- 3329 Okunma
- 24 Yorum
- 0 Beğeni
Yasak Aşk
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Tarık evden çıkmadan önce son kez aynanın karşısına geçip yüzüne dikkatlice baktı.
Kırk yaşını aşalı bir iki sene olmuştu. Elleriyle yer yer beyazlamış sakallarına ve yanları iyice aklaşmış saçlarına dokundu hafifçe. Bu sabah içinde biraz çocuksu, biraz da suçlu farklı duygular yaşıyordu. On beş yıllık evliliğinde hiç yapmadığı bir şeyi yapıyordu. Şu aralar karısına ihanet etmekteydi.. Bir anda aşık olmuştu, nasıl olduğunu kendisinin de anlamadığı bir şekilde. Adı Zülal’di ve kendisinden yirmi yaş küçüktü aşık olduğu bu kız.
Zülal’i daha ilk gördüğünde içi ürpermişti. Simsiyah kocaman kömür karası gözleri, bu gözlere dantel gibi işlenmiş uzun ve kalın kirpikler..güldüğünde içine bahar ferahlığı veren inci gibi sıralanmış bembeyaz dişler ve bu dişleri muhafaza altına almış her daim öpülesi kiraz gibi etli dudaklar. Arkadaşı İsmet’in dershanesinde bir ay önce işe başlamıştı Zülal. Bu bir ay içinde belki de arkadaşını hiç ziyaret etmediği kadar çok ziyaret etmişti.
Evden ve ya işten ne zaman dışarı çıksa ayakları karşı konulmaz bir şekilde onu Zülal’e sürüklüyordu. Gözleri açıkken bile onu hayal ediyor, kalbini uzundur hasret kaldığı bir titreme sarıyordu. Yaptığının doğru olmadığını bilse de kendisine bir türlü mani olamıyordu. Belki de evliliğinde kurumaya yüz tutmuş aşk çiçekleri şimdi onun gülüşüyle can buluyordu.
Karısıyla yaptıkları mantık evlilikleri ilk yıllar çok iyi olmasa da, biraz idareyle her türlü manevi lezzetten yoksun bir şekilde yürümüştü. Ama birinci çocuğun ardından aralarına buz dağları girmeye başlamış, ikinci çocuktan sonra, bu buzdağları aralarında derinlere doğru büyüyüp bir daha hiç erimeyecek bir hal almıştı. Birbirlerine uygun olmadıkları anladıklarındaysa çok geç olmuştu. Ve buz dağlarının kendilerini birbirlerinden tamamen ayırmalarına engel olansa çocukları olmuştu. Şimdilerde aynı evi paylaşan iki müstakil yabancı gibiydiler. Yatakları bile ayrı ayrıydı. Evde sadece anne, baba rollerini yerine getiriyorlardı. Asla iki sevgili, iki aşık, iki gönül yoldaşı değillerdi artık. Gerekmedikçe birbirleriyle hiç konuşmuyorlardı. Normalin dışında yaptıkları konuşmalarsa kısa bir süre sonra yerini didişmeye, inatlaşmaya hatta kavgaya kadar götürüyordu onları.
Tarık aynaya bakarak saçını ve kıyafetini bir kez daha düzelterek evden dışarı çıktı. Bugün heyecanlı olmasının asıl nedeni Zülal’le dershane dışında ilk kez bir pastanede buluşacak olmasındandı. Açıkçası birilerinin bu buluşmayı görmesinden biraz çekiniyordu. Ama asıl korkusu Zülal’in de kendisi gibi evli olmasıydı.
Zülal, pastanenin kapısına doğru yürürken heyecandan eli ayağı titriyordu. Şu an yaptığının büyük bir hata olduğunun farkındaydı. Fakat o odun kafalı kocası Bahri’nin kendisine olan ilgisizliği, bir de bunların üstüne Tarık’ın kendisine yaptığı hoş espriler, tatlı ve manalı tebessümleri onu bu tehlikeli heyecan girdabına çekmişti. Aslında Tarık’ın “Benimle bir çay içer misin?” teklifine ilk başta çok şaşırmış pek anlam verememişti. Ama şimdi bu teklife olumlu karşılık vermiş ve bu yasak buluşmanın kendisini nerelere sürükleyeceğini düşünmeden buraya gelmişti.
