SEBAHATTİN ALİ VE DAYIM
SEBAHATTİN ALİ VE DAYIM
Sıkıcı, yorucu bir okul döneminden sonra iyi bir tatili hak etmiştik. Edebiyat ve Türkçeye gelen öğretmenimiz koca bir kitap listesi vermişti. ”Tatilde boş durmak yok” demişti. Bir haftalık dinlendikten sonra bende sıkılmaya başlamıştım. Kitap kurdu Serdar abiye gittim. Listede Sebahattin Ali’den Değirmen ve Kağnı öykü kitaplarını bulunca çok sevindim. Bunun dışında ayni yazarın Kuyucaklı Yusuf romanı ve şiirlerinde oluşan iki kitap daha vermişti.
Değirmeni ve Kağnı öykülerini bir çırpıda okudum. Sonra Kuyucaklı Yusuf’a başladım. Kuyucaklı Yusuf beni o kadar sardı ki; aldı çocukluğuma götürdü. İlkokul dördüncü sınıftaydım. Okul zili çalmış dışarıya çıkmıştık. Evi evimize yakın olan arkadaşlarla bir araya gelmeye çalışıyorduk. Çevrede bir hareketlilik vardı. Mahallede olağanüstü bir durum olduğu her halden belliydi. İnsanlar bizim evin olduğu bölgeye adeta akın ediyordu. Çevrede bazı insanlar bakışlarını bana yönelttiğini gördüğümde içim cız etti. Bizim eve yaklaştığımda evde kimse yoktu. Bütün insanlar Şirintepe’ye doğru yönelmişti. Kazım Bey dedikleri kişiye ait bağlık bir bölgede toplanmışlardı.
Çantayı kömürlüğe koyduğum gibi arkadaşlarla kalabalığın olduğu bölgeye gittik. Kalabalığı yaklaştıkça insanların bakışı üzerimde yoğunlaşıyordu. Kalabalığı adeta bana yer açıyordu. Yaşlıca bir komşumuz elimden tuttu. “Siz çocukların burada ne işi var” diyordu. Bense “annem evde yokta burada mı?” Diye bakmaya geldiğimi söyledim. O sırada çocuklarda bir “ölen dayınmış biliyor musun?” Diyince şaşkına döndüm. Komşumuz amcada “vay eşşolueşşek” diyerek çocuğu taşladı. “Ne dayımı öldü diye haykırmışım” Ağlamaya başladığımda İsmet amca elimden tuttuğu gibi, beni kendi evlerine götürdü.
Evlerinde beni emanet edecek birini aradı. Fakat bulamadı. Bende tutturdum “anneme gidecem” diye. “Oğlum annenin acısı kendine yeter birde seninle uğraşmasın” Diyerek elimden tuttuğu gibi tekrar kalabalığa geldik. Ortada bir ölü yatıyor, üzeri çarşaf gibi bir şey örtülmüştü. Annemi gördüm dizleri üzerine oturmuş, dövünüp ağlıyor. Annemi öyle görünce bende ağlamaya başladım. Sanıyordum ki, kız kardeşim de annemin yanında. Kardeşim yoktu. Filiz nerede diye ağlamaya başladım. İsmet amca “oğlum birine emanet etmişlerdir, bil sekte seni de yanına götürsek” Bir kadın, “İsmet ağabey bu çocuğu götmüştün, geri niye gettin” diye çıkışınca, İsmet amca bayağı bozulmuştu. Bu arada İsmet amcanın eşi Fadime teyzede yanımıza geldi. Beni kendi çocuğu gibi kaptığı gibi birazda kadının azarıyla öfkeli bir şekilde, “Fadime kız bizim çocuklarla birlikte Zeki’yi eve götür” diye gürledi.
İsmet amcanın çocuklarında aldığım haberle dayımın kendisini vurarak intihar ettiğini öğrendiğimde oldukça şaşırdım. Neden yapmış, silahı nereden bulmuş. Sonra öğrendiklerimle çocuk başımla iyice şaşırıyorum. Dayım kendinden önce nişanlısı, kaynanası ve bir de genç bir adamı vurmuş. Nişanlısı ölmüş, kaynanası ve genç adam yaralı imiş. Artık ağlamayı bırakmış, olayı sorup soruşturmaya çalışıyorum. Her araştırdıkça merakım iyice artıyor. Bu genç adam da kimmiş. Meğer benden başka herkes olay hakkında bayağı şey öğrenmiş. Sonra hatırladım ki, kalabalıkta herkes bir biriyle olay hakkında konuşuyordu. Beni uzaklaştırmasalardı bunları çoktan öğrenecektim.
