- 724 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Gözaltı karartıları
Ey özgürlük! Kırık kanatlı güzel kuşum! Keşke seni vahşet bekçilerinden, duvarları, sınırları, kaleleri ve zindanları yapanlardan kurtarabilseydim. Keşke kafesini kırıp seni sabahın temiz, bulutsuz ve tozsuz havasında uçurabilseydim. Fakat… Benimde ellerimi kırmışlar, dilimi kesmişler. Ayaklarıma zincir vurmuşlar ve gözlerimi bağlamışlar…
Ali Şeriati.
Duvarın dibinde merdiven…Merdivenin bitişiğinde kapı…Kapının dışında sokak…Sokağın dışında ardı sıra dizilen kaldırım taşları…Tehlikeli cadde de sıralanan sokak lambaları.
Uzaklık kafamın itilmişliğinde.Hemen burada damarlarımda kanımda sıcaklığımda-soğukluğumda ve terimin içinde.Uzuvlarımda.
Sahi ben neden buradayım?
Anneme çok kızgınım…İçinde ölü bir cenin olarak doğsaydım da toprağa, yağmurlar bana meme olsaydı.Buraya düşmeseydim.Çünkü beni,insanlar gözleri ve sözleriyle çok hırpalıyorlar.Zaten o da en son bana, “sütümü helal etmeyeceğim” demişti.
“Anne, anne…” diye bağırdım.
Ben ona “anne” demezdim ki, “Aslı” derdim.
Sonra, sonraların dibinde keşkeler…ertelenmişliklerin keşkileri var.Kat kat geriye dönüyorum…debeleniyorum.İçim ıslak…İçim afat.
Kendime ne kadar çok sakatmışım. Geceleri “Aslı,Aslı…” diye sesleniyorum… Kalktığımda yalnızca onun fotoğrafında diriliyorum.“Tüh otobüste gitti.” Metroya iniyorum. Çok oldu derine indiriyor beni merdivenler. İnene kadar kaç göz beni gözledi? Bilmiyorum. Ama inene kadar sağımda solumda arkamda önümde çaprazımda onlarca kamera yüzlerini bana çevirdi. Merdiven beni indirirken.Hem yukarıdan hem de aşağıdan kameralar, birer gardiyan gibi beni gözlüyordu. Yüz ifadelerimi ayrıntılarıyla alabilmek içinde yuvarlak iri bir ayna koymuşlar hemen tepeme.
“Neredeydim? Ben mahkum muyum?”
Şu kafamda zonklayan elsiz şiddetler. Annemin beynime düşürdüğü bakışların kafa sancıları.
Gir vagondan içeri.Kalabalığa karış…Karıştıkça tırnaklarını ye,dudaklarını kemir,dişlerini sık kendini dışarı atana dek.Duvarlar,yüksek duvarlar,kalın duvarlar…Duvarlardaki aynalar… Dört köşeli aynalar…Ne kadar çoksunuz…Neden her şeye şahitsiniz? Kibirlilerin doğduğu yüzey, aynalar.
Kurtuldum.Çıktım.Şimdi tekrar caddedeyim. “Sakallarımda amma uzamış.Dinleme kendini bırak uzasın sakalların…uzadıkça kapatsın seni…seni başkası yapsın.
Kararlarının ipini sen yakmalıydın. Çünkü onlar sende eriyip dağılacaktı…kim bilir nereye.”
İçimdeki isyan sesleri bunlar.
Caddeye yüzü dönük büyük ekranda kendimi buldum.
Kendime baktım.Bana baktılar.Ben onlara baktım.Hepsi birbirine baktı.Gülümsedim. Sakladım yüzümü.Onların çoğu bakmıyordular bile.Çoğu uzun uzun voltalar atıyordu.
Ve beni aldılar…Hemen şuraya polis otosunun yanına.Duvarın yanında…sökülen kaldırım taşları arasında…kokuşmuş sokakların ağzında.
-Birader kimlik.
-Buyur.
-Nerelisin.
-Kimlikte yazıyor abi.
-Ben sana sordum.
-Kimlikte yazıyor abi.Neden bana soruyorsun ki?
-Sana ne lan.
-Al kimliğini.Git.
Her sene,her ay,her hafta,her gün,her saat,her dakika,her saniye…bir göz bana kayardı.
Sonra birçok söz kafama dolanırdı…nefesim kesilirdi.
“Çay içmeye geldim de gelmez olaydım.”
“İçeceğim lan bu gece.”
Suçumun barınaklarını kimler yaptı? Annemin kasıklarına mahrem sandıklarını taşıyan babam mı? Bana yarılan annem mi? Her şey soğuk…soğuk, buz gibi buralarda. Ateş desem o da cehennemin nöbetlerinde…Tutunamıyorsun...Göremiyorsun…Işığın önünü kapatmışlar…Yürüyemiyorsun… Yürüyorsun ama kaç başın gözcülüğünde? Binlerce sayamıyorum.Demek ki doğduğum gün mahkummuşum burada kendimden habersiz…Şu yürüyenlerin arasında…Şu kaybolanların sırtında…
Görünmeyen hücrelerdeyim.Çıldırmanın adına layık biriyim.Beni yasla kendine…göm derine…ulaştır karanlığa ki orada kalayım…çünkü burada arada sırada ışık belirince beyin hücrelerim acıyor…karanlıkta mırıldanmalıyım,yerleşmeliyim oraya.Seslere uzak,sesimi kulaklardan uzak tutmalıyım. Sus.Sus ki.Susku buz tutsun.Camlar bile bana bakıyor…camların içindekiler.Kameralar. Başları her döndüğünde yüzüm neden kızarıyor.Kafayı yedim.Karanlık bir kuyunun başında gibiyim…İrkildim.Biri arkamdan sesleniyor.
-Hey…hey…heyyy.
-Sana sesleniyorum.Neden duymuyorsun?
-Dalmışım abi.
-Ver kimliğini.
-Caddenin başında baktılar abi.
-Versene…Ver…Bana ne caddenin başındakilerden.
-Bekle,baktırayım GBT’ye.
-Olur.
-Al patladın.
Gitmeliyim.
Şimdi, bir mağazaya bir gömlek almak için girsem en az iki kişi başımda durur. Mahkeme salonunda mahkumu aralarına alan jandarmalar gibi.
Gitmeliyim.Oraya hiç girmemeliyim.
Karanlıkları, caddeye döl diye akmış gölgem ile yürüyerek yarmalıyım.Gölgem önden gideceği için zorlukları yaracaktı…Kolaylıkları ise bana bırakacaktı. Saçılıyor ışıklar.
Katran olmuş ışık…Nereye düştüm şimdi?
Kimse düştüğü yeri bilmiyor,ta ki düşüp yuvarlandığı zaman. “Ah Aslı,sana ne kadar çok dönmek istiyorum.” Düştüm.
İşte meşhur Balık Pazarındayım… “Balık baştan kokar” sözünün itibarını hiç düşürmüyor bu sokak. “Dal yine içine ürkütücü gözlerin, nefret dolu bedenlerin… Paragözlerin bakışlarına takılmadan yürü.Ve keyfince iç.Ha o lanet olası şişenin içinde ki şişede durduğu gibi durmuyor.Unutma.Yürü,kafana neresi yatarsa orada otur.”
Bunlar nefsimin iniltileri…
Renk renk ışıklarla donatılmış bir restauranta bakıyorum. Bir Cuma kalabalığı… İçeriye baktığımda kendimi çaresiz hissetmiştim. Aslı bana bir gün demişti ki, “O illetlerin içinde yaşarsan, o illetlerin kölesi olursun.” Sokak baştan aşağı kaplanmış. Birahanelerde içen içene… Hepsi oturuyor. Gözleri birbirlerinin masasında. Ben neden ortada öyle bekliyorum ki. Işıklar yine gözlerime vuruyor ve hücrelerim acılar içinde. Oturmalıyım artık bir yere. Kendime zaman tanıyacak halimde yok sözcüklerimde.
Garson, “efendim buyurun, hoş geldiniz.” “Hoş bulduk” diyorum. Oldum olası hep merdivenlerden korkarım… Ayağımı atar atmaz… Yine bir kamera bana dönüyor. Tam da dönecek zamanı buldu. Yüzüm kızardı… Titremelerim yokken onlarda başladı. Garson bana bakıyordu. Yürüdüm hafif sendeleyerek. Teras katında oturuyorum. Kalabalık, gözlerimde derin bir karanlık. Bu da neydi? Benim bakışlarım eskiden yüzleri deler geçerdi… Kuşları, kedileri, köpekleri, pencereleri, kapıları, özellikle de aynaları delerdi. Pek çok şey var içimde… Kendimde olmadığım için bulamıyorum. Her şeyim beni kaç yıldır küçülte küçülte içinde tutan o,boynu bükük kameraların ellerinde.
Garson, meze tepsisini getiriyor.
-İsimlerini sayar mısınız?
-Olur efendim.
Bir bir işaret ederek sayıyor.
-Pilaki, patlıcan soslu, şakşuka, acılı ezme, patlıcan ezmesi, levrengi, biber dolma, levrek marin, fesleğen soslu mezgit, deniz börülcesi, ahtapot salatası, soya soslu uskumru, haydari, semizotu, havuç tarama…
-Ben, semizotu, patlıcan ezmesi, acılı ezme birde ahtapot salata alayım.
-Tamam. Ara sıcak ister misiniz efendim?
-Ne var ara sıcaklardan?
-Balık köfte, sigara böreği…
-İkisini de alayım. Teşekkürler.
-Peki efendim.
Hemen sesleniyor garson komilere, “masa otuza servis açın.”
-Ana yemek ne alacaksınız?
-Kalkan balığı alayım.
Masaya elimi koydum. Etrafa bakıyorum… Alt ve orta kat ölüm loşluğuyla donatılmışken… Teras katı daha aydınlıktı, ayrıntılarda daha belirgindi. Tek tip giyinmiş garsonlarla tek tip giyinmiş komileri burada birbirinden ayırmak mümkün.
Mezeler geldi.
Otuz beşlik yavru geldi.
Ara sıcak geldi.
Kafam; belleksiz, halsiz bir durumda.
Bütün salona göz attım.Bütün gözler bana bakıyormuş hissine kıvrılarak bir sarsıntıya büründüm. Garson balığı getirdiğinde burun deliklerim kokuyla genişledi. Gözlerim aralandı iyice.
Bıçağı elime aldım parçalara ayrılarak servis edilen balığın her bir parçasındaki sırt bölümüne çatalı vurdum.Balık, çatal darbesiyle pişmaniye gibi aradan sıyrılan kılçıklarla iyice parçalanmıştı.Ağız kıvamındaydı.Çatalı batırdım.Ağzıma atmak üzere çataldaki eti kaldırdığımda başım geriye çekildi…Tam ağzıma götürdüğümde gözlerim hafif yukarı kalkarak, biri sağdan biri de soldan olmak üzere başları,bana yönelmekte olan kameralara takıldı...İrkildim…yüzüm kızardı.Hemen ağzıma attım.Gözüm,beni izleyen kameradaydı.Ağzımdakileri yutkunurken,gözlerim sulandı. Gırtlağımın kalabalık yerine bir kılçık saplandı. Kaslarıma saplanan kılçığın her ilerleyişinde acı daha da çok yayılıyordu.Acıdan çok,kameralar beni rahatsız ediyordu.Sonra da bakan garsonlar.Öksürdüm…Kılçık ani bir acıyı vücuduma değdirerek masa örtüsüne düştü.Yine de rahat değildim.Kılçığın bedenime,kemiklerime kadar sokulan acısı;kameranın bakışları kadar değildi.Bu durum her seferinde ruhumu kemiriyordu.
Bunlar ruhuma dipnot düşüren ayrıntılar…
Şimdi yalnız kaldım.
Daha önce de yalnızdım.
Kendimi cansız bir dokuyla kapatıyorum.
İçimdeki ağlara takılıp beni sessizliğe gömen sözcükler…
Anneme bıraktığım geçmişimle bilmediğim geleceğimle düğümlediler.
Az sonra tamamen müebbet bir suçlu gibi hapislik olduğumu anlayacağım…Önümde polisler arkamda kameralar.
Karanlık nemle iyice sokuluyor menzilime…
Ve demir parmaklıklara tutunup yürümeye çalışan bir dilenci.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.