Tarık’ın bir anda gözleri parladı! Zülal pastaneden içeri girmiş mahçup bir gülümsemeyle kendisinin bulunduğu masaya doğru geliyordu.
“Hoş geldin Zülal”
“Merhaba, hoş bulduk.”
“Geldiğin için çok teşekkür ederim.”
“Önemli değil. Bu arada fazla vaktim yok. Birazdan kalkmalıyım olur mu?”
“Tabi, tabi” dedi Tarık. Sonra Zülal’e büyülenmiş gibi bakmaya başladı. Yıllardır hiç hissetmediği, bir kıpırdanış yaşıyordu içinde. Zülal’se tıpkı ürkek bir ceylan gibi masumca duruyordu karşısında. Kendisi koca bir çınardı artık, oysa o daha bir bahar dalı gibi taptaze. Tarık, ara ara “ben burada ne yapıyorum diye düşünse de kendini Zülal’e çoktan kaptırdığının farkındaydı. Ve şimdi ne olursa olsun Zülal’e, ona karşı hissettiği duyguları bir bir söyleyecekti.
Bir süre konuştular, daha doğrusu Tarık sürekli iltifat ediyor, Zülal’se kendisine yapılan iltifatlara karşılık al al olmuş yüzüyle sadece tebessüm ediyordu. Aradan bir zaman geçmişti ki Tarık gözlerini Zühal’in gözlerine adeta kenetledi. Tarık’ın bu bakışı Zülal’lin içini ürpertti. Bu baygın bakıştan anlamıştı Tarık’ın kendisine farklı bir şeyler söyleyeceğini.
“Zülal sana bir şey söylemek istiyorum. Aslında nasıl diyeceğimi bilmiyorum. Belki bu söyleyeceklerim için bana çok kızacaksın. Ama bu düşüncelerimi beni bir daha hiç görmeyecek olsan da paylaşmak istiyorum seninle. Zülal ne kadar güzel bir kız olduğunu hep söylüyorum sana. Ve ben seni her gördüğümde inanılmaz mutlu oluyorum. Her dakika, her saniye seni görmek istiyorum. Bilmiyorum, ama sen çok farklısın. Yani anlayacağın ben sana aşığım biliyor musun?”
Zülal’i utandırmıştı bu sözler. Başını hafifçe önüne eğdi. Bir şeyler söylemek için yutkundu. Bu arada ona nasıl hitap edeceğine de şu an karar veremiyordu. Bugüne kadar dershanede ona hep Tarık abi, yada, Tarık Bey demişti.
“Tarık abi inanın siz çok iyi birisiniz”.dedi titrek sesiyle Zühal. “Ben de sizi görünce hep seviniyorum.. Ne bileyim mutlu oluyorum. Ama biliyorsunuz ki ben evliyim ve siz de öylesiniz…”
O akşam Zülal evde yemek ve bulaşık işlerini bitirdi. Kocasına ve beraberlerinde kalan kaynanasına erken yatacağını söyleyerek odasına çekildi. Eline annesinin evinden getirdiği ve çok sevdiği bez bebeğini aldı. Bugün yaşadıklarını düşündü. Düşündüğü anda da yüzünde minik bir gülümseme belirdi. Gerçekten Tarık’la çok hoş vakit geçirmişlerdi. Onun söylediği sözler ruhuna tesir etmiş, kendini çok değerli biri olarak görmüştü. Bir an kocasını düşündü; Üç yıllık evliydiler. O zamanlar ilçede oturuyorlardı. Daha lisedeyken sevmişlerdi birbirlerini. Sonra da ailesinin o kadar çok karşı çıkmasına rağmen şimdi kocası olan bu vicdansız Bahri’yle evlenmişti. Kocası demişti “Ankara ya gidince sen üniversiteye devam edersin” diye. Oysa Ankara’ya geldiklerinin daha ikinci günün de o cadaloz kaynanası da gelip evin baş köşesine çöreklenmişti. Oğlunu kendisinden kıskandığı için onu zehirleyip zehirleyip sürekli üzerine salmıştı hep. Dayaklar…Horlanmalar…Küfürler kaç kez ayrılmak istemişti de kocası onu hep öldürmekle tehdit etmişti. Hem ailesi de “madem bizi ezerek evlenip gittin, o zaman ölün çıksın ama bize asla geri dönme demişti.” Zülal ne yapacağını düşünüyordu. Şu ölü gibi yaşadığı hayata Tarık adeta bir cankurtaran gibi girmişti. Ama bu işin sonu yoktu ki.. O da evliydi, kendisi de. Ama her şeye rağmen Tarık’la görüşmeye karar verdi.
