AŞKLARI DA YARIM KALDI
AŞKLARI DA YARIM KALDI
Ölüme yaklaşan ya da ölmekte olan insanın gözünün önünden yaşam bir film şeridi gibi geçermiş. Sanırım bu sadece ölümü yaşayan insan için değil, yakınları içinde geçerli bir durum. Arkadaşımın ölüm haberini aldığım günden beri günlerce yaşadıklarım bir film şeridi gibi gözümün önünden geçmekte. İnsanın son yılları bir yaprak dökümüdür. Ama Mahsur çok genç yaşta öldü. Bence torununu görmemiş bir insan gençtir. Mansur da daha oğlunun mürüvvetini bile görmemiştir. Yaşamın ilginç bir yanı hasta olan eşinden de önce ölmesi.
Mansur’la ne günlerimiz geçmişti. Beraber ağaçlardan meyvelere dalmıştık. Trenlere kaçak binip, trenden atlamanın ustası olmuştuk. İkimiz de liseyi güç bela bitirmiştik. Sonra bütün yaşadığımız yoksulluğun kaynağının düzen olduğunu kavradığımızda, artık devrimci bir militandık. Sokaklarda bildiriler dağıttık, gazete -dergi sattık. Duvarları yazılarla donattık. Korsan mitinglere katılıp, polise düştük. İşkenceden geçtik. En çokta Mansur çekti. İsminin Mansur oluşu dikkat çekiyordu. Çoğu polis eğitimi çok geri olduğundan bilmiyordu. Ama Mansur’un Sivas - Gürün’lü olması ile adının Mansur olması birdi. Bir defasında adının ne anlama geldiğini soran bir işkenceciye tarihteki Hallac-ı Mansur’u anlatmış. İşkenceci “şimdi bende senin derini yüzeyim mi?” Diyerek işkencenin dozunu artırmış. Mansur hiçbir işkencede çözülmemiş ve hiçbir arkadaşını vermemişti. Kızılbaş çocuğu diye bolca küfür yemesi de çabası.
Onun bir de şair yanı vardı. Sivaslı olupta, şiirle müzikle uğraşmamak ayıp olurdu. Gerçi kendisini kötü bir Sivaslı sayardı. Çok istediği halde hiç saz öğrenmeye vakti olmamıştı. Nasıl olsun baba dört çocuklu işçi maaşıyla kıvranıp durmakta. Pazarlarda limon satmaktan, işportacılığa kadar her işe girmiştik. Hem oku, hem de eve katkıda bulunmak kolay değildi. Sonra bir saz edinmek bizim çocukluğumuzda zor işti. Hiçbir zaman ikimizde de bu saz öğrenmek hevesi geçmiş değildi. Erteledik durduk. Bir uhde olarak içimizde kaldı.
Mansur en çok hemşerisi Hasan Hüseyin Korkmazgil’in etkisi altında şiirler yazdı. İkisi de Gürünlü idi. Beraber bir araya geldiğimizde Hasan Hüseyin’den şiirler okur, şiirli günler geceler geçirirdik. Hasan Hüseyin’le girdiğimiz şiir sohbeti Ahmed Arif, Nazım Hikmet, Enver Gökçe, Neruda, Mayakoski, Beltolt Brecht, Aragon ve dünya şairleriyle sürer giderdi. Akşamsa sabahın nasıl olduğunu, gündüzse gecenin nasıl olduğunu anlamazdık.
Hasan Hüseyin, “Temmuz ölmek zor” diyerek, bir Şubat kış günü öldüğünde çok üzülmüştü. Beraber Karşıyaka’ya mezarlığına gittiğimizde adeta yasta idi. Hasan Hüseyin’den sonra popüler olan Ahmet Kaya sanırım ikinci kaseti Hasan Hüseyin’in şiirlerinde oluşan bir kasetti. Ne kadar sevindik. Beni de Hasan Hüseyin hayranı yapmıştı. O kaseti günlerce dinlemiştik. Hatta Ahmet Kaya’nın resitallerinde Hasan Hüseyin’den isteklerde bulunduk. Ahmet Kaya’nın sayesinde Yusuf Hayaloğlu’nu keşfetmiş. “Bu adam Ahmed Arif’in soyundan geliyor” derdi. Yusuf Hayaloğlu’nun “Ah ulan rıza” da kendimizi bulurduk. Dilinden düşürmediği şiirlerden biri de Hasan Hüseyin’in “Acıyı Bal Eyledik” şiiri idi. Bu şiir ilk olarak Rahmi Saltuk söylemişti.
Mansur’un bir diğer özelliği de acıyı bal eyleme gibi bir dirence sahip olmasıydı. Onu hiçbir zaman bir şeyden yakınırken görmedim. Bir defasında müthiş parasızdık. Bir inşaata amele olarak girdik. Kazma kürek işinde birkaç gün kanal kazdık. Benim ellerim patladı. Ben sızlanırken o bana mısın demedi. Eskiden inşaatlarda ne vinç ne de basit palangalı aygıtlar vardı. El kiloluk çimento torbasını omzumuza atıp, beş altık kat çıkardık. Hele o tenekelerle harç taşımak. Omuzlarımızı morartırdı.
Bir 12 Eylül gecesi tutuklandık. Daha önceki olaylarda adresimiz kayıtlı olduğu için götürüldük. İşkenceler dayaklar, küfürler, angaryalar hepsinde anlımızın akıyla geçtik. Sekiz dokuz aydan sonra asker kaçağı diye beni Bursa’ya, onu İstanbul’a askere gönderdiler. Yazışıyorduk. Devre kaybı diye çok ezildik. Dayak, küfür, angarya burada da devam ediyordu. Bizi bu zor günlerde ayakta tutan tek, direnç kaynağımız şiir olmuştu.
Askerden sonra Mansur bir bankaya işe girdi. Şairliği ve yakışıklığı sayesinde mahallesinden güzel bir kızla nişanlandı. Zeynep dünyasını değişti. Gözü ondan başkasını görmüyordu. Ama arkadaşlığımıza zeval gelmemişti. Beni yanlarından ayırmıyorlar. Bense onları rahatsız etmekten korkuyordum. Keşke diyordum. Zeynep’in bir kardeşi olsa da bacanak olsak, ama yoktu işte.
12 Eylül’le sekteye uğrayan üniversite tutkumuz depreşti. Çalışan insan için en iyisi açık öğrenimdi. O iktisadı kazandı. Bankacı olarak iyi bir bölümdü. Biryandan okudu bir yandan çalıştı. Zeynep’te bütün olanca gücüyle destekliyordu. Zeynep’le öyle bir birine yakışıyorlardı ki, bütün mahalle onlardan söz ediyorlardı. El ele tutup, yürürken birçok kişi kıskanıyordu. Gerçi Zeynep mahalle içinde el ele tutuşmaktan çekiniyordu. Mansur, “kızım milletin geri olmasının cezasını hep biz mi çekeceğiz” diye çıkışmıştı. Büyükler nazara geleceksiniz diyorlar takılıyorlardı.
Ben bekar olduğum için sürekli Zeyneb’in çalıştığı PTT şubesine takılıyordum. Güzel kızlardan birisini bana ayarlaması için telkinlerde bulunuyordum. Birisin gözüm tuttu. Hay aksi evli çıktı. Gözümü başkasına çevirdim. Zeyneb’i, Mansur’u araya koyup az uğraşmadım.
Şehrin yeni gelişmekte olan semtinde bir kooperatife yazılmışlardı. Ödemelerde güçlük çekiyorlardı. Bu arada Mansur ek iş arama peşine düştü. Bir yakınının piyango bayiliği vardı. Ondan aldığı biletleri cadde cadde, sokak sokak, kahve kahve dolaşıp satmaya çalışıyordu. İşten kalan zamanını ek işe vermişti. Bu durum Zeyneb’i de üzmüştü. Ona bir çocuk verirsem can şenliği olur. Bu arada bu ev işini çözeriz demişti. Öyle de yaptı.
Bir gün Mansur’larda yemekteyiz. Mansur’un kayınvalidesi de var. Kadın bana “ben bu Mansur gibi eşini seven birine rastlamadım” demişti. Birçok arkadaşı takılıyordu. Zeyneb’i buldun bizi unuttun. Bazı arkadaşlar “oğlum sen devrimcisin, fazla aşk bize yaramaz bilirsin” diye takılmıştı. Sonra bu aşk meyvesini verdi. Güzel bir oğlan çocuğu oldu. Bütün arkadaşlar Mansur’larda toplandık. Herkes isim analığı, babalığı konusunda yarışıyordu. Yok, şu olsun, yok bu olsun. Mansur “arkadaşlar kusura bakmayın biz ismi doğmadan koymuştuk. İtiraz ettik, espri yaptık. “Doğmamış çocuğa don biçilmez” dedik. Mansur “durun yahu, daha ismin ne olduğunu bilmiyorsunuz?” dediğinde hepimiz dikkat kesildik. Hepimizi merakta bırakmak için uzunca bir suskunluktan sonra. “Mahir” dediğinde. İtirazlar, tartışmalar kirp diye kesildi. Ortalık sevinçten kırıldı. Yalnız içimizdeki yaşlılar bundan pek hoşnut olmadı. Kimi babasının adını, kimi de dedesinin adının olmasını istiyorlardı.
Mahir asi bir çocuk çıktı. Annesinin memesini emmedi. Zeynep’te çocuğu zorlamadı. Belki de emzirmeyi bilemedi. Bazı anneler çocuğa emzirmeyi bilmezlermiş yardımcı araç gereç kullanıldığı gibi, annelik yapmış birinin yol göstermesi gerekirmiş. Bilmiyoruz Zeynep’e yol gösteren oldu mu, olmadı mı? Mahir okula başladığı zaman Zeynep hastalandı. Meme kanseri tanısı konuldu. Birçok kişi çocuğu emzirmediğine yordu. Hatta bazı kendini bilmez yaşlılar “anam fiziğim bozulacak diye çocuk bile emzirmiyorlar bunlar nasıl anne” diye günahını almışlardı.
Zeyneb’in hastalanmasından sonra Mansur, Zeyneb’in üstüne iyice düştü. Kolay değil, hastanelerde koşturmak, ilaç peşinde koşturmak. Sonra kemoterapinin verdiği acıların Zeyneb’in yüzünden okumak. Sonraları Zeynep’in göğsü alındı. Ona o zor günlerde hep Mansur destek oldu. Karısının etrafında pervane gibi dönen bu adamın gözü kimseyi görmedi. Hatta bankada kendisine bir bayanın asıldığını söylediler. Mansur bunun bile farkında değildi. Ben iş arkadaşlarında duydum.
Zeyneb’in hastalanmasından beş altı yıl sonra Mansur rahatsızlandı. Meğer yıllarca baş ağrısı çekermiş. İş yerindeki bilgisayarda fazla çalıştığına yorarmış. