KARANLIKTAKİLER....ÇAĞAN IRMAK...
bugün KARANLIKTAKİLER ( R- si ters) i izledim.....küçük çaplı bir sinema yorumu yapmak istiyorum....ÇAĞAN IRMAK yine insanı tepe taklak eden sarsan bir film yapmış.....aslında günlük hayatın bezgin ve istikrarlı alışkanlığına dönüşmüş( yok ediş planına) kulak vermiş yönetmen..zaten bu filmde senaryoyu da kendi yazmış....filmi anlatmadan ,film biterken müziğin de içinizdeki karanlığın en garip taşlara basarak bu tünelden çıkış manevrası yaptığını duyumsarsınız...müzik ’marcello obeo’ dan concerto in d miinör ....
bu yazıyı da o müzik eşliğinde tamamlamaya çalışıyorum...
filmde üç ana karakter var ilki anne gülseren hanım ( meral çetinkaya) evden hiç çıkamayan orta yaşlı bir kadın tiplemesiyle karşımıza çıkıyor , verdiği duyguları yüzünde o kadar iyi harmanlamış ki tek tek cımbızla alıyorsunuz ,deli rolünden bir anneye ve ordan geçmişe takılıp değişmesine tekrar anne olmasına hele de son sahnede kapıdan ilk defa dışarı çıkarken gözlerinde adeta zafer kazanmış bir komutanın bakışları ve gururunu görürsünüz... bayıldım..sanki yıllar boyunca o sahneye çalışmış...
oğlu egemen (ERDAL AKAKÇE ) bir reklam şirketinde çaycı pozisyonunda ..günlük hayatın trajiğinde kendine yeten kimseye zararı olmayan biri.ve annesi dışarıya çıkamadığı için yıllarca ona bakmak gibi ağır bir yükün altında küçük yaşam kıpırtıları ile rölantide yaşayan bir genç...biraz da patronu umay hanım (DERYA ALABORA) a ümitsiz bir aşkla bağlı olan bir insan...yetinmeyi bilen insanın korkularına üzerine gecikmiş bir tren gibi vararak insan olma -traji komiğini - komediye çevirmeyi bilen bir insan tiplemesi vardı...bayıldım...sakin fırça darbeleri gördüm kalbinin tuvalinde....sanki enfes bir tiyatro izledim hâla tadı damağımda..
film ,aslında yıllar önce gençliğinde üç gün boyunca tecavüze uğrayarak karanlık bir mağaraya kapatılan genç bir kızın (gülseren) sonrasını anlatıyor ve burdan başlıyor....egemen bu kötü olaydan olma bir çocuk...
filmin sonunda egemen artık dayanamayıp annesini dışarı çıkarmayı kafasına koyuyor..evde güzel bir yemek hazırlayıp önceden bulduğu otları sigaraya sarıp annesiyle içiyorlar ...
sonrası evden çıkışın muzip ,kahramanca devrimi...
egemenin yüzü, çalmayan telefonlar gibi ... bazen acıyor gibi olsanız da sakin duruşu başka bir mırıltıyı ,ses kısıklığını veriyor ...anlatamayacağım...filmle konuşuyorsunuz ama bu dünyadan duygularla değil sanki metafizik bir alanda dövülüp kalbimizde teker teker şekillenen şeyler.., yönetmenin , hepimize babaannemizin çeyiz sandığından çıkarttığı bu kırık, tozlu aynalar gibi ... new age nostaljik...
bir kaç diyalog var ki aslında her gün konuşulan kelimelerin üstümüzden bir bulut gibi geçen o yağmurun kokusunu almamız gerektiğini ,muhteşem humor’un ve tirajiğin egemenin ve gülserenin gözlerinden parladığını göreceksiiniz... ( SANKİ MURATHAN MUNGAN YAZSA MIYDI BU FİLMİ BAŞTAN AYAĞA DİYORSUNUZ evet haklısınız ÇAĞAN’A ayıp olur değil mi....
diyaloglar:
artık filmin sonu anne evden ilk defa dışarı çıkıyor..
annesi :korkuyorum
egemen: Niye korkuyorsun ki dışarırdan mı ? dışarısı bizi tükürüp attı neden korkuyorsun (kahkaha)…
-biraz önceki bir zaman dilimi-
annesi : Bunu senin için yaşadım ben…ölmek kolaydı…ama sen vardın….yavaş yavaş duruyo her şey ..iyiyiz biz iyiyiz…yok bişey……bayram yerini hatırladım birden,gidesim geldi babamla farzet oradayım şimdi çocukluğum aklıma geldi…farzet .--.herkes günahsız--….boşver sen varsın ya….
oğluna o kadar güzel anlatıyor ki yıllar önce yaşadığı o travmayı,, adalet duygusunu sorguluyor ve onu çekiçle döven kaderi...karanlıktakiler birden aydınlığa çıkıveriyor...düşünüyorsunuz günlük yaşamda göremediğimiz o kadar çok acı var ki, en çok da kendimize uzak yaşadığımızı anlıyoruz...
ÖMÜR...AĞUSTOS....
İSTANBUL...