O genç adamı merak ediyorum. O da dayımın nişanlısını elinden alan kişiymiş. Sonra çocuk belleğim amcamın köyden bize ilk geldiği günlere gidiyor. Yakın köydeki ortaokulu bitirmiş köy kahvesinde, köy odasında yeteri kadar vakit geçirdikten sonra köy dar gelmeye başlamış. Herkes gibi o da şehirde yakınlarının yolunu tutmuştu. Ablasını yanına gelmişti. Babam “seni bir liseye yazdıralım” diye üsteletmesine rağmen tutturdu “ben çalışacam” diye. Durumu kavramıştı, bize yük olmak istemiyordu. Zaten bizde kıt kanat geçiniyorduk.
Amcamın oğlu gibi o da bir bayan kuaförün yanında çırak olarak işe başladı. Bir süre sonra oldukça değişti. Saçlarını güzelce tarıyor, güzel güzel giyiniyor. Patronu “buraya gelenlere şık görünmen gerekir” diyormuş. Bizim mahalleden tezgâhtar olarak çalışan Ayten ablada saç yaptırmaya gelince tanışmışlar. Beraber dolmuşta buluşmalar, birlikte gidip gelmeler birbirine aşık olmuşlar. Patronu “oğlum güzel kız elini çabuk tut, başkasına kaptırma” diyince, dayımda bir acele sorma gitsin. Anneme babama yalvarmalar. Babamda “oğlum önce nişan yapalım sende, şu askerliğini yapar gelirsin, sonra evlendiririz sizi” Diyince dayım hayır diyemedi. Aile arasında bir nişan yaptılar. Buraya kadar olanı biliyorum da gerisini bilmiyordum.
Dayımın kendisini vurduğu gece cenazeyi kaldırdılar. Bir hastaneye gönderdiler. Otopsi yapılacakmış. Ertesi gün toprağa verildi. Bir kavga da mezarlıkta çıktı. Bizimkiler nişanlısıyla yan yana olsun istiyorlar. Nişanlısının yakınları istemiyor. Neyse imamın araya girmesiyle olay çözülüyor. Ama her zaman kavga olur diye yan yana gömmediler. Sonra iki ayrı kişi mezar müracaatı yaptığından ayrı ayrı parsellere düşmüş olması ısrarları kesiti. İsmet amca “bunların başı kalabalık siz Zeki’yle ilgilenin” diye beni çocuklarına emanet etti.
İsmet amcanın çocuklarının ikisi benden büyüktü. Erdal Abi ve Erol Abi ile birlikte dayımın vurulduğu yeri gezdik. Sonra trenle sinemaya gittik. O zamanlar sinemaları ile Cebeci semti ünlüydü. Trenin içinde Dayım ile Ayten abla için bir destan yazılmış, ondan satılıyordu. Satıcı yanık sesiyle olayı şiirsel bir şekilde anlatıyor. O zamanlar böyle yaygın bir habercilik mi? Desen, nasıl adlandırsam bilmiyorum öyle yaygın bir satıcılık vardı. Satan adama garip garip bakmışım. Adamda bir çocuğu isteyeceğini düşünemiyor. “O dayım dediğimde” adam bir tane veriyor. Bana verince vagonda satış patlaması yaşanıyor. Benden de para almıyor. O destanı yıllarca defterimin arasında sakladım. Defterimle birlikte kayıp oldu gitti. Sanırım birkaç dize aklımda kalmış “Askere gittim hizmete / Sevdiğimi verdiler ellere” bunun gibi bir şeydi.
