Bey Hakim
Hâkim bey,
beni hatırlamazsınız muhtemelen. Sonuçta içeri attığınız ve kararı okurken size mahkeme salonunda ana bacı düz giden bir tek ben değilimdir.
Haftaya cezam bitiyor, yani anlayacağınız beni salacaklar. Suçumu hatırlamanıza lüzum yok, siyasiyim.
Hangi maddeden ceza aldım onu hatırlamıyorum, dile kolay; on yıl iki ay sekiz gün.
İçerisini hep “öcü” zannetmiştim. Galiba siz de böle düşündüğünüzden beni koydurttuğunuz oraya.
Lakin sizi sukut-u hayale uğratmaktan müthiş zevk alacağım, benim için öle değildi; hiç bu kadar rahat olmamıştım mesela.
İçerde olana hayallere dalma, sonunda akıl gider garanti derler, doğruluğunu sınayamadım ama bana en az yüz yıl daha verdirecek bir sürü düşünceye daldım. Hatta yazdım, ziyaretlerde gizli gizli elden çıkardım ve farklı isimlerle de olsa yayınlandı birçoğu.
Davaları bile varsa şaşırmam, belki yakalatma kararınız da vardır.
Evet, dört duvar arasında kaldım bunca zaman. Çoğu gece Kemal’in gürültüsü uyutmadı beni.
Ama sizin ve sizin gibilerin ulumalarını dinlemektense Kemal’in horultusuna kurban olurum ben.
Bokunuzla, atığınızla karışan suların kokusunu almakla kıyaslandığında da Ahmet’in osuruğu bile gül gibi kalır.
Ne yazdıklarımdan dolayı sokak başında vurulma korkusu var içerde ne de arabaya bindiğimde bombalanma.
Yemekler bazen güzel çıkmıyor, orasına bir şey diyemem ama hiç olmazsa her gün karnım tok dalıyorum uykuya.
İstediğim kitabı da okuyabiliyorum zaman sıkıntısı duymadığımdan, dağıtıyorum başkaları da okusun diye. Bu yüzden de bir ceza alır mıyım, kim bilir?
Uzun lafın kısası hâkim bey, içerde daha kalmam için ne yapmam gerekiyor söyleyin ve elinizi kaldırdığınızda çekingen davranmayın bir de on yıl benden ekleyin.
Öyle iyi hale falan da gerek yok nihayetinde ben tecavüzcü değil içeride mutlu olan bir siyasiyim.
Sevgilerle hadi bakalım hâkim bey,
size de ananıza da…