Kendine Güven!
Ailemin tek kız çocuğuydum!
Annem ve babam iki erkek çocuktan sonra bir kızları olması için çok dua etmişler.
Ben dünyaya merhaba dediğim gün onların bayramıymış adeta. Büyük ağabeyim on iki, küçük ağabeyim ise on yaşındaymış. Anneme doğunun riskli olacağı söylenmesine rağmen, bir kızı olur ümidiyle aldırmamış bebeğini.
Ağabeylerim de en az annem ve babam kadar çok sevinmişler gelişime!
Evde bayram sevinci yaşatan ben onların tek eğlencesi, ailenin gözbebeği olarak büyütüldüm. Bir dediğim iki edilmezdi ailede. Bunun imkânlarını da sonuna kadar kullandım.
Babam en çok eğitimime önem verir; “Kız çocuğu muhakkak okumalı. Erkek çocukları bir şekilde hayatını kurtarır ama kızlar öyle mi? Kızlar okuyacaklar ki ayakları yere sağlam bassın, kimseye muhtaç olmasınlar. Hele koca eline hiç bakmasınlar. Hayırlısı var, hayırsızı var” derdi.
Ben de okumayı çok seviyordum, bu konuda babamı ve annemi hiç üzmedim.
İlk önce işletme fakültesine gittim. İki ağabeyimde doktorluğu tercih etmişler ve babamın yaşlılığında ona yardım edecek kimsesi yoktu. Babama hiç değilse bunu borçluydum. O artık iş yapamaz hale gelince onun işlerini ben devralacaktım. Hem seviyordum babamla birlikte çalışmayı ve onunla olmayı.
İşletme fakültesini bitirdiğim zaman hukuksal bazı sorunlarımız çıkmıştı işle ilgili ve biz o konularda yeterli bilgiye sahip olamadığımız için avukatımıza güvenmek zorunda kalmıştık.
Asıl bizi zor duruma sokanında avukatımız olduğunu öğrenince bu kez hukuk okumaya ve babama daha yararlı olmaya karar verdim.
Maddi kaybımız büyüktü ama zararın neresinden dönülse kârdır dedik. Ben mezun olana kadar başka bir avukatla çalışmaya başladı babam. Mallarımızın hepsini kurtaramasak ta bir kısmını kurtarmıştık.
Hukuk fakültesinden mezun olduğum zaman artık iki üniversite bitiren iki yabancı dil bilen ve kendinden emin, ayakları yere sağlam basan bir insandım.
Bir insan için bundan daha mutlu ne olabilirdi ki!
Tekrar babamla çalışmaya başladığımda artık her türlü konularda tek başıma karar verebilecek konuma gelmiştim. Babamda bana güvendiğini belli etmek için işi yavaş yavaş üzerime yıkmaya başlamıştı. Bu beni daha çok çalışmaya ve kendimi babama daha çok kanıtlamaya sevk ediyordu. Bundan asla şikâyetçi değildim.
Kısa bir sürede babamın bana bıraktığı bir parça sermayeli işi iyice büyütmüş ithalat, ihracat işlerine adım atmıştım.
Tüm bu başarılarımda en büyük yardımcım, küçüklüğünden beri babamın yanında çalışan Selimdi. Kendisi ortaokul terk olmuş olsa da yılların birikimiyle çoğu üniversiteliden çok daha bilgiliydi.
Orta ikinci sınıfa giderken babasını kaybetmiş Selim ve ailenin tek oğlu olarak ailesinin tüm yükünü o yaşlarda üstlenmiş. Annesi babamın yanına bırakırken “Eti senin, kemiği benim. Sen adam et oğlumu da eli ekmek tutsun” demiş. Uzaktan akraba olan bu aileye babam elinden gelen yardımı yapmış ama Selim’i okula tekrar döndürememiş.
Çalışkanlığı ve dürüstlüğü sayesinde babamın sağ kolu olup çıkmış yakın zamanda.
