ELİFİLE İSMAİL YA DA BİR İSTANBUL AŞKI
ELİF İLE İSMAİL YA DA BİR İSTANBUL AŞKI
İsmail’in terhis zamanı gelmişti. Sevinçli olması gerekirken oldukça düşünceli bir hali vardı. Arkadaşları buna hiçbir anlam vermedi. Terhis olanlar için yapılan eğlencede bile neşeli değildi. Kendisine takılıyorlardı. “Karadeniz de gemilerin mi battı.” “Yoksa bizden ayrılmak zor mu geliyor.” “Eğer öyle ise sen hiç merak etme, senin askerliği yakarız.” Daha birçok şey söylediler. Ama İsmail’in neşelendiremediler. İsmail derin düşüncelere dalmıştı.
Memleketi Ağrı’ya dönmek istemiyordu. Askerlik yaptığı bu kente, İzmir’e hiç alışamamıştı. Çok sıcaktı, ama o ısınamamıştı. Aldığı haberlere göre sevdiğin kızı başkalarına vermişlerdi. Sonra abisinin kızını, hiçte istemedikleri kişiler kaçırmıştı. Yani memlekete giderse başının belaya girecekti. Bunu adı gibi biliyordu ve çok rahatsızdı. Karar verdi. Ankara’ya üç abisinin olduğu kente gidecekti. Hem Ankara bir başkent olarak, fırsatlar şehriydi. İyi bir iş bulabilir. Ağrıdaki sevgiliyi unutturacak bir sevgili de bulabilirdi. Günlerce düşündü taşındı ve kararını verdi. Ankara’ya gidecekti. Arkadaşları “oğlum senin memleket Ağrı değil mi?” dediklerinde. Önce Ankara’da ağabeylerime uğrayacağım dedi.
Terhis sonrası Ankara’daki en büyükleri olan Hasan Abisine uğradı. Fikrini abisine anlattı. Abisi de dönmesini istemiyordu. “Kal burada üç evin var, hangisinde istiyorsa kalabilirsin” dediğinde İsmail oldukça rahatlamıştı. Askerde gözü iyice açılmıştı. Kısa zamanda PTT’de işe başladı. Her üç kardeşinde dönüşümlü kalıyor. Yeğenleri ile zamanının geçiriyordu. Bir yandan da yengelerini sıkıştırıyor, kendisine güzel bir kız bulmalarını istiyordu.
Yakışıklı, boylu boslu ve mavi gözleri ile çevredeki kızlar etrafında dönüyordu. Ama o hep, Ağrı’daki sevdiği kızla kıyaslayıp onun kadar güzelini ve ondan daha güzelini arıyordu. Birçok kişi onu izlediği yabancı filmlerin aktörlerine benzetirken, bir kısmı da Yeşilçam sanatçılarına benzetirdi.
Bir gün yengelerden biri Çankaya semtinde kapıcılık yapmakta olan hemşerilerinin güzel bir kızı olduğunu duyurdular. İsmail yengesini de alarak kızı görmeye gittiler. Kız da güzeldi hani. İsmail bir görüşte beğendi. Kurulan sofrada yemek yeniyor. Yemeğin yanında cacıkta var. Cacığın yanında küçük bir tatlı kaşığı, herkes kibarlık yapıp küçük tatlı kaşığı ile cacık içiyor. Tatlı kaşığı ile cacık İsmail’e garip geldi. Dikti cacığı kafaya ayni memleketteki gibi. Herkes İsmail’e baktı. Doğal olmayı seviyordu ve bütün hareketleri doğaldı. Adı görgüsüze çıktı. Sakın ola kız istemeye gelmesin diye uyardılar. Kızın fikrini bile almadılar. Çünkü damatlarını önce kendileri beğenmeli idi.
İsmail o olmasa başkası olur dedi. Aramalarını sürdürdü. Yengeleri sıkıştırdı. Düğün, bayram gibi günlerde kız aramaya devam etti. Bu arada ağabeylerden biri iş için İstanbul’a gitmişti. Köylüleri ve akrabaları olan bir eve misafir olmuştu. Kardeşinden önce eşine anlattı. “Filanın çok güzel bir kızı var ama” dedi. Uzunca bir sessizliğe büründü. Eşi dayanamayıp sordu, “aması ne herif”. “Aması kız çok sosyetik.” “Bize gitmez, nah şurada etekle geziyor, tam İstanbul”lu olmuş”.
Yenge dayanamayıp, İsmail’e söyledi. Arayış içinde olan İsmail bunu bir yerden daha duymuştu. Dayanamayıp bir bahane ile İstanbul’a gitti. Bu hemşerileri de Osmanbey de kapıcılık yapıyordu. Gitti misafir oldu. Üç gün kaldı kızı zor gördü. Kız bir işte çalışıyordu. Gece geç saatte gelip, gündüz öğleye kadar yatıyor. Öğleden sonra işe gidiyordu. Kızı görür görmez vurulmuştu. Nasıl edindi ise bir de kızın fotoğrafını edinmişti. Kızın adı Elif’ti ve İsmail’in dilinden düşmüyordu.
Memleketteki aşkının yerine yüreğine taş basmıştı. Şimdi o taşın yerini Elif’in fotoğrafı basıyordu. Her gece göğsünde Elif’in resmi ile yatıyordu. Resmi öpüp duruyordu. Bir gece kaza ile fotoğraf kırılmıştı da bu huyundan vazgeçmişti. Üç yengini üçünü de sıkıştırdı. Gidip kızı isteyelim diye. Yengeler eşlerini sıkıştırdı. Karar verildi. Baba olmadığı için en büyük abi gidip kızı isteyecekti. İsmail sevinçten uçuyor. Önüne gelen yeğeni alıp havalara uçuruyor. Yengeleri, ağabeyleri öpüp, kucaklıyor. İçi içine sığmıyordu.
İnsanlar ayni köyden ve akrabalık bağları olunca kaynaşma çabuk oldu. Kızım bir şartı vardı. Bir süre sonra İstanbul’a yerleşmekmiş. Kızı istediler ve bir düğün töreni ile Ankara’ya gelin getirdiler. Gelin bir gecekondu semti olan mahalleyi beğenmedi. Neyse Almancıların yaptırdığı bir Apartmanda bir daire bulundu. Genç çiftler yeni eşyalarıyla yerleştiler. Düğünden sonra hem balayı hem bir el öpme yerine geçecek bir İstanbul seyahati yaptılar.
Elif bütün İstanbul’u eşine gezdirdi. Amacı kısa sürede eşini İstanbul’a yerleştirmekti. Bu kadın eşinden çok İstanbul’a aşıktı. Ankara çevresindeki insanlara İstanbul’u anlata anlata bitiremiyordu. Elif’in adı İstanbul kızına çıkmıştı. Tutturdu “ben evde oturmam, çalışmak istiyorum” diye. Mesleği terzi olduğundan bir terzilik bulundu. Çok iyi bir terzi idi. Diktiği giysilerin reklamını yaparcasına giyip geziniyordu. Mini eteğiyle işe gidip geliyor. Bütün mahalle pencerelere, kapılara çıkıyordu. Maç yapan gençler maç arasında durup ona bakmaktan kendilerini alamıyordu. Kimi kendini bilmez gençler ise arkasında ıslık çalıyordu. Adı İstanbul kızına çıktığı için, İstanbul gibi kadın diyenler de olurdu. Bir gün bir kavga koptu. Elif için kötü konuşan biri ile İsmail’in yeğeni kavga etmişler. İsmail’in yeğeni çocuğu öyle bir dövmüş ki, bütün mahalle ayağa kalktı.
Bir birine o kadar yakışıyorlardı ki; bütün mahallenin dilindeydiler. Sanki Alamancıların apartmana Almanya’dan gelmişlerdi. Mahalleye yabancı idiler ve hiç ısınamadılar. Elif mahalleye inat, İsmail’in elinden tutup işe gidiyor. Akşamları da elinden tutup işten geliyordu. Mahalleli oldukça tutucu olduğu için böylesi görüntülere alışık değildi. İsmail de oldukça rahatsızdı. Bir an önce bu mahalleden gitmek istiyordu.
Bu arada İsmail, dışarıdan liseyi bitirerek Emlak bankasına geçiş yaptı. Bu bankanın yatırımları daha çok emlak üzerineydi. Ankara’da örnek mahallesinde ilk sitelerden birini yapıyorlardı. İsmail çalıştığı bankadan burada küçük bir konut edindiler. Gecekondu mahallesinden kurtulmuşlardı. Elif eltilerinden önce güzel bir ev sahibi olduğu hale bu ona yetmiyordu. Aklı fikri İstanbul’da idi. Sık sık işinden izin alıp, İstanbul’a gidiyordu.
İsmail çocuklara çok düşkündü. Askerden geldiği günden bu yana üç ağabeyinin çocuklarına babalarından daha çok ilgi göstermişti. Çocuklar amcaları için can atıyordu. Onun bu halini gören yengeleri İsmail’in de bir çocuk sahibi olmasını istiyordu. İsmail de istiyordu. Fakat Elif’in şartı vardı. İstanbul’a gitmeden çocuk istemiyordu. Hem İstanbul’a giderlerse annesi çocuğa çok güzel bakardı. İsmail, “burada bizimkiler de bakar” dediğinde. Elif, “ay ben onlara çocuk baktırmak”, “onlar kendilerini yetiştiremiyor ki, çocuk yetiştirsin” İsmail ne yapsın boynu bükük. İsmail’i İstanbul’a razı etmek için her yolu deniyordu. “Ben çok iyi bir terziyim, kendi terzihanemi açmam için İstanbul’da olmam gerekir” diyip, adamın başının etini yiyordu. İsmail’in bazen tepesi atar, “kızım sen benimle mi evlisin, yoksa İstanbul’la mı? Günlerce böyle tartıştılar.
İstanbul İsmail’i çok korkutmuştu. Bu şehre gittiğinde Elif’i elinden kaçıracağı korkusu vardı. Elif’i herkesten çok İstanbul’dan kıskanır olmuştu. Elif İstanbul’a annesi, babası ve kardeşlerinden daha düşkündü. Tatil programında da tek seçeneği İstanbul idi. İsmail, “istediğin deniz ise şuranın denizi de çok iyi” teklifi kar etmiyordu. Varsa yoksa İstanbul olacak. Ama arada bir İstanbul’ a gitmek Elif’e yetmiyordu. İsmail’in ağabeylerinden ayrılmayacağını düşünüyordu. Kayınları ve eltileri ile sudan sebeplerle tartışıyordu.
İsmail, Elif’in hoşuna gittiğini bildiğinden bütün tabuları yıkarak, ağabeylerin ve yengelerinin yanında ona aşkım diyip, kucağına alıp öpmesi bile Elif’i İstanbul’dan vazgeçiremiyordu. Elif’i neşelendirmek için yapmadığı şaklabanlık kalmamıştı. Sinema, Tiyatro diğer başka eğlenceler Elif’e yetmiyordu. Sinemaya gitseler “Süreyya sineması o kadar güzel ki” ya da “Beyoğlu’ndaki sinemalar bu filmin tadı daha başka olur” derdi. “Bu oyun AKM ’de seyretmek harika olurdu” diyerek. İnsanın keyfini kaçırırdı.
Beş yıllık bir evlilik böyle geçti. Son yıllarda İstanbul tartışması doruğa fırladı. Elif küsüp İstanbul’a gitti. İsmail dünyaya küstü. Ne ağabeylerine uğradı, ne bir yerlere takıldı. Aylarca işten eve, evden işe. Sanırım bu üç ay sürdü. Üçüncü ayın sonunda bu Elif’le dünyanın en mutlu insanı, Elif’siz korkunç derecede mutsuz bir insana dönüştü. Terk edilmek, bir ihanetti. Sevgiye, aşk ve insana yapılmış bir ihanetti. Bir İstanbul için yapılır mı be diyesi geliyor insanın.
Mutsuzluk, hastalığa dönüştü. İsmail hastaneye yatmıştı. Bütün ağabeyler, yengeler, yeğenler, sevenler hastaneye koşturdu. Yirmi sekiz yaşındaki bu dağ gibi adam kısa sürede erimişti. Kan kanseri tanısı konmuştu ve bütün ağabeyler çevreden kan topluyordu. Bunu duyan Elif, İstanbul’dan hastaneye geldiğinde o kadar rahattı ki; herkes şaşmıştı. Bir film yıldızı gibi bir havası vardı.
İsmail’in ağabeyleri elliüç gün dönüşümlü yanında kaldılar. Hepsi perişan olmuştu. Elliüç günün sonunda İsmail ölmüştü. Eltiler sitem ettiler. “Boyu devrilesi İstanbul İstanbul diye oğlanın başını yedi”, İstanbul başını yesin” dediler. Ama olan İsmail’e olmuştu. Bu genç hayat dolu insanın başka idealleri vardı. Baba olmak. Birde kendisini o kadar karizmatik biri idi ki, gören onu bankanın genel müdürü sanıyordu. Yakıştırıyorlardı. Birçokları ona hangi üniversiteden mezun olduğunu soruyordu. O da kafaya koymuştu bir üniversite okuyacaktı. Güçte olsa bunu başarmak istiyordu. Hazırlıklara başlamıştı bile. Ve bir temmuz sıcağında Elif’i İstanbul’a vererek çekti gitti. Elif, İstanbul’una kavuşmuştu. Ama İsmailsiz. İsmailsiz bir İstanbul’dan tat aldı mı bilinmez. Zira bütün akrabaları ilişkisini kesmişti.
YORUMLAR
Öykü dramatik ama daha heyecanlı anlatılabilirdi sanki. Poliste bir olayı anlatır gibi yavan olmuş.
Sonlara doğru işe duygu ve merak karışmış ve daha hoş olmuş.
Aralıklar da olmalıydı. Yine de beğendim.
Bayağı bir emek var.
Kutladım.
Engin Tatlıtürk tarafından 8/22/2010 11:28:57 PM zamanında düzenlenmiştir.