Destan olayı anlatmaktan uzaktı. Sadece askere giden bir gencin, nişanlısının başka birisine verilmesini ve arkasında gelişen dramı özetliyordu. Çocukluk merakı ile olayın ayrıntıların araştırmaya başlamıştım. Metin dayım askere gittiğinde sık sık Ayten ablayla mektuplaşıyormuş. Ayten abla, annesiyle birlikte yemin merasimine bile gitmişti. Ne olduysa komşularına gelen bir Almancı bir gencin gelmesinden sonra olmuş. Ayten ablanın annesi Pakize teyze kafayı bozmuş. Nişanı atıp, kızını bu Almancı gence verecekmiş. Zaten kocasının başını yemekle nam yapmış bu dul kadınla akraba olmayı annen hiç istememişti. Kadının adı Fettan Pakize’ye çıkmış. Ama iki genç bir birini sevince, anneme boyun eğmek düşmüştü.
Dayım bir yılı devirmişti ki, yavaş yavaş Ayten ablanın mektupları kesilmişti. Dayımı mektubu ise anneme yönelmişti. Annemden neler olduğunu neden mektupların kesildiğini soruyordu. Kadın bin bir dalavere ile kızın aklını çelmişti. Yok, “çulsuz Metin’le sende çulsuz olacaksın.” “Benim gibi bir gün görmeyeceksin.” “Almanya ya gelin gitmek varken,” daha neler. Bunlarla da yetinmeyen Pakize teyze bir de tuzak kurmuş kıza. Gündüz gözü bir bahane ile Almancı oğlanı eve çağırmış. Kızı ile oğlanı baş başa bırakarak kendisi de bir yere gitmiş. Ertesi gün mahalle meraklılara “kızım Metin’den ayrıldı, yeni nişanlısı Aslan” demez mi? Mahalleli bu kadını çok iyi bildiğinden yutmamış ama elden ne gelir. Mahalleli dedikoduya başlayınca zavallı Ayten de faka basmış oldu.
Bu olaydan sonra nişan yüksüğünü bize getirdiğinde, annem küplere binmişti. Pakize teyze hakkında yanılmadığını babama anlatmıştı. Sanırım babamda bu kadının böyle yapacağına inanmıyormuş. Şu kadınların sezgileri de bayağı güçlü oluyor. Annem haklı çıkmıştı. Ama bununla sevinemediği gibi çok üzülüyordu. “Şimdi ben kardeşime ne diyeyim” diyip dört dönüyordu. Üstelik kadın, dayım gelmeden kızı ile oğlanı baş göz edip, Almanya ya göndermek niyetindeymiş. Olayda kendi parmağı olmadığını, hatta kızının önüne geçmek istediğini bile planlamış. Bunları annem kadının başka bir akrabasından öğrenmiş. Dayımın firar ederek geleceğinden korktuğundan onu oyalamaya başlıyor. Yok, anası hastalandı. Yok dedesi öldü. Dayımda izin alamadığı bir birlikte görev yaptığından gelemiyormuş. İzini terhisine sayılarak bir ay erken geliyor.
Geldiğinde her şeyi öğreniyor. Sanırım dayımın iznini hesaba katmıyorlar. Falan tertip askerler şu tarihte terhis olacak şeklide bir duyumları var o kadar. Başından vurulmuşa dönen bu genç adamı, annem babam zor zapt etmişti. Olay bununla bitmiş sanıyordum. Çocuk aklımla bunun çok zor bir şey olduğunu kestirememiştim. Oysa dayım olayı unutmadığı gibi, hıncını alacak planlar peyindeymiş. Evlilik için biriktirdiği para ile silah almış. Almancı oğlanında evde olduğunu bir gece evi basarak hepsine kurşun yağdırmış. Kapıyı açan Ayten abla olduğu için öldürücü darbeyi o almış. Sonra kalan kurşunları Pakize teyzeye ve Almancı gence boşaltmış.
Dayım Ayten ablaya o kadar aşıkmış ki, o öldüğünde kendisini hiç affetmemiş. İntihar ettiğinde annemden yiyecek bir şeyler istemiş. Yanında iki şişe şarap şişesiye sarhoş olmuş. Uzun süre konuşmuşlar, sürekli tekrarladığı “Onu kimseye yar etmemdim” sözüymüş. Annemden sigara istemiş, annem de oradan uzaklaştığında, silahı şakağına dayayarak basmış tetiğe. Annem evden silah sesiyle koşmuş. Yokuşu nasıl çıktığını kendisi de bilmiyor. Bir bakmış, kardeşi kanlar içinde.