O günden sonra Zülal ve Tarık, kah pastanede, kah bir parkta, kah bir banka şubesinde sık sık görüşmeye başladılar. Bir araya geldiklerinde kendilerini dünyanın en mutlu insanı gibi hissediyorlardı.
Tarık’ın uzun zamandan beri ilk kez yüzü böyle gülüyordu. İlk kez işinde bu kadar coşkuluydu. Onu şimdilerde gören bütün arkadaşları onun birdenbire gençleştiğini söylüyorlardı. Tarık’daki bu değişimleri büyük bir şüpheyle izleyense karısı Tülin’di.
Onun hayatında birisinin olduğundan şüpheleniyordu. Evdeki tavırları çok değişmişti. Aklı hep bir yerlerdeydi. Giyimine kuşamına çok dikkat eder olmuştu. Çocuklarıyla hiç olmadığı kadar çok şakalaşıyor, kendisiyle eskisi gibi tartışmıyordu bile. Tülin şu an üzerini giyip dışarı çıkmak için hazırlanan Tarık’ın yanına geldi. Şüphe dolu gözlerle ona bakıp;
“Tarık bir dakika bana bakar mısın?” dedi. “Son günlerde çok tuhaflaştın! Bir garip davranıyorsun. Bana doğru söyle, yoksa hayatında birisi mi var?”
Bu soru üzerine Tarık’ın bir anda rengi attı! Bir müddet sustu. Ardından sitemkar bir sesle:
“Hayatımda, kalbimde kimse yok dedi.”
Bu cevap Tülin’in yüreğini biraz su serpmişti. Ama Tarık konuşmasına devam etti:
“Ama hayatımda olmana rağmen sen de kalbimde değilsin!”
Bu son cümle Tülin’in çok ağrına gitti. Adeta şok olmuştu.
“Saçmalama ne demek ben de yokum!”
Tarık kırgın bir ifadeyle karısının yüzüne baktı.
Ne zannettin Tülin.. Bu kadar kavga ve kadar kırmalardan sonra kalbimde nasıl yer edeceğini sanıyordun. Benim kalbime girilen tek kapı vardı. Ve oradan da anca sevginle, aşkınla, saygınla girebilirdin.”
Zülal’in de tavırlarındaki değişimi kocası ve kaynanası hemen hissetmişti. Eskisi gibi değildi bir tuhaftı. Sanki kendisine yapılan hiçbir şeye aldırmıyor gibiydi. Hiçbir şeye itiraz etmiyordu artık. Akşam işten geldiği zaman hemen odasına çekilip saatlerce bez bebeğiyle konuşuyordu. Kocası onun bir numaralar çevirdiğini düşünüp son günlerde onu takip etmeye başlamıştı.
Tarık ve Zülal bugün ilk kez beraberce bir arkadaşlarının bağ evine gidip piknik yapacaklardı orada. Zülal, artık kocasının kendisini izlediğini biliyordu. O yüzden önce işe gitti, ardından işyerinden izin alarak Tarık’la buluştu.
Tarık bağ evinin bahçesine geldikten sonra arabayı uygun bir yere park etti. Arabadan indirdikleri piknik malzemelerini yere serdikleri örtünün üzerine koydular. Bir süre keyif içinde yediler, gülüştüler birbirlerine güzel sözler söylediler. Bir ara Tarık manalı bir şekilde Zülal’e baktı. Bu bakıştaki mesaj Zülal’in kalbini yerinden sökecek kadar hızla attırmaya başladı. Çünkü bakışlarında şehvet vardı.
Tarık, Zülal’i yavaşça ellerinden tutup boylu boyunca çimlere yatırdı. Hafifçe titremeye başlayan elleriyle saçlarını okşadı. Bembeyaz gerdanının kokusunu derin derin içine çekti.. Ardından küçük küçük öpücükler kondurdu boynuna. Daha sonra hararetli bir şekilde dudaklarını öpmeye başladı. Birkaç saniye sonra elleri yavaş yavaş Zülal’in gömlek düğmelerini açmaya başladı.
