yaşam üzerine notlar..
Güneş doğmadan evvel de koşturuyordum,şafak attıktan sonra da aynen ivedi yaşama devam…yaşam zaten bu değil mi?bir koşuşturma,bir yerlere varma,didinme,çalışma,eğlenme vs..sayamadığım bir çok şey daha yazılabilir..kurşun kalemi eline al ve boş bir sayfaya yaşama ait bir resim çiz..nasıl bir portre meydana gelecek açıkçası bende merak ediyorum…tabi bu noktada çizen adamın duygu dünyası,yaşanmışlıkları,yaşadığı acı tatlı anıları,hüzünleri elbette etkili olacaktır.inanın beş yüz tane ressamın çizeceği yaşam adlı portre birbirinden çok farklı olacaktır….aynı sanatçı bile aynı resmi iki defa çizemez….çizerin yada sanatçının her anı farklı duygularla geçer…beş dakika diğer bir beş dakikaya kesinlikle benzemez…mutlaka değişkenlik gösterecektir…
Geçen gün; ablak suratlı, iri yarı,çam ağacı gibi uzun sırrım gibi bir delikanlı ile tanıştım…küçük bir çay ocağında yalnız başına oturuyor,elinden hiç bırakmadığı kitabını inanılmaz bir zevk ve keyifle okuyordu…yüzünden soylu ve onurlu bir adam olduğu belli oluyordu….insanı şaşırtan bir Türkçesi vardı…konuşurken doğu ağzı ile İstanbul ağzını kaynaştırarak ortaya güzel ve peltek bir Türkçe harmanlamış… usulca yanına sokuldum..masanın üzerinde markacının bıraktığı bir sürahi soğuk su vardı..su içme bahanesiyle yanına yaklaştım..’’abı bir bardak su içebilir miyim’’dedim..tüm benliği ile kendini okuduğu kitaba verdiği için zannedersem sesim tınlamadı onu…hiç bıkmadan bir daha tekrarladım.’’’abi bir bardak su içebilir miyim’’’dememle gözleri fincan gibi açılıverdi..
Gözlerinin içinde siyah küçük küçük hareler vardı..burnu tavşanın burnu gibi ufacıktı.nefes alıp vermekte zorlandığını hissediyordum..sanırım ya burnun içinde kemik yada et parçası olmalıydı…eğer durum böyle ise bir cerrahi müdahale şart idi…bu hissiyata dair gözlemlerimi ve elde ettiğim izlenimlerimi bir sonuca bağlamaya çalışırken ansızın
Davudi bir sesle ‘’buyurun efendim oturun bir çay için dedi..’’mahcup bir adayla karşısına geçtim..kırık,eski, siyah lastikle örülmüş bir iskemlenin üzerine bıraktım ince ve sıska olan kıçımı…kıçım batmasın diye lastiği sanki benim için yumuşak olandan seçmişler…içimden birazdan bize çay getirecek markacıya teşekkür etmek geldi..yüzümde garip, hoş bir tebessüm oluşuverdi…
Sıcak çaylarımızı yudumlarken,okuduğu kitaba dikkat ettim,elinde ünlü Rus yazar Gogol’un üçlemesi..okuyanlar bilirler Rus klasiklerini….aslında işçi sınıfının emeğini,ve Rusya’nın yaşamış olduğu sıkıntıları,açlığı,sefaletti,savaşları,dini olguları anlatıyorlar…
Kitabı kısa bir süreliğine kapatıp gözlerini ok gibi bana çevirdi…,gürbüz bir sesle konuşmaya başladı.------
‘’’’sizi daha önce de bu kahveye bir kaç kez girerken gördüm..hatta bakışlarımız çoğu kez kesişti ama bir türlü konuşma ve tanışma fırsatı bulamadık…kısmet bu güneymiş demek…’’’derken yüzüne yıldızlar gibi harelenen bir gülümseme yayıldı…bu durum çok hoşuma gitti..en azından insan olarak benden rahatsız olmadığını aksine memnun bir eda bıraktığımı düşünüyordum artık…
Bunun üzerine kitaplar,yazılan,çizilenler hakkında konuşmaya başladık…dünyaya bir çığ gibi yayılan sanat ve edebiyatın bugün Avrupa’nın köklü değişiminde ne kadar rol aldığını sanırım hepimiz biliyoruz…hele Rönesans felsefesinin sanat ve edebiyat üzerinde meydana getirdiği dönüşümlerle Avrupa da bir devrime yol açarak,, toplumda zihinsel ve bakış açı üzerinde olağanüstü efsunlar oluşturmuştur. Böylelikle kültürlenmenin yaygın olduğu bir toplumun ana dinamiklerini harekete geçirmiştir.
Sanat ve edebiyatın bu denli bir itisi olmasına rağmen hala ülkemizde etkisi çok fazla değildir.ülkemiz açısından bunu ele alırken özellikle ikimizin yüzünde sellerin oluştuğunu hissettim…netice de burası bizim yurdumuz ve en iyisini düşünmek biz bireylerin işi olduğunu düşünüyorum…
Rus edebiyatına olan ilgisini çocukluğundan beri emeğe verdiği önemden kaynaklandığını anlatıyor..henüz çocukken çalıştığını,didindiğini yaşamı anlamaya çalıştığını söyleyiveriyor.konuşurken hare gözlerinden etkileniyorum..bazen gözlerini yumup kapayarak konuşuyor…yüzünde ve alnında su arkları gibi buruşuklar ve kesikler var….
Birdenbire ceketinin cepkeninde buruşmuş iki tane beyaz kağıt çıkardı…
İkisinde iki farklı şiir vardı…oysa ikisinin başlığı da aynıydı..aynı konuyu farklı zamanlarda işlediği kesin…
bir sanatçı aynı yazıyı iki defa yazamaz sözü aklıma geldi…
Ani bir baş seğirtmesiyle gözlerini bana tuttu..’’’biliyor musun abı yaşadıklarımı ve yaşama biçtiğim misyonları,değerleri edebiyata hele sanata aktarmak ne kadar güzel bir duygu’ derken içi geçiyordu sanki.bu denli duygulu bir adamın karşısında oturmak benim için de hayli güç ve zor du…bir ara gözyaşlarım akacak diye ödüm koptu….çünkü ağladığımı herkesin görmesini istemiyorum…
Şiirleri okumak istediğini söyleyince hiç zaman kaybetmeden bu anı hemen yaşamak istedim…tok ve davudi sesi ile şiiri sanki yaşıyormuşçasına okuyordu…
Sınırsız ayazlar çekiyor beni
Uyku tutmayan geceler
Kawa’nın ateşinde ısındığımız
Gül şafaklı yarınlar,
Oysa unutmaktan mıydı?
Gözlerimin silüetine düşen
Hüzünler
Sevgilerim katline ferman salışımızdan mı
Ne çok şey var sırada yazılacak!
Yazım çekiyor beni,
Bir serüvenci gibi
Tüm yemişlerin tadında
Çiçeklerin özünde,
Oysa sevmekten miydi?
Böyle direngen gülüşlerimiz
Çırılçıplak türkülerimiz,
Bir isyan çekiyor beni kendine
Tarih öncesi çağlardan
Tanrılar Dağı Olimpos’tan
Zeus’un nefesi,kuzey rüzgarı
Ve zamanın özünde gizli
İsimsiz eksik tanrılar.
Oysa inanmaktan mı?
Böyle yalın,maskesiz oluşumuz
Yalansız yaşama sokuluşumuz.
Ulaşılamayan aşklar çekiyor beni
Bir gezginin seyir defterinde
Yüzümün haritası,
Yaramaz bir çocuğun siyah ellerine
Düşürdüğüm gölgem.
İnanç,sevda,isyan,intikam çekiyor beni,
Kendin olabilmenin dayanılmaz yakıcılığı
Çekiyorum,kirli sahillerinden bu kentlerin
Oysa sevmekten,unutmaktan,inanmaktan
Oysaların kare kökünden,
İnsan olmak çekiyor beni
Çekiliyorum!...
Şiir bittikten sonra yüzünde tatlı bir kırmızılık oluştu..az bi utanmışlık yanaklarından okunuyordu…
Gitmek için izin istedim ondan..sonra teşekkür ederek sıvıştım oradan….
Yaşam ile ilgili bu duygular beni sarıp sarmalarken her gün bunun farlı bir heyecanını bir başka yerde yaşıyorum…
Bu gün günlerden 30 Ağustos..
yıl..2010…
teknolojinin en üst düzeyde olduğu 21.yüzyılın içindeyiz..insanlar her gün korkunç bir şekilde yozlaşıyor..tanımı olmayan bir kültürlenmenin içine doğru kafa üstü yol alıyoruz…eminim beynimiz betona çarptığı an bunun farkına varırız…o zaman da biz geberip gideceğiz..varsak ne olcak..demi…
çok değer verdiğim kız arkadaşım,saliçi bugün özledim…kendisi yaşamla hep boğuşan biri…emekçi bir aileden geliyor…aslında bugün anlattığım şu öyküme uygun bir karakter…yaşamı her anlamda içinde hisseden,bu uğurda bir çok fedakarlığı göze alabilen,devamlı ailesine maddi anlamda katkısı olan hala tarlada koşuşturan gencecik fidan gibi bir kızımız…onu yazarken gururlanıyorum..imreniyorum ona…yüzümde değişik bir tebessüm oluşuyor…kıvanç ve erinçlik beni büsbütün sarıyor.
saliç ile tanıştığım için şanslı olduğumu hissediyorum…
çocukluğu,yaşadıkları,insan gücüyle yaptıkları, emeğe ve emekçiye saygısı tıpkı benim yaşadıklarımla ve düşündüklerimle aynı..
ah!bilseniz ne kadar mağrur ve mutluyum….keşke daha önce tanımış olsaydım diyorum kendime ara sıra…çünkü onun yaşamımda olmadığı zamanları kayıp sayıyorum..en azından bu kadar sevebileceğim bir insanın eksikliğini yaşadım….
Geçen gün resmine baktım…bir süre öylece baka kaldım…daldım onun hülyasına…gözleri beni alıp başka yerlere götürdü…diyar diyar gezdiğimi düşledim…sonra Amasya da bir eski banlöyü de kırık bir bankın üzerinde saliçim ile baş başa oturduğumu anımsıyorum..tam daldığım bir anda sıcacık ellerini tuttum,gözlerinin gözlerime değdiğini fark ettim..ikimizin de gülümsediğini,sonra o esmer,güneşin kızılığını alan yanaklarına bir buse kondurduğumu….
Bu düşten beni bir ressam uyandırmıştı…resmimiz çizilmiş haberimiz yoktu….aslında her gün yeni bir yaşamın resmi çiziliyor….yeni yerlerde…..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.