Bu son kısım Kuyucaklı Yusuf romanındaki finale çok benzediğinden olsa gerek, roman çok ilgimi çekti. Bir çırpıda okudum. Yazık ki, Sebahattin Ali talihsiz bir şekilde öldürülmüş. Ölmemiş olsa, yarattığı bu kahramanla birkaç ciltlik bir roman çıkaracak olduğunu anladım. Sonra Sebahattin Ali’nin şiirlerini okudum. Şiirle aram pekiyi olmadığı için sona saklamıştım. Şiirlerini okuduğumda bu içim daha da ısındı. Genç yaşta böylesi bir yazarın öldürülmesi, bende dayımdaki acıyı bir kez daha yaşattı. Yazar hakkında bende öyle bir merak uyandı ki anlatamam. Bunu sezen ve kitapları aldığım Serdar abinin “okuduğun yazarı çok iyi tanımalısın” önerisi ile AnaBritanica ve Meydan Larousse’dan öğrenmiştim. Uzun yıllar Sebahattin Ali biyografisi aradım durdum. Fakat bulamadım.
Sonra Kuyucaklı Yusuf sinemaya uyarladığından ailece gittiğimizde hepimiz dayımla bir benzerlik kurarak ağlamıştık. Annemin anlayışı uzun sürdü. Annemi gören kız kardeşim de annesine eşlik etti. Ne zaman Sebahattin Ali’nin ismini duysam aklıma dayım gelir. Dayımda onun kadar yakışıklı idi. Sonraları birçok şiiri beste oldu. Sanatçıların dilinden, benim dileme düştü. Bayıldım Sebahattin Ali türkülerine. Bütün eserlerini okumanın tadına varmıştım. On parmağında on hüner olan bu büyük şair, ayrıca Nazım Hikmet gibi iyi bir mapusmuş.
.
YORUMLAR
Sabahattin Ali çok beğendiğim bir öykü ve şiir ustasıdır
yazınızı okumak isterdim bu yüzden açıp baktım sayfa bomboştu
neden...
Gulersu
Sıkıcı, yorucu bir okul döneminden sonra iyi bir tatili hak etmiştik. Edebiyat ve Türkçeye gelen öğretmenimiz koca bir kitap listesi vermişti. ”Tatilde boş durmak yok” demişti. Bir haftalık dinlendikten sonra bende sıkılmaya başlamıştım. Kitap kurdu Serdar abiye gittim. Listede Sebahattin Ali’den Değirmen ve Kağnı öykü kitaplarını bulunca çok sevindim. Bunun dışında ayni yazarın Kuyucaklı Yusuf romanı ve şiirlerinde oluşan iki kitap daha vermişti.
Değirmeni ve Kağnı öykülerini bir çırpıda okudum. Sonra Kuyucaklı Yusuf’a başladım. Kuyucaklı Yusuf beni o kadar sardı ki; aldı çocukluğuma götürdü. İlkokul dördüncü sınıftaydım. Okul zili çalmış dışarıya çıkmıştık. Evi evimize yakın olan arkadaşlarla bir araya gelmeye çalışıyorduk. Çevrede bir hareketlilik vardı. Mahallede olağanüstü bir durum olduğu her halden belliydi. İnsanlar bizim evin olduğu bölgeye adeta akın ediyordu. Çevrede bazı insanlar bakışlarını bana yönelttiğini gördüğümde içim cız etti. Bizim eve yaklaştığımda evde kimse yoktu. Bütün insanlar Şirintepe’ye doğru yönelmişti. Kazım Bey dedikleri kişiye ait bağlık bir bölgede toplanmışlardı.
Çantayı kömürlüğe koyduğum gibi arkadaşlarla kalabalığın olduğu bölgeye gittik. Kalabalığı yaklaştıkça insanların bakışı üzerimde yoğunlaşıyordu. Kalabalığı adeta bana yer açıyordu. Yaşlıca bir komşumuz elimden tuttu. “Siz çocukların burada ne işi var” diyordu. Bense “annem evde yokta burada mı?” Diye bakmaya geldiğimi söyledim. O sırada çocuklarda bir “ölen dayınmış biliyor musun?” Diyince şaşkına döndüm. Komşumuz amcada “vay eşşolueşşek” diyerek çocuğu taşladı. “Ne dayımı öldü diye haykırmışım” Ağlamaya başladığımda İsmet amca elimden tuttuğu gibi, beni kendi evlerine götürdü.
Evlerinde beni emanet edecek birini aradı. Fakat bulamadı. Bende tutturdum “anneme gidecem” diye. “Oğlum annenin acısı kendine yeter birde seninle uğraşmasın” Diyerek elimden tuttuğu gibi tekrar kalabalığa geldik. Ortada bir ölü yatıyor, üzeri çarşaf gibi bir şey örtülmüştü. Annemi gördüm dizleri üzerine oturmuş, dövünüp ağlıyor. Annemi öyle görünce bende ağlamaya başladım. Sanıyordum ki, kız kardeşim de annemin yanında. Kardeşim yoktu. Filiz nerede diye ağlamaya başladım. İsmet amca “oğlum birine emanet etmişlerdir, bil sekte seni de yanına götürsek” Bir kadın, “İsmet ağabey bu çocuğu götmüştün, geri niye gettin” diye çıkışınca, İsmet amca bayağı bozulmuştu. Bu arada İsmet amcanın eşi Fadime teyzede yanımıza geldi. Beni kendi çocuğu gibi kaptığı gibi birazda kadının azarıyla öfkeli bir şekilde, “Fadime kız bizim çocuklarla birlikte Zeki’yi eve götür” diye gürledi.
İsmet amcanın çocuklarında aldığım haberle dayımın kendisini vurarak intihar ettiğini öğrendiğimde oldukça şaşırdım. Neden yapmış, silahı nereden bulmuş. Sonra öğrendiklerimle çocuk başımla iyice şaşırıyorum. Dayım kendinden önce nişanlısı, kaynanası ve bir de genç bir adamı vurmuş. Nişanlısı ölmüş, kaynanası ve genç adam yaralı imiş. Artık ağlamayı bırakmış, olayı sorup soruşturmaya çalışıyorum. Her araştırdıkça merakım iyice artıyor. Bu genç adam da kimmiş. Meğer benden başka herkes olay hakkında bayağı şey öğrenmiş. Sonra hatırladım ki, kalabalıkta herkes bir biriyle olay hakkında konuşuyordu. Beni uzaklaştırmasalardı bunları çoktan öğrenecektim.
O genç adamı merak ediyorum. O da dayımın nişanlısını elinden alan kişiymiş. Sonra çocuk belleğim amcamın köyden bize ilk geldiği günlere gidiyor. Yakın köydeki ortaokulu bitirmiş köy kahvesinde, köy odasında yeteri kadar vakit geçirdikten sonra köy dar gelmeye başlamış. Herkes gibi o da şehirde yakınlarının yolunu tutmuştu. Ablasını yanına gelmişti. Babam “seni bir liseye yazdıralım” diye üsteletmesine rağmen tutturdu “ben çalışacam” diye. Durumu kavramıştı, bize yük olmak istemiyordu. Zaten bizde kıt kanat geçiniyorduk.
Amcamın oğlu gibi o da bir bayan kuaförün yanında çırak olarak işe başladı. Bir süre sonra oldukça değişti. Saçlarını güzelce tarıyor, güzel güzel giyiniyor. Patronu “buraya gelenlere şık görünmen gerekir” diyormuş. Bizim mahalleden tezgâhtar olarak çalışan Ayten ablada saç yaptırmaya gelince tanışmışlar. Beraber dolmuşta buluşmalar, birlikte gidip gelmeler birbirine aşık olmuşlar. Patronu “oğlum güzel kız elini çabuk tut, başkasına kaptırma” diyince, dayımda bir acele sorma gitsin. Anneme babama yalvarmalar. Babamda “oğlum önce nişan yapalım sende, şu askerliğini yapar gelirsin, sonra evlendiririz sizi” Diyince dayım hayır diyemedi. Aile arasında bir nişan yaptılar. Buraya kadar olanı biliyorum da gerisini bilmiyordum.
Dayımın kendisini vurduğu gece cenazeyi kaldırdılar. Bir hastaneye gönderdiler. Otopsi yapılacakmış. Ertesi gün toprağa verildi. Bir kavga da mezarlıkta çıktı. Bizimkiler nişanlısıyla yan yana olsun istiyorlar. Nişanlısının yakınları istemiyor. Neyse imamın araya girmesiyle olay çözülüyor. Ama her zaman kavga olur diye yan yana gömmediler. Sonra iki ayrı kişi mezar müracaatı yaptığından ayrı ayrı parsellere düşmüş olması ısrarları kesiti. İsmet amca “bunların başı kalabalık siz Zeki’yle ilgilenin” diye beni çocuklarına emanet etti.
İsmet amcanın çocuklarının ikisi benden büyüktü. Erdal Abi ve Erol Abi ile birlikte dayımın vurulduğu yeri gezdik. Sonra trenle sinemaya gittik. O zamanlar sinemaları ile Cebeci semti ünlüydü. Trenin içinde Dayım ile Ayten abla için bir destan yazılmış, ondan satılıyordu. Satıcı yanık sesiyle olayı şiirsel bir şekilde anlatıyor. O zamanlar böyle yaygın bir habercilik mi? Desen, nasıl adlandırsam bilmiyorum öyle yaygın bir satıcılık vardı. Satan adama garip garip bakmışım. Adamda bir çocuğu isteyeceğini düşünemiyor. “O dayım dediğimde” adam bir tane veriyor. Bana verince vagonda satış patlaması yaşanıyor. Benden de para almıyor. O destanı yıllarca defterimin arasında sakladım. Defterimle birlikte kayıp oldu gitti. Sanırım birkaç dize aklımda kalmış “Askere gittim hizmete / Sevdiğimi verdiler ellere” bunun gibi bir şeydi.
Destan olayı anlatmaktan uzaktı. Sadece askere giden bir gencin, nişanlısının başka birisine verilmesini ve arkasında gelişen dramı özetliyordu. Çocukluk merakı ile olayın ayrıntıların araştırmaya başlamıştım. Metin dayım askere gittiğinde sık sık Ayten ablayla mektuplaşıyormuş. Ayten abla, annesiyle birlikte yemin merasimine bile gitmişti. Ne olduysa komşularına gelen bir Almancı bir gencin gelmesinden sonra olmuş. Ayten ablanın annesi Pakize teyze kafayı bozmuş. Nişanı atıp, kızını bu Almancı gence verecekmiş. Zaten kocasının başını yemekle nam yapmış bu dul kadınla akraba olmayı annen hiç istememişti. Kadının adı Fettan Pakize’ye çıkmış. Ama iki genç bir birini sevince, anneme boyun eğmek düşmüştü.
Dayım bir yılı devirmişti ki, yavaş yavaş Ayten ablanın mektupları kesilmişti. Dayımı mektubu ise anneme yönelmişti. Annemden neler olduğunu neden mektupların kesildiğini soruyordu. Kadın bin bir dalavere ile kızın aklını çelmişti. Yok, “çulsuz Metin’le sende çulsuz olacaksın.” “Benim gibi bir gün görmeyeceksin.” “Almanya ya gelin gitmek varken,” daha neler. Bunlarla da yetinmeyen Pakize teyze bir de tuzak kurmuş kıza. Gündüz gözü bir bahane ile Almancı oğlanı eve çağırmış. Kızı ile oğlanı baş başa bırakarak kendisi de bir yere gitmiş. Ertesi gün mahalle meraklılara “kızım Metin’den ayrıldı, yeni nişanlısı Aslan” demez mi? Mahalleli bu kadını çok iyi bildiğinden yutmamış ama elden ne gelir. Mahalleli dedikoduya başlayınca zavallı Ayten de faka basmış oldu.