Yarım saat sonra Zühal dizlerini kendine doğru çekmiş sessizce ağlıyordu. Nasıl olduğunu anlamadan bir anda kendini Tarık’a teslim etmişti. Bu yaptığından şu an büyük bir pişmanlık ve utanç duyurdu.
Tarık’sa onun saçlarını şefkatle okşayıp teselli etmeye çalışıyordu. Kendisi de şaşkındı bu olanlara. Hayatında hiç tasvip etmediği berbat bir duruma düşmüştü.
Aradan günler geçmişti. O gün bağ evinde yaşananlardan dolayı ilk başlarda biraz pişman olsalar da, ilerleyen zamanlarda bu pişmanlıkları kaybolmuştu. Artık birbirlerine deli gibi aşıklardı. Ne bu beraberliklerin ağır vebalinden korkuyorlardı. Ne de ailelerinin bu işi fark etmesinden çekiniyorlardı. Onlar yasak olsa da hayatlarındaki en mutlu anlarını yaşıyorlardı.
Ertesi gün yine bağ evine gitmek için plan yapmışlardı. Zülal’ o gün işten çıkıp eve geldi. Yarın yine bağ evine gidecek olmasının heyecanı vardı içinde. Akşam yemeğinden sonra karısının hareketlerinden artık iyice şüphelenen kocası Bahri, mutfakta yemek yapan Zülal’in yanına geldi. Sertçe omzundan tutup:
“Bana bak yarından itibaren işe, mişe gitmiyorsun.” Diye öfkeyle bağırdı.
Zülal hiç beklemediği bu davranış karşısında donakalmıştı. Yüzü kıpkırmızıydı.
“Neden, ne oldu diye sordu?” titreyen sesiyle.
İyice sinirlenen kocası Zülal’in saçlarını hızlıca sündürdü. Arkasından sertçe bir tokat patlattı yüzüne.”
“Sana gitmeyeceksin dedim o kadar” dedi ve mutfak kapısını hızlıca çarparak odadan dışarı çıktı.
O gecenin ilerleyen saatlerine rağmen Zülal halen yatmamıştı. Aklını kaybetmiş birisinin halleri vardı kendinde. Eline aldığı bez bebeğini son kez öptü. Bir kez daha öptü “bu da senin için yasak aşkım” dedi ve ardından banyoya yöneldi
Ertesi gün Zühal’le buluşacakları yerde onu bekleyen Tarık oldukça endişelenmişti. Buluşacakları vaktin üzerinden bir saat geçmesine rağmen Zülal halen gelmemişti.
Aradan geçen iki saatin sonrasında Tarık dayanamayıp Zülal’in çalıştığı dershaneye gitti.
İçeri girdiğinde bir tuhaf oldu. Çalışanların çoğu ağlıyordu. O an büyük bir korkuya kapıldı.
Hemen orada görevli birisine kaygı içinde yaklaştı:
“Ne oldu hayırdır! İnsanlar niye ağlıyor? Birisine bir şey mi oldu?
Oldukça üzgün olduğu belli olan görevli Tarık’a baktı:
“Bizim bir çalışanımız vardı. Dün akşam kendini asmış!”
Tarık’ın elleri ayakları boşalmıştı.
“Zar zor çıkan sesiyle ancak “kim?” diye sorabildi.
Görevli aynı üzgün ifadeyle cevap verdi.
“Zülal..”
Zülal’in vefatının üzerinden yaklaşık bir ay zaman geçmişti. Tarık bu süre içinde perişan bir halde mezarlığın kapısına kadar defalarca gelmiş, ama onun öldüğü gerçeğini halen kabul etmediği için kabrine gidememişti. Fakat bu gece içindeki hasrete artık daha fazla dayanamamış ve onu ziyarete gelmişti.
Tükenmiş bir şekilde kabristandan içeri doğru yürümeye başladı. Ve daha içeri girer girmezde gözlerinden acı dolu yaşlar süzüldü. Zorlukla atabildiği birkaç adımın sonunda Zülal’in mezarı başına geldi. Yavaşça diz çöküp, kahırlı bir şekilde konuşmaya başladı:
“Zülal..Zülal seni çok özlüyorum biliyor musun? Sensizlik dayanılacak gibi değil. Nefes alamıyorum… Bir saniye yerimde duramıyorum… Her şey renksiz..anlamsız..ruhsuz. Sana kavuşmak için kaç kere kendimi öldürmeyi düşündüm. Kah bileklerimi kesmeye yeltendim, kah kendimi derin sulara atıp içimi yakan sensizliği söndürmek istedim. Ama çocuklarım gözlerime değdikçe onlara kıyamadım, onları yetim bırakamadım. Ama inan ki seninle birlikte ben de öldüm ben de……”
YORUMLAR
Bazen yazıya değilde yazının içeriğine girilerek anlatılan olay ve karakterler tartışılıyor..Okuyan kendi hayat görüşüne, ahlakına, inancına, felsefesine göre anlatılan konuyu eleştiriyor...Anlamakta zorlanıyorum..
Yazar bize bir bir dünya sunmuş.Bize nasıl bir hayat anlatıyor ve bu hayat bize ne kadar gerçekçi yansıyor, buna bakmak lazım...
Bir öyküde geçen müstehcen yahut galiz sözler üzerinden ahlaki hükümler vermek bir bakıma sansürün değişik koludur..
Benimde sıklıkla yaşadığım bir sorun Mustafa bey..Üstelik bu hususlar da konulara, üslup,a çok dikkat eden birisiniz..Buna rağmen eleştiriler olabiliyor, bu da çok enteresan bir durum yaratıyor..
Tebrik ederim..
Mustafa Sakarya
Karıştığım bir öyküleme idi. Olaydan ziyade sonucuna odaklandım tabii dediğim sonuç öykü karakterlerinin nihayette yaşadıkları değildi. Sanki kalem bir şeyler demek istemiş okuruna en azından okur sayılıyorsam öyle düşünüyorum.
Fakat,
öykü yanı biraz zayıf kalmış. Üçüncü dilden konuşuyorken daha rahattır kalem öyküyü tadında hissettirebilmek için. Ne bileyim tasvirlerde diri kalınabilir ve objektif bakılabilir. Edebiyat için biraz daha çaba gerekirdi. Anafikrin açıklığı için de gerekirdi. Şu an Zülâl için üzülmüyorum,Tarık için de keza öyle ve geride kalan zavallı eşler için de. Tamamıyla nötr mü, hayır elbette. Anladığım sadece çıkmazda iken insanları ve hayatı yanlış yorumlamamanın gerektiğidir. Zülâl aşık mıydı (!) ya da Tarık ya da diğer eşler...
"yasak aşk"
çok zayıf bir bütün...Yasaklığı başkasının helaline göz koymaktan mı geliyor ya da diğerlerinin, sözde verilmiş sözleri çiğnemiş olmalarından mı...Hayatı boş yaşamak olmasın sakın bunun diğer adı...Yanlış kararı sonucu yaşadığı evliliği daha bir uçuruma sürükleyen zavallı bir kadın ki yaşını da düşünürsek kırkına gelmişten yirmi yaş küçükse hayli küçük,diğer adı henüz çocuk kalkıp. Diğer karakter daha vahim. Kırka boşuna yürümüş insan. Başlıkta "aşk" kelimesinin olması üzdü beni aşk'a böyle bakılmamalı çünkü. Aşkın yasağı olmaz ki helal değilse adı aşk değildir ki , aşk günah değil ki...
Ne demeli ki hayat karşımıza çıkarmasın inşallah...Asmak,bilekleri doğramak sanki yürek mi gerektirir hayır! Kafa denilene saksı denir ya bazı diller de aynen öyle...
Bir öyküden böylesi anlam çıkarmak güzeldi benim için kaleme teşekkürler. Çizgiyi öyle kuvvetli dizginleyebilmiş ki aksine düşünmek adıma haksızlık olacaktır.
Bu arada bazı yazım durumları var,bir daha gözden geçirilmeli zirâ :
"ve ya"
böyle yazılmıyor...
Daimini diliyorum kalemin azminin..
Sevgiler.
Mustafa Sakarya
Mustafa Sakarya
HARİKAAAAAAAAAAAA.....
M. CÂN GÜNDEDE tarafından 8/29/2010 12:43:23 AM zamanında düzenlenmiştir.
Mustafa Sakarya
M. CÂN GÜNDEDE
Mustafa Sakarya
Mustafa Sakarya
Ağlattınız bizi... Bu hikayaye yorum yazmak oldukça güç... Yanlışlar içinde kurulan bir dünya mutluluk nasıl getirirdi insana..
Bir yanlışı dokuz doğru ile toplasak on doğru eder mi? Yanlış doğrularıda çürütürdü... Bu yüzden Yanlışlık üzerine doğruluk bina edilmez...
Alınacak şey var hikayenizde çok düşünmek ve aile birliğini korumak için neler yapmak gerektiğini iyi anlamka gerekiyor... Evliliklerin zaman içinde yitirilen heyecanı ,eşler arasında ki kavgalar dışa sevk ediyor belkide.. Kaybedilen başka ellerde aranıyor... Başka sevgilere yelken açmakla yakaladığı heyecanla bitiyor aslında...
Bir insanın hayatına mal olan yasak aşk örneğini okuduk hikayenizden... hayatın içinde kaç insan öldü bu yüzden bilemiyorum ...
Allahu Teala yanlışa düşmekten ve yanlış yerlerde mutluluk aramaktan muhafaza eylesin...
Mutluluğu yuvalarında bulmayı ve kaybedileni kazanmak için gayret etmeyi nasip eylesin yaradan...
yüreğinize sağlık ..
Gül Şehri tarafından 8/27/2010 12:33:51 PM zamanında düzenlenmiştir.
Mustafa Sakarya
Çok başarılı ve güzeldi..Ama, Zülal'i keşke öldürmeseydin! Benim bile ağırıma gitti...
Evet, bizim henüz toplumsal raylarımız yerine oturmadığından, bu örnek hikaye çoğu çatı altlarında ve sokakta birer deli gerçek olarak yaşıyor...
Yürekten kutladım.Selam,saygı...
Mustafa Sakarya
Öncelikle tebrik ediyorum Mustafa Bey. Her zamanki gibi akıcı ve duru öykünüz.Her türlü yazım kuralına azami dikat edilmiş. (Gerçi "sündürdü" ne demek anlamadım ama...galiba yöresel bir ağız)
Erkek yazarların aldatmayla ilgili öykülerinde bir şey dikkatimi çekti: karısını aldatacak adam, çok iyi, dürüst, romantik, ama ya yanlış evlilikten dolayı ya da kadınının evlendikten sonra değişen huylarından dolayı mutluluğu "çaresiz" dışarıda arıyor. Aslında aramıyor da kaderin tecellisi bu yönde bir kıyak çekiyor onlara...Yani hep geçerli bir sebepleri var bu aldatan karaktarlerin. Biri neden yaptın diye soracak olsa, haklımıysın be kardeşim dedirtecek mazaretler hem de.
Yazarın, içinde bulunduğu toplumun yargılarını da gözardı etmeden, aslında pek çok insanın özlemi olan aşk olgusunu işlemesi bu şekilde. Ama bence ihanetin suçu -kadın olsun erkek olsun- eşlere atılmamalıdır. Durum objektif bir şekilde anlatılmalı, adam ya da kadın olayın gidişatına göre aşık olmalı ya da olmamalı, ve bu aşkın tarifi yapılırken yazar sürekli "geçerli mazaret" derdinde olmamalıdır bence.
Ayrıca yazıyı anlatan üçüncü tekil kişi, karakterler hakkında yorum yapmamalıdır. "Odun, cadaloz, zalim vb." İlle de karakterlerin bu kötü yanlarını söylemek icap ediyorsa, bu yorumlar "iç ses" olarak yazılabilir. "-diye düşündü" ikilisi en çok burada işimize yarar.
Öykü biraz daha uzayabilirdi. Kadın ilk engelde intihar etmez genelde. Biraz mücadale, aksiyon olayı arabesk olmaktan kurtarabilirdi. Ama galiba çok uzun olmasından çekiniyoruz hep. Oysa iyi yazı kendini okutur ve o sayılı okuyanlar da yazara yeter. Zaten üstün körü okunacaksa bir yazı, hiç okunmasın daha iyidir bence. Siz ne kadar uzatsanız da, yazınız okunur eminim. Çünkü halk dilinde, öyküyü imge manyağı yapmadan, güncel ve herkesin başında olan konuları yazıyorsunuz. Kesinlikle "kıyımsız" bir karaktere sahip olduğunuzdan eminim. Bu, yazılarınızdaki her iki tarafı da haklı gösterme çabanızdan ve cümlelerinizdeki naif ve romantik havadan belli.
Beni düşündüren bir husus daha var yazıda; söylemeden edemeyeceğim...Tarıkla karısı zaten köprüleri çok evvelden yıkmıştı. Odalar ayrı sohbet yok sevgi yok...Ev arkadaşı gibiler. Hal böyle iken, kadın nasıl kocasında bir değişiklik olduğunu "anında" sezebiliyor, ve neden bu gayet doğal sonuca tepki gösteriyor hatta "şok" oluyor. .
Bir de nedir kardeşim, hemen her acılı aşk hikayesinde kadın öldürülüyor... Bu kadın kıyımına bir son verilmesini rica ediyorum.
Evet, sevgili Mustafa Bey, değerli yazar arkadaşım...Siz misiniz beni Edebiyat Lisesinde "sıfırcı, virgülden bile puan kıran hoca" diye reklam eden :)
Canı gönülden kutluyorum sizi tekrardan. Başarılar diliyorum siz de yazmaya gönül veren bütün arkadaşlarıma da...
Saygılar...
aynur engindeniz tarafından 8/27/2010 10:17:50 AM zamanında düzenlenmiştir.
Mustafa Sakarya
Aynur Engindeniz
Ben kadın kötülendi demedim, erkeğe aldatması için haklı mazeretler sunuluyor dedim. Aynı şey değil. Ayrıca sadece kadın olarak ele almadım, eşler dedim ikinci kısımda. Olsun fazla uzatmaya gerek yok.
"Sündürdü kelimesi...Bence tuhaf kaçtı. Tabi sizin tercihiniz...
Tekrar tebrik ediyorum ve başarılarınızn devamını diliyorum.
Mustafa Sakarya
Gül Şehri
Mustafa Sakarya
Mustafa Sakarya
Hayat her şeye gebe.
Olmaması gereken olan şeyler....
emeği geçenleri kutlarım..
......................selametle
Mustafa Sakarya
Yaşanası olaylar,hiç yaşanmasın ve böyle dramatik sonlar olmasın asla.
Kutlarım.Selamlar.
Mustafa Sakarya
günümüzün....... en çok yaşanan olayları.....ne ilk nede son olacak......muhteşem bir anlatım.....kurgu üstadı..... anafor gibi elini ver kolunu kurtaramazsın....mıuhteşemdi.....saygılar
Mustafa Sakarya
yıllar önce çalıştığım yere yeni mezun bayan çok güzel öğretmen geldi.ailesi kızlarını burada ki bir yıllık evli kuzenlerinin evine bırakıp döndü.bir çiftçi ailesiydi.bir süre sonra bu çok güzel kızın yanımızda ki okuldan öğretmenle nışanladığını duyduk.ancak ortada yolunda gitmeyen bir şeyler vardı.fırtına öncesi sessizlik gibi.
bir sabah aldığımız haber ile sarsıldık.
öğretmen arkadaşımız ve kuzeninin eşi bir evde intihar etmişlerdi.
nışan sadece bir örtü belki bir denemeydi.
cenazelerinin bulunduğu evde pasaport bulunmuş her ikisine ait.
baba yıkılmıştı.
bir yuvanın ışığı sönmüştü.
bu ne büyük acıydı içinde her duyguyu barındıran...aşk,tutku,namus,onur,ahlak....
Mustafa Sakarya
Günümüzdeki yanlış evlilikler, ya da evlilik birliğinde sevgi saygı kalmadığı zaman, evlilik çekilmez olduğu zaman, çiftlerden biri ya heyecan arıyor, ya da Zülal'le Tarık gibi aniden bir yerlerde karşılaşıp, yeni bir aşka yelken açıyorlar.
Peki burada yanlış olan ne? Bitmiş bir evliliği şirket ortaklığı gibi sevgisiz saygısız devam ettirmek mi? Yoksa çiftler yollarını ayırıp kendlerine yeni bir hayat kurmaları mı? Yoksa kahramanlarımız gibi yasak aşk mı yaşamalılar?
İşte bu tür yasak aşklarda hep olan kadına oluyor. Erkeği karısı affederken, kadın ağır bir darbe yiyor ve bazen Zülal gibi yaşamına son verebiliyor. Mustafa Sakarya farkıyla yazılmış güzel bir öykü. Soluksuz okudum.