İşleri ben devralınca da benim sağ kolum gibiydi adeta!
İkimiz tam bir uyum içerisinde çalışırdık.
Yaşım yavaş yavaş ilerleyip kırklara merdiven dayadığı zaman hayatımdaki tek eksikliğin sıcak bir yuva olduğunu anladım. Annem ve babamla mutluydum ama herkes odasına çekildiğinde yanımda sıcak bir nefesin yokluğunu artık daha çok hisseder olmuştum.
Kimseye âşık olamıyordum. Birçok kişiyle tanıştırıyorlardı beni ama nasıl birini aradığımı bilmediğim için belki de, bir türlü ısınmıyordu içim.
Herkesin aklında belli belirsiz bir takım kıstaslar vardır seçecekleri eş konusunda ama ben başlarda evlenmeyi düşünmediğimden olsa gerek hiçbir fikrim yoktu bu konuda. O yüzden zorlanıyordum belki de kim bilir?
Otuz yedinci yaş günümü kutlarken fark ettim!
Ben aslında kimseyi aramıyormuşum, çünkü sevdiğim insan zaten yanı başımdaymış; Selim.
Evlenmek istediğimiz fikrini ailelerimize açtığımız zaman babam çok sevindi. Artık gözleri arkada kalmayacaktı. Ailem içinde, benim içinde paranın pulun önemi olmamıştı hiçbir zaman. Aileler arasındaki bu derin uçurum bizim için engel teşkil etmiyordu.
Bir iki ay içinde babamın düzenlediği düğünle dünya evine girmiştik.
Selim başlarda pek istekli görünmese de, babamın hatırını kıramayıp zoraki bizim için aldığı eve taşınmıştık.
Evliğimizin ilk yılı mükemmeldi benim için.
Selim benim hamileliğimi bahane ederek ilk başta işe gelmemi engelledi. Buna beni ne çok düşünüyor diye sevinmiştim. Hem doğumdan sonra nasılsa işime tekrar dönecektim.
İlk işe gelmemi engelleyen yasaklar yerini yeni yasaklara bırakmıştı kısa sürede. Ben kişiliğimden sevgim yüzünden taviz verdikçe, o çok daha farklı şeyler istemeye başlamıştı benden.
İlk önce dediğim gibi işe gelmemi engelledi. Daha sonra akşam gezmelerini bıraktık.
Arkadaşlarımla görüşmem, tiyatro ve sinemaya gitmem yasaklandı. Düzenli gittiğim spor salonundan kaydımı da sildirtmişti benden habersiz.
Okumayı çok sevdiğim için işten arta kalan vakitlerimde kitap çevirileri yapıyordum ve o da engellenmişti ne yazık ki!
Bana yaşama hakkı tanımıyor ve ailemin sonsuz sınırları, onun dört duvar olarak belirliyordu.
Beni son yıkan ise perdeleri açmamı yasakladığı andı.
Artık kocamı tanıyamıyordum. Eski Selim gitmiş yerine tanımadığım bir uzaylı gelmişti adeta!
Aileme de bir şey söyleyemiyordum tercih kendimindi çünkü. Onlar beni ayakları yere basan, kendine güvenen bir birey olarak yetiştirmişlerdi.
Oysa şu anda kızlarının yerinde ruhsuz ve bir bitkiden farkı olmayan Damla vardı.
Bir takım gariplikler onlarda fark ediyorlardı ama bir anlam veremiyorlardı bendeki garipliğe. En sonunda doğum sendromu teşhisi koydular kendi aralarında.
Yeni doğum yapan kadınlarda olurmuş böyle arada sırada uyumsuzluk.
Kızım iki yaşına bastığı zaman yedim ilk dayağını ve artık ben bile tanımıyordum kendimi.
Bu ben olamazdım!
Bir şeyleri değiştirmeliydim ama nasıl?