Bu olaydan sonra nişan yüksüğünü bize getirdiğinde, annem küplere binmişti. Pakize teyze hakkında yanılmadığını babama anlatmıştı. Sanırım babamda bu kadının böyle yapacağına inanmıyormuş. Şu kadınların sezgileri de bayağı güçlü oluyor. Annem haklı çıkmıştı. Ama bununla sevinemediği gibi çok üzülüyordu. “Şimdi ben kardeşime ne diyeyim” diyip dört dönüyordu. Üstelik kadın, dayım gelmeden kızı ile oğlanı baş göz edip, Almanya ya göndermek niyetindeymiş. Olayda kendi parmağı olmadığını, hatta kızının önüne geçmek istediğini bile planlamış. Bunları annem kadının başka bir akrabasından öğrenmiş. Dayımın firar ederek geleceğinden korktuğundan onu oyalamaya başlıyor. Yok, anası hastalandı. Yok dedesi öldü. Dayımda izin alamadığı bir birlikte görev yaptığından gelemiyormuş. İzini terhisine sayılarak bir ay erken geliyor.
Geldiğinde her şeyi öğreniyor. Sanırım dayımın iznini hesaba katmıyorlar. Falan tertip askerler şu tarihte terhis olacak şeklide bir duyumları var o kadar. Başından vurulmuşa dönen bu genç adamı, annem babam zor zapt etmişti. Olay bununla bitmiş sanıyordum. Çocuk aklımla bunun çok zor bir şey olduğunu kestirememiştim. Oysa dayım olayı unutmadığı gibi, hıncını alacak planlar peyindeymiş. Evlilik için biriktirdiği para ile silah almış. Almancı oğlanında evde olduğunu bir gece evi basarak hepsine kurşun yağdırmış. Kapıyı açan Ayten abla olduğu için öldürücü darbeyi o almış. Sonra kalan kurşunları Pakize teyzeye ve Almancı gence boşaltmış.
Dayım Ayten ablaya o kadar aşıkmış ki, o öldüğünde kendisini hiç affetmemiş. İntihar ettiğinde annemden yiyecek bir şeyler istemiş. Yanında iki şişe şarap şişesiye sarhoş olmuş. Uzun süre konuşmuşlar, sürekli tekrarladığı “Onu kimseye yar etmemdim” sözüymüş. Annemden sigara istemiş, annem de oradan uzaklaştığında, silahı şakağına dayayarak basmış tetiğe. Annem evden silah sesiyle koşmuş. Yokuşu nasıl çıktığını kendisi de bilmiyor. Bir bakmış, kardeşi kanlar içinde.
Bu son kısım Kuyucaklı Yusuf romanındaki finale çok benzediğinden olsa gerek, roman çok ilgimi çekti. Bir çırpıda okudum. Yazık ki, Sebahattin Ali talihsiz bir şekilde öldürülmüş. Ölmemiş olsa, yarattığı bu kahramanla birkaç ciltlik bir roman çıkaracak olduğunu anladım. Sonra Sebahattin Ali’nin şiirlerini okudum. Şiirle aram pekiyi olmadığı için sona saklamıştım. Şiirlerini okuduğumda bu içim daha da ısındı. Genç yaşta böylesi bir yazarın öldürülmesi, bende dayımdaki acıyı bir kez daha yaşattı. Yazar hakkında bende öyle bir merak uyandı ki anlatamam. Bunu sezen ve kitapları aldığım Serdar abinin “okuduğun yazarı çok iyi tanımalısın” önerisi ile AnaBritanica ve Meydan Larousse’dan öğrenmiştim. Uzun yıllar Sebahattin Ali biyografisi aradım durdum. Fakat bulamadım.
Sonra Kuyucaklı Yusuf sinemaya uyarladığından ailece gittiğimizde hepimiz dayımla bir benzerlik kurarak ağlamıştık. Annemin anlayışı uzun sürdü. Annemi gören kız kardeşim de annesine eşlik etti. Ne zaman Sebahattin Ali’nin ismini duysam aklıma dayım gelir. Dayımda onun kadar yakışıklı idi. Sonraları birçok şiiri beste oldu. Sanatçıların dilinden, benim dileme düştü. Bayıldım Sebahattin Ali türkülerine. Bütün eserlerini okumanın tadına vardım. On parmağında on hüner olan bu büyük şair, ayrıca Nazım Hikmet gibi iyi bir mapusmuş.
.
Özür dilerim teknik bir hatadan dolayı boş sayfa rastladınız.