- 624 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Gerçek
Alnının kenarından yavaş yavaş süzülüp, yanağının üzerine kadar gelen ter damlası, ne kadar zorluyor olsa da, hareket etmeyi hiç istemiyordu. Camın önünde oturmuş, yüzünü dışarıya, yakıcı güneşe dönmüş şekilde sadece bakıyordu. Düşünüyordu ve düşüncesinin dağılmasını istemiyordu. Gözünü kırpmıyordu, dağıtmak istemiyordu. Sadece o an düşündükleriyle, gerçek kendisiyle baş başa kalabiliyordu. Bir an için yakalayabildiği gerçekliği bozmak istemiyordu, kendisini sadece o kısacık boşluk anında sevebiliyordu. Her şey yok oluyordu ve sadece kendisiyle baş başa kalıyordu. Bazen bu zamanları hayal ediyordu hatta, bunu yapamadığı zamanlarda, başaramadığında…
Yaşadığı semte olan nefretini düşünüyordu, otobüslerin ne kadar kalabalık ve yolların uzun olduğunu. Yaşadığı semtin insanlarına duyduğu öfkeyi düşünüyordu. Ne kadar düşünmekten aciz mahluk varsa bir araya toplanmıştı. Yaşadığı şehir de çok farklı değildi… Ülke muhtemelen bundan çok daha kötü durumdaydı, en kötü bölümlerini görmeden bile bunu söyleyebilirdi. Dünyanın gittiği sonu düşünmeye değer miydi? İnsanlık bunu hak ediyor muydu gerçekten? Yaşatılmalı, ne pahasına olursa olsun yaşatılmalı mıydı? İnsanlardan nefret ediyordu. Bunları düşünmesine onlar sebep oluyordu. Kendine ayırdığı tek zamanda bile kabus gibi çöküyorlardı her şeyin ortasına. Tek düşünmek istediği, sürekli içinde yavaş yavaş büyüyen öfkenin kendisiydi. Heyecanı, gücü, hırsı… Yaşamak konusunda ki kararlılığı bile bu nefretle besleniyordu. Onu yaşatan nefretiydi, kendisinden nefret ediyordu… Sadece insan olduğu için…
Tam da içindeki nefretin nedenini bulmak üzereyken sarsılarak kendisine geliyordu her seferinde… Yine öyle oldu ve kucağında bir çocukla karşısında dikilen kadını gördü birden. Gülümseyerek ayağa kalktı ve olabilecek en kibar konuşması ve ses tonuyla;
“Buyrun, lütfen” Dedi.
Kadın olabilecek en minnettar yüz ifadesiyle ona baktı ve;
“Çok teşekkür ederim.” Dedi.
Geleceği hatırlattıkları için çocuklara öfkeliydi, sevmezdi onları… Hele, büyük insan kılığına girmiş, sevimli, küçük bıcırıklardan… Ailesinin ve büyüklerinin her yaptığını kopyalayan ve yaşadıkları hayatın dışını düşünemeyen beyinsiz küçük veletlerin, beyinsiz büyük insan düşünceleriyle doldurulmalarına şahit oldukça… Gerçekten hepsinden nefret ediyordu. İnsanların sevecek bir şeyler buluyor olmalarına şaşıyordu. Nasıl kendilerini böyle bir kandırmacanın içine sokuyorlar ve nasıl girdiklerini bile hatırlamadıkları masalın içinde kaybolabiliyorlardı… Bunu anlamak çok güçtü.
İzlediği bütün filmlerde ve karşılaştığı sahnelerde gördüğü en sevecen, en tatlı, en ilgili yüz ifadesini yavaş yavaş belirginleştirerek ekledi suratına…
“ Ne sevimli şey maşallah” Diyerek yanağını sıktı.
“Adın ne senin bakalım?”
YORUMLAR
ParanoidAndroid
Teşekkür ederim.
N. B. Ç.
Beynimizde soru işaretleri ise yüzde doksanımızın aslında hem kendimize, hem hayata karşı ne kadar iki yüzlü davrandığımızdı.
Yani haklısınız... Yorumumda haklılığınızı onaydı...