YOLA DEVAM
Bunu yapmak ne kadar zor olsa da başka şansı yoktu.
—Lütfen sevgilim yine eski günlere dönelim, acı tatlı. Kızımızın ve senin yanında olmak istiyorum-
Mesajını ( eski Kocasına) yazdıktan sonra bi an durdu, kalbinin atışını taa beyninde hissediyordu sanki… elleri titriyor, gözlerinden akan yaşlar kucağını ıslatıyordu.
Gözlerini kapattı ayça, küçük kızının el sallayışını hatırladı, karanlık, bir aralık günü o berbat ilçeden ayrılırken. Hoş hiç çıkmıyordu ya… ama şuan, taa yüreğinin ortasına kulakları sağır eden gürültüsüyle düşmüş yıldırım misali yakıcı ve öldürücüydü.
Çok özlemişti gözümü…
Sarı buklelerini, kar beyazı kadife tenini koklaya koklaya öpmeyi, o minik pembe ağzından çıkan anne sözcüğünü duymayı…
Üzüntüden ölebilirdi, en çokta bana ihtiyacı varken ben ne halt etmeye yanında değilim diyerek kafasını tabiri caizse hakikaten duvarlara vurması faydasızdı. Bunları düşünürken bir anda ellerinin arasında telefona baktı ve parmağı ok tuşuna bastı umarım bir işe yarar diye düşünerek.
Her defasında kendine bırakma sözü veriyordu ama bir tane daha yaktı sigarasından bir gün mutlaka bırakacaktı… Sahip olduğu tek koltuğunda, dizlerini karnına çekip kollarıyla dizlerine sarılarak oturuyordu, düşünmek faydasızdı bilmem kaç geceler, kaç günler boyu o şekilde oturmuş düşünmüştü, faydasızdı ne yapsa geri getiremezdi, gelmeyecekti, beş dakika öncesi
ni geri getiremiyorduk ki yedi koca yıl öncesi geri gelsin…
telefonu çalınca yerinden sıçradı ayça, aksi halde daha ne kadar o halde otururdu bilinmez;
—efendim
—abla
—efendim solmaz
—nasılsın, neler yaptın kaç gündür iyi misin, hiç sesin çıkmadı kaç gündür merek ettim.
Her zaman ki haliydi ayçanın, son zamanlara sık sık başı çatlarcasına, doktora gitmesi gerekecek ölçüde ağrısa da, o ağrı kesici bile içmiyordu, biliyordu onun ilacı kızıyla olacağı güzel günlerin geri gelmesi…
Sanki yeni bir hadiseymiş gibi devam etti;
—bugün biraz başım ağrıyor…
—seni çok özledim sesini duymak istedim
—iyi yaptın,
Dedi ayça içini çekerek, çok bitkin hissediyordu kendini, beyni çok yorulmuş kendince aklına gelen en iyi yolu aramış ve bu gün çok zor bi iş yapmıştı ama bundan solmazın haberi yoktu.
Özlüyordu tabii ayçada kardeşini, sonuçta aynı ana babanın parçasıydılar. Bir zamanlar onun yüzünden çok acı çekse de yada (aslında bu bir bahane), o da özlüyordu. En çokta geçirdikleri o hesapsız, mutlu, telaşlı, heyecanlı günlerini.
Bir keresinde kardeşi eve geç gelmiş oda babası duymadan gizlice içeri almış, dış kapının hemen yanındaki tuvalete sokmuş ve banyonun penceresinden tuvaletin penceresine solmazın kıyafetlerini ona vermiş ve olası kıyameti önlemişti. Solmazda ablasın canını az kurtarmamıştı, yoksa kurtarmamışmıydı.
Solmaz on sekiz yaşındaydı o zamanlar ayça ise yirmi sekiz, yinede birbirlerini iyi anlıyorlardı
Yada öyle olduğunu zannediyorlardı, tabii bunu yıllar sonra daha iyi göreceklerdi.
Belki de görmeye başlamışlardı şimdi şimdi.
—Bende seni özledim.
Dedi Ayça.
Kısa bir sessizlik oldu, aralarından sanki yazın kavurucu sıcağında kuzeyden esen serin bir rüzgar esip geçti, hem rahatlatıcı hem ürpertici. Oğlunu sordu Ayça
-iyi durmadan yaramazlık yapıyor birazda rahatsız bu aralar…
Biraz üzüntü biraz boş vermişlikle dinliyordu kardeşini, boş vermişliği; hayata, ona oynadığı oyunların doğurduğu sonuçla başına gelenlere ve içindeki boşluğun dışına ve erişebileceği bütün alanlara yayılmasına hayretle seyirci kalmasınaydı. Doldurmak için bir şeyler yapıyordu tabiî ki de yakın zamanlarda. Karnı doymuyordu, tabağındakiler sadece ekmek kırıntısıydı sanki açtı günler ayları, aylar seneleri kovalarken artık tahammül edilemez mide krampları şeklinde kendini gösteriyordu kaybettiklerine olan özlemi açlığı…
Biraz daha konuştular havadan sudan bu gün…
Bazen dalıyorlardı felsefe, edebiyat, melankoli, şiir, kitaplar, biraz magazin biraz, hobi…
Ama bugün kısa kesmişlerdi…
—ilaç içip biraz uyusam geçer, (dedi Ayça)
—iyi olur tamam sen öyle yap
—tamam, sonra görüşürüz
—görüşürüz…
Hıhh ilaçmış…
Biraz Kafsını toplamaya çalıştı Ayça, kalktı ayağa, bir iki tur attı kendi gibi ufacık evinde.
Balkona çıktı aklından bir bir geçiyordu ne yapmaya çalıştığı, yapmak istedikleri ve yapması gerekenler…
Tam otuz beş yaşındaydı bu sene,
Ve tesadüf mü, bilemediği şekilde otuz beş numaralı dairesine taşınmıştı bu sene.
Hep hayal ettiği gibi; ne varsa, yüksek katlı bir binada! artık yüksek katlardan birinde oturuyordu işte..
Memnundu evinden kendi çabalarıyla açmıştı burayı özgürlüğünü ilan ettiği yegane kalesi. Bir oda, bir salon, kutu gibi şipşirin sadece ona ait… Hayallerinde yalnız kalmak yoktu içi burkuldu yine kızıyla annesiyle yaşayacaktı. Annesini kurtaracak, babasının artık onu üzmesine izin vermeyecekti. Zaman nasılda insanları değiştiriyor ya da gerçek yüzlerini görmelerini sağlıyor yazık.
Duşa girmeye karar verdi, rahatlamasının tek yolu buydu son zamanlarda. Yarına çok işi vardı kalktı yerinden müziği açtı…
her şey seninle güzel yolda yürümek bile
her şey seninle güzel bu toprak bu taş bile
olmayan düşlerin peşinde koşmak bile
içimdeki bu korku gözümdeki yaş bile
………………………………………..
………………………………………..
Zerrin özer ve o unutulmaz özlem şarkısı,
Yalvarışları, sadece içinden haykırışları… kendinden başkası duymazken yola devam…
Ayşe Akbulut
YORUMLAR
giriş bölümü için fazla hızlıydı ....yavaş yavaş kişileri tanımalıydık kırılan camın elde bıraktığı izden başladık....yazım biçimi anlatım çok hoştu kelimelerin seçimi ...daha daha uzamalı anlatım derinleşmeli ...ayçanın içsel karmaşasını anlamalıyız aslında tam bir psikoloji kitabı halinde olmalı... yazı giderken birden yazar kişinin içine inmeli ve birden dışına çıkmalı...yani okur zihni açıklıkla okumalı ....okurken aynı anda gözünde canlandırmalı hali ....tebrik ediyorum yüreğinize sağlık devamı nı ilgi ile bekleyeceğim.....