- 743 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ESKİ SİNEMA/ ARDAHAN ÖYKÜLERİ-127 (kitap)
Gözüm kapalı... kulaklarımı parmaklarımla tıkamışım.
Duyularım kesilmiş; televizyon hışırtısız kopukluğu gibi: Bom boşluk.
Parmaklarımı çektim... göz kapaklarımı kaldırdım: Düğün yerindeymişim.
Hırıltı, gürültü gırla gidiyor. Alem buysa kralı: Eski Sinema’dır.
O ki ana -baba günü tabir ederler; aynı kalabalıktı. İğne atsan yere düşmez. Cemaat garabanın önünde düğünde toplaşırdılar ki; bu daha da mahşeriydi.
İnsan çocukta olsa cemaatın sinerjisini hissediyor. Hoşluk ve şadlık hissediyorduk.
Bereketliydi. Para- pul sorun olmazdı. Tedarik etmek için çok tanıdık, bildik çıkardı. Birinden biri sinemaya girmene yardımcı olurdu. Kollektif zeka ve enerji yokları var kılıyordu.
Sosyal alan, yaşam alanı dediğimiz şey. Modern eğitimde bu nam ile isimlendiriyoruz; o gün ki ganiyetle yaşadığımız şeyleri.
Üç filim takılmıştı. Filim oynatma makinesine. Makinist dairesi Şengül Sineması’nın Özel İdare kısmına düşerdi.
Eski Sinema’nın evvela ismi Şengül’dü; yolun kenarına gelince... "Eski" ismiyle anılır oldu. Cemal Yeşilyurt’un dediği üzre: Sinemanın kurucusu Rize’li bir aileymiş. Biz Yakup Avcı’nın devrini hatırlıyoruz. Belki Rize’li Müstecirin zamanı da hatırımızdadır. Farkına varamıyoruzdur.
Dinçer Günal’sa müstecirin Borçka’lı Hilmi Şengün olduğunu söylemektedir!
Sinemanın kapısında sımışka satanlar: Çocuklar ve ahil- sahil adamlardı. Gazete külahlarına bardakla ölçekleyip dolduruyor bir kaç kuruşa satıyorlardı. Çöplük öbeğiyse iki üç taneydi.
Bu çöplükler büyüktü. Dağa tırmanır gibi oyun oynardık. Salt sinema için değil çöplük içinde gittiğimiz olurdu. Ardahan çöplükleri ayrıca yazacağımız bir konudur. Gençler bilmezler: Çöp konteynırı yoktu. Önce ki devirde, herkes çöpünü kapının önüne dökerdi. Kisme... kimsenin çöplüğüne çöp dökemezdi: "Kan çıkardı!"
Salaş bir binaydı; Şengül Sinema’sı. Yazlık sinemalardan kopyası çekilmişti. Ardahan soğuktur... ama insan nefesiyle ısınırdı kışın ama... ne haber! Düşünen akıllı adammış belli: Kim tasarlamışsa burayı.
Az bir parayla dik dörtgen prizma enine dar, uzununa uzun, yüksek tahtalarla briketle, zeç çatıyla kapatılmış eğlence merkeziydi.
Amaç eğlenmek değil miydi?
Çöplüklerin rengi, sımışkaların, sinemanın çatısı, tahta oturaklar, antre, filimler siyah- beyazdı. Gri renkler ara ara nesnelerde olurdu. Renkler her formda siyah, beyaz veya griydi. Hayat kurulmamıştı, derdi hariçten bir göz intibaına dayanarak.
Asil renkler hangisidir? diye sorarsanız. Beyaz, siyah diye yanıt alırsınız. Gri zaten ikisinin müşterek anlaşmasından doğan ’Yeni doğandır’
Salon eğik bir düzdeydi. Yukardan aşağı inerdiniz. Görmek için böyle tanzim etmişlerdi. Arkada ki öndekinin başından rahatsız olmadan perdeyi seyredebilsin diye. Yine de nizalar önlenmezdi. Kavga çıkardı. Bahanesi: Öndeki şapkasını, papağını çıkarmamışmış da falan falan!
Salona girmezden kör ışıkta; kapının üstünde bütün Sadri Alışığın filim afişleri:
DAMGA; İFFET; TURİST ÖMER VE SERİLERİ...
Sinemanın sahabı Sadri Alışığın asker arkadaşıymış.
Büfenin, gişenin olduğu kısım ayak altıydı. Gezen dolaşan, nerdeyse dana satmaya bile gelecekti insanlar. Çünkü işlek yerdi burası. Ardahan’da işlek yer bulunmasın ora o dakka panayır yerine çevrilir.
Birkaç afiş aklımda kalmış buradan: " GELDİM, GÖRDÜM, VURDUM." kovboy filmiydi. ’Hudutların Kanunu’ Yılmaz Güney’indi...
Loca iki taneydi. Dandik localardı; bildiğimiz bez perdeyle ayırmıştılar. Bezin rengi neydi? Siyahtı. Vallahi billahi!
Hızla koşarak perdeye doğru inerdik tahtaların "rığh rığh" sesleri huruçlandırırdı bizi. Tekrar geriye kapı girişine koşardık. Sinemacı bundan hiç hoşlanmazdı. Yasaklamıştı. Yakalanmadan koşardık. Bazen kulağımızın çekildiği olurdu: Yakalandığımızda ama.
Eski Sinema’dan yazacağımız felsefi bir hadise yok. Sinemanın kendisi bir felsefeydi.
Üç filim oynatırdılar. Gece ve gündüz suaresi denilen zaman dilimlerinde çalışırdı. Kadınların suaeresi perşembeydi... herkesin dünyası sinemaydı. Evleneceklerin bile sosyal alanı burasıydı. Kaç genç sinema bahanesine tanışıp evlendi. Kadınlar günlerini sinemada yapar hale geldilerdi. Yemeklerini, tatlılarını hazırlar gelirdiler. Sinemalar düğün şenlik yeriydi.
Sinemada şımışka çitlerdik. Külahlarla aldığımız şımışkaların çöpü; çöplükte dağ gibi dururdu. Çöpün yanından geçerken çitleyenler kırdıkları şımışka çöplerine boyun burarak bakardılar.
O devrin ŞIMIŞKA yeme alışkanlığını yazmak isteriz.
Çok şımışka yerdi insanlar.
Her ne saikle ise: Şöyle bir diskur icat olmuştu:
"Hele bunun yekeliğine bak! Senin eşlerin çarşıda ŞIMIŞKA sater."
Şımışkalar torbalara ambalajlandı doldu... Sinemalar kutuya girdi... Devri alem hikayeydi... öykü ile son buldu!
yalçıner yılmaz-30-8-2010 çanakkale
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.