- 1002 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Bu büyü bozulmaz Zılha
Büyüsü kendinde saklı olan, o eski sevdanın hikayesiyle buluşmak için, can atıyordum yine bu akşam vakti.
İftar vaktine az bir zaman kalmıştı.. Müezzin minarenin merdivenlerinden çıkmaya başlamıştır büyük ihtimal.. Top hazırdır aslında ve bizim bekçi Süleyman topun ağzındaki yerini bile almıştır. Şimdi esas vaziyette bekliyordur..
İş, topu ateşlemeye kalmıştır bir de müezzinin okuyacağı o kutlu ezan sesini işitmeye..
Hafızam yanıltmıyorsa eğer bundan yirmibeş otuz ’’güz’’ önceydi..
Ve yine böyle bir akşam vakti..
Göl kıyısındaki bağ evimizde ninemin iki dudağının arasındaki oruca has dualarla ezanın okunmasını bekliyorduk.. Arkasından da atılacak topu.. Ödümüzü patlatması için.. Yüreğimiz ağzımızda ha patladı ha patlayacak öyle mistik ve öyle tatlı bir endişe anı..
- Nineciğim, sende gördün mü benim gördüğümü? Parmağımla da göle dalıp çıkan ve sonra yükselen o alaca renkli balıkçılı gösteriyordum.
- Onun adı ’’ümit kuşu’’ Hadi şimdi bir dilek tut. Dedi.. Sonra da üfledi yakasından içeriye ama ona göre de yüreğine.
İşte bu akşam vaktinde de gökyüzünden göle doğru süzülerek dalıp çıkan ve yine göğe doğru yükselen o alaca renkli balıkçıl.. Gözümün önünde dans ediyordu.. Bu defa yanımda ninem yoktu.. Sadece damıtılmış sözleriyle kulağıma küpe olan, kavak ağaçlarının hışırtısındaydı.. Nasıl da bir bardak çayın deminde ve bir sahur vaktinde, gizleyivermişti şekersiz hayat onuda koynuna..
Derdi ki çoook bilgece:
Hiç sormadılar mari kızım.. Tuzlu mu tuzsuz mu ya da ekşi mi istersin yaşamayı.. Gerek duymadılar belkide bize sormaya.. Açmısın tokmusun biz kimin umurundayız ki diye.
Ha varsın dayadılar kaşıkla ağzımıza, yanar mı tüter mi bacası demeden yedirdiler ömrümüze, günleri ayları yılları...
Bizim istediğimiz de helalinden olsun da yeter ki karnımız doysun derdik.. Ama biraz tatlı, ama biraz acı olan hayat yemeğimizin hepsi bundan ibaretti..
Sormak istiyorum ve inanmak istiyorum Allah’ım!
Haddim olmadan, edepsizce.
’’Güzel büyüler zamanla yarışacak ama hiç bozulmayacak.’’ di mi diye?
Suda değilsin ki be nartanem, akıp gidiver sende öylesine hayatımdan.. Çekip gidiver çaresiz ve sessizce..
Zaten bir yudum su gibi değil mi bu ömürde?
Nasıl uzak durabilirim ki töre diye şimdi senden?
Sana söz!
Öyle bir vuracağım ki tekmeyi hayatın kare köküne, bu yüzden sakın ısrar etme!
Hiç bir zaman vedalaşmayacağım seninle ve eğreti duran saçma sapan bir yeminle..
Hatırladın mı canım?
Hani Çerkez deresinin yanındaki bostandan dönüyorduk katırın sırtında.. Tam da Nalbant İbram’ların evin yanından geçiyorduk ve o sırada nasıl da sesleniyordu bizim Fatma yenge kızına..
- Benek kızı sağdın mı kız Zılhaaa?
- Hepsine nasıl yetişeyim ki kız ana?
Bu yanda Zılha’nın babasına okunan ’’Tebareke’’ daha dün gibi. Öte yanda öbür dünya... Bu ne tezat ya..
Artık sütler sağılmıyor!
- Sende duydun mu kız Zılhaaa?
- Gene ne diyon kız ana?
- Sütü diyom. Şu köşede ki markette diyom. Sütü kutulamışlaaa sağılmışını satıyolamış diyom.
Sabiha Rana
(Beyaz Düşlü Öyküler)
YORUMLAR
Hiç sormadılar mari kızım.. Tuzlu mu tuzsuz mu ya da ekşi mi istersin yaşamayı.. Gerek duymadılar belkide bize sormaya.. Açmısın tokmusun biz kimin umurundayız ki diye.
Öyle tanıdık ki bu sesleniş; mari kızım, bire oğlum..Ne kadar sıcak bir anlatım sevgili Sabiha, her birimizin ayaza vurmuş yanlarına sıcacık bir merhem olduğuna inanıyorum..
Sevgiyle..