenir durursun hala. Koca bir yüreğe talipsen bir bardağın lâfı mı olur onun karşısında. Hiç teraziden de mi anlamazsın sen... İsteğine karşı bir bardak cefa. Hepsi bu… Şu kainatın mizanına bir bak. Cefasız sefa süren var mı ki… Ne çok söyleniyorsun ey âşık…
Gönül hanene misafir gelmiş, daha pazarlıktasın. Şöyle yaparsan böyle olur, şunu verirsen bunu alırsın diye. Dikkat et gelen “Tanrı misafiri”dir. Kapını çalmadan gelmiştir. Evde olmadığını bile bile gelmiştir. Belli ki ansızın yakalandın. Evin barkın pisti kim bilir. Derlenip toplanmak zaman alacak belki. Ama gelene git demekte neyin nesi…
Yok yok biz kendimizi seviyoruz ya… Kendi kendimize şekerli şerbetler sunabiliyoruz en fazla... Ya da bunları sunanlarla olmak istiyoruz. Bizim Mevlâna’dan da Fuzuli’den de haberimiz yok. Galiba biz sadece sevdiğimizi sanıyoruz…oysa sevince Fuzuli gibi sevmeli….
Demen kim adli yok ya zulmü çok her hal ile olsa
Gönül tahtına andan gayrı sultan olmasın ya Rab
(’Adaleti yok; üstelik zulmü çokmuş!.. ’ Asla söylemem ben bunları!.. Her nasıl olursa olsun, yeter ki gönül tahtımda ondan başka bir sultan olmasın ya Rab!..)
Biz sevmeyi de bilmiyoruz…
30/06/07-Cumartesi/13:50