Tam puan... sevgilerimle...
Mustafa Sakarya
Gül Şehri
Yanlış yapılan evlilikler, mutsuz aile ilişkileri, sevgiyi dışarıda arama, geç gelen mutluluk ve dram...
Bütün bunlar ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi, o kadar akıcı bir şekilde yazmışsınız ki sonuna kadar soluksuz okudum diyebilirim... Usta bir kalemin elinden çıktığı belli bir öykü okudum sayfanızda...
Zühal'ın işe gitmesinin kocası tarafından yasaklanması ile intihar etmesinin arası biraz daha derinleştirilebilir miydi acaba diye düşündüm kendi kendime... Tokat olayı tek başına kalmış gibi geldi, Bahri'nin onları görmüş olması ve buna dayanarak tokat atması olabilir miydi acaba... Saygısızlık olarak algılamayın lütfen, sadece benim fikrimdi bu...
Kaleminize ve emeğinize sağlık...
Mustafa Sakarya
yüreğin dert görmesin kardeşim...
harika bir eser ortaya koymuşsun...
toplumumuz da yaşanır olan bir olayı
işlemişsin...
kaklemin her dem yazsın yazsın ki bizde nasiplenelim.
her dem sevgi ve saygımdasın kardeşim.
Mustafa Sakarya
Oldukça ağır bir konu. İkilemleriyle dolu!...
Evlilik kutsal bir müessese diyoruz. Diyoruz ama o müessesede sevgi ve saygı yoksa...
Bu biraz da insanın kendi kişiliğiyle alakalı.
Dini yönden bakıyorsun yaşananlar yanlış. Duygusal yönden bakıyorsun, gönül bu söz geçmiyor kimi zaman.
Yinede en doğru olan eşlerin birbirini anlamaya çalışmaları ve zorluklara birlikte göğüs germeleri sanırım.
Yazı tekniğiniz mükemmel ama içerik dedim ya!...
Mustafa Sakarya
Yasak bir aşkın getirdiği hüznün yanında yanlış evliliklerin getirdiği çıkmaz ve kötü sonu çok başarılı işlemişsiniz.... Muhteşemdi yine anlatımınız. Usta kalem tebrikler. Saygı ve selamlarımla..
Mustafa Sakarya
Evlilik bir şirket mi? Menfaatlerin gözetildiği, duyguların, huyların, karekter yapılarının ikinci plana atıldığı bir iş yeri mi?
Değil tabii... Yada olmaması lazım. Ama bir şirket kurar gibi evlenenler o kadar çok ki toplumumuzda... Canım Mustafam bu yarayı ele almış. Dantel gibide işlemiş. Çokta iyi etmiş. Bu yazıdan alınacak o kadar çok ders var ki, ama bilene...
Gözlerinden öptüm Mustafam...
Mustafa Sakarya
Birbirlerine sevgi saygı duymayan insanların evlilikleri, sadece çocuklar için devam ettirmeleri, işi çıkmaza sokuyor.
Her zaman söylüyorum, yine de söylerim, ne kadar severse sevsin, evli kişilerin ilişkileri tasvip edilemez.
O yüzden, sevip anlaşabildiklerinden emin olmadan insanlar çocuk sahibi olmasın.
Sonra da çocuklar için çekilmez bir evliliği devam ettirme mecburiyeti olmasın.
Yasak aşkın sonundaki dram, çok güzel işlenmiş,tebrikler.
Mustafa Sakarya
Aile içindeki kopukluklar, eşler arasındaki zaman zaman yaşanan anlaşamazlıklar, bazen insanları dışarıya itebilir. Bu kadın için de aynıdır, erkek için de aynıdır. Genelleme yapmak yanlıştır. Evde göremediği ilgiyi ve sevgiyi dışarıda bulduğunda da, bu tür yanlış ilişkiler, yanılmalar ortaya çıkabilir. Sonuçta, zararlı çıkan da kadındır genelde. Kadın namustur. Erkeğin yaptığı ,ise elinin kiridir. Daha kolay affedilir toplum tarafından. Bu yazınızı okuduktan sonra bunlar aklıma geldi. Güzel ve hüzünlü, acı bir öyküydü. Tebrik ediyorum arkadaşım kalemini.