Ne bitirdiğim iki üniversite, ne de konuştuğum onca yabancı dil çare bulamıyordu sorunuma.
Yoksa aslında bir sorun yoktu da ben mi abartıyordum?
Ya da halen abartıyorum!
Çünkü tek tük attığı dayaklar, artık günlük dayaklara bıraktı yerini ve ben halen onunla yaşamaya devam ediyorum…
YORUMLAR
umarım bu yazı sadece kurgudur diyerek okudum. ve sizmişsiniz gibi algıladım ama yorumlara cevabınızı okuyunca,çok şükür kurguymuş desemde hayattan bir kesitti .Bazı insanlar doğuştan balıdır selimde bence olumsuzluğun içinde bal tutup parmağını yalayanlardan olmuş ama ne yazıkki zehrini bal kapatmış.böylesi hayata dik duran bir kadın mutlaka selimede dik durup haddini bildirmeli diyorum .sevgili arkadaşım oldukca anlamlı bir yazıydı kutlarım sizi sevgilerimi bıraktım sayfanıza saygılar...
Kendine güven evet yazinin basligi ile icerik cok farkli.
Her seyden önce bu bayanin Aile iliskisi düzenliymis.O yüzden ilk olarak ailesine acabilirdi.Kendine güvenmek biraz da budur.
Gercegi gizleyip örtbas etmek zayifliktir son gücü ile hala dayanmaya calismak acizliktir.Disaridaki cevreye karsi yine de hersey yolundaymis gibi bir tutum sergilemek o kisiyi ruhsal acidan dahada yaralar diye düsünüyorum.Elbette ki evlenince kisitlar geliyor hayatimiza eski serbestligimiz olamaz ama insan kendini ezdirmemeli.
Elbette ki tartismalar oluyor evlilikte.Ama ezen bir ese hizmet bile edilmez.Ben sahsen edemezdim.Degil ki bir de onunla yasamak icin dayaga hakarete göz yumulsun.Bazi kadinlari anlamak zor.Kimisi yalnizdir ailesi arkasinda yoktur bilincsizdir belki eli mahkumdur belki ama bu bayanda durum farkli.Evlilik bir sanstir birazda.Allah hic bir kadini kiymet bilmeyen insan eline düsürmesin.Ve hicbir kadin baskalarina karsi kendini mutluym rolüne büründürüp gün gün hayattan ve kendinden kopmasin.Kendine bile bile böyle bir hayati layik görmesin.
Güzel bir yaziydi cok acidan yorumlayabilir insan.
Yüregine saglik sevgili Nurcan
Sonsuz sevgimle
hicbitmez tarafından 9/2/2010 6:33:01 PM zamanında düzenlenmiştir.
N. B. Ç.
Benim yazıyla anlatmak istediğim ne kadar kendimize güveniyoruz desekte zayıf noktalarımızında olabileceğiydi.
Yani karakter kendime güveniyorum derken sadece kendini kandırıyormuş. Bir çoğumuzun yaptığı gibi.
Yorumun için çok teşekkür ederim, değerliydi benim için.
Sonsuz sevgilerimle...
Canımmmmmmm, çok geniş ve önemli bir konu. Maalesef ki, yapılan araştırmalara göre en çok üniversite mezunu bayanlar dayak diyormuş. O haberi okuyalı epey olmuştu. Sanırım, o iki taraflı gerçekleşen bir olay. Hikayende de anlattığın gibi. Kadın, evlenirken kendi yapısına göre aynı şeylerden hoşlanan birini seçmeli, ya da erkek. Bu değişmiyor aslında. 2. etken ise, hiç bir erkek, kendi ayakları üzerinde duran kadını çokm fazla kabullenemişyor. Bu gelenekçi yapıdan da kaynaklanıyor. Erkek başarılı olmalı, her şeyde onun sözü geçmeli. Kendine güven duyan kadın, yanlış bir seçim yapmışsa, ona destek veren insanlar da varsa etrafında, dayak yemiyor, bütün bunlara katlanmıyor. Çevreden çekinen kadın ise dayak yemeye devam ediyor. Bir çok sebebi var bunların. Saymakla bitmez. Dayak, gurur kırıcı bir olay, kim olursa olsun hiç kimse bu tür olaylarla karşılaşmamalı. Zevk aldığım bir yaxzıydı canım . Tebrik ediyorum. Sevgimlesin :))))))
N. B. Ç.
Yorumun için çok teşekkür ederim, değerliydi benim için.
Sevgim sonsuz...
Beğenerek okuduğum ibret dolu bir öykü.Bazı insanlar, evlendikten sonra bilhassa eşleri kendinden kültürel açıdan çok üstünse, bunu sindiremeyip, saçma sapan yaptırımlarla, akıllarınca hakimiyet kurmaya kalkarlar.
Tebrikler, anlatımınız akıcı ve düzgün, konu zaten hassas, puanım tam, sevgiler.
N. B. Ç.
Değerli yorumunuz için çok teşekkür ederim.
Sonsuz sevgilerimle...
Selim, ayağına çok bol gelen ayakkabıyla yürüyemeyeceğini anlamış ve onu daraltmanın yollarını tek tek bulmuş.
Yakında Bakırköy'den size bir yer de ayarlarsa (ki; çevreniz de sizi anlayamıyor olmuş, anlayamadıkları davranışlarınızın özünde neyin yattığını sorup, incelemeden,) siz de, çevrenizdekiler de hiç şaşırmayınız.
Paylaşım için teşekkürler, saygı öncelikli sevgiler.
N. B. Ç.
Böyle bir durumda ne yapar, nasıl davranırdın derseniz...
İnanın bilmiyorum. Ama dayağa katlanamaz ve evi terk ederdim sanırım.
Değerli yorumunuz için çok teşekkür ederim.
Saygı ve sevgilerimle...
kurgu olduğunu biliyorum bende...çünkü eşini tanıdım ve o kadar mulayım bir insan ki
bir kuşa bile kışşş diyemez
sorun şu toplumsal bir olgu bu
kadın kaç okul bitirse bilmem ne olsa da kadına bakış açısı değişmedikçe bu yazgıda değişmez
her yönü ile güzel bir yazı okudum
içindeki üzücü konuyu hesaba katmıyorum yazarların çizerlerin görevi topluma yana tutmak ve bireylere
bakın kendinizi görün demektir..
sen işte bunu mükemmel bir şekilde yapmışsın kardeşim...
selamlar sevgiler
N. B. Ç.
Değerli yorumunuz için çok teşekkür ederim.
Sonsuz sevgi ve saygılarımla...
Gözlemlerime dayanarak söylüyorum: İnsan bir süre sonra başına gelen her şeyi normal sanmaya başlıyor. Ve asıl anormallik de bu bence. Katiller cezaevlerinde bir süre sonra cinayetlerini şaka konusu yaparlar. Hırsızlar ve hayat kadınları da öyle. Kendi çirkeflerinde pişerler. Çünkü mecburdurlar, hayat sergüzeştin devam etmenin başka yolu yoktur çünkü.
İnsan bu her şeye alışıyor...
Mustafa Beye de bir sözüm var. Bir kadın kocasını nasıldövebilir, adam aptal ya da engelli olmadıktan sonra. Bir kere bu fizik kurallarına aykırı.
Bir kadının aklı ve tahsili her zaman düşmanıdır. Çünkü erkekler akıllı bir kadın, başarılı ve işinde sürekli yükselen bir eş istemezler genelde. Hele de kendilerinde bu kabiliyet yoksa...Engellemek için ellerinden geleni yaparlar.
Neyse çok şey söylenir bu yazı temel alınarak...Tebrik ediyorum, son derece anlaşılır ve okunmaya değerdi. Benim günün yazısı tercihim bu yazı....
Sevgilerimle.
N. B. Ç.
Öykümle anlatmak istediğim de tam bu noktaydı.
Yoksa eğitim veya eğitimsizlik değil dikkat edilmesi gereken nokta.
Önce erkek her ne şartta olursa olsun, önce kendine güvenmeyi ve eğer eşi başarılıysa ona çelme takmaktan çok desteklemeli.
Anlatamadığım hislerime tercüman olmuşsun çok teşekkür ederim.
Sevgim sonsuz...
Bu yazı birden çok farklı yorumu hak ediyor aslında. Dayağı sadece tahsilsiz erkekler mi atıyor? Yada iki taraff tahsilli olunca sorun mu çıkmıyor yani? Değil tabi ki... Hadi buradaki mağdur durumdaki karakter istediği zaman kendini bu kabustan kurtaracak donanıma sahip. Ya hiç vasfı olmayan kadınlarımız ne yapsın? Ömür boyu o şiddete mağruz kalıyorlar. Sanırım bir insanın hayatında vereceği en öenmli karar eş seçimi. O yüzden insan önce kendi mizacını iyi tanımalı ve bu mizaca uygun birini eş olarak seçmeli.
Tebrikler bu güzel anlatım için.
N. B. Ç.
Tabii ki hayır!
Yazımda asıl dikkat çekmek istediğim nokta tahsilsiz erkekten çok, kadın her nekadar kendine güvenli yetişmiş olsa da eşine karşı zaafiyeti ve çektiklerini sineye çekmesi.
Bu eğitim veya eğitimsizlikle alakalıda değil aslında.
İlginize ve yorumunuza çok teşekkür ederim.
Saygılarımla...
N. B. Ç.
Değerli yorumunuz için çok teşekkür ederim.
Sevgim sonsuz...
Anlamlı bir kurguydu. Hep ekonomik özgürlüğü olmayan kadınlarımızın fiziksel veya sözlü şiddete maruz olduğunu düşünürüz. Ama bu örnekteki kadınlarımızın da var olduğunu okuyoruz. Bence dayak girmişse kadınlarımız çekmemeli. Evlilik gözyaşları akıtmak için değil. Akan gözyaşı varsa teselli edip silmek ve birbirini tamamlamak içindir. Sevgi ve saygı. Allah gençlerimize doğru evlilikler nasip etsin ve kız veya erkek karşılarına insan evladı çıkarsın.
Yine herzaman ki gibi toplumsal bir kurguydu ve harika bir anlatımdı. Tebrikler. Sevgilerimle..
N. B. Ç.
Sevgim sonsuz...
neden diye soracağım. sevgi değil bu, ve umarım sadece bir hikayedir. az önce erkekleri öylesine anlatan bir şiir yazdım, ama şiirimde böyle bir tipleme yok, sadece şiir değil hayatın hiç bir yerinde olmamalı.
bu kadar donanımlı bir insan bu hale gelebiliyorsa, sıradan ayşeler fatmalar ne yapsın?
gerçek olmaması dileğiyle.
N. B. Ç.
Gerçek hayatlar için ise maalesef elimizden birşey gelmiyor.
Değerli yorumunuz için çok teşekkür ederim.
Sevgilerimle...
NAZCA
N. B. Ç.
İlginize teşekkürler.
susmak istiyorum...
çünkü konuştukça eriyen bir kar tanesinin toprağındaki çığlığını duymak istemiyorum artık..:(
kutlaıdm....
N. B. Ç.
Belki de sosyal çevrelerinden dışlanmak korkusuyla yine bu bayanlar seslerini çıkaramıyor ve şikâyette bulunamıyorlarmış. Eğer gerçekten doğru ise bu araştırma ne yazık!
Çok teşekkür ederim değerli yorumunuz için.
Sonsuz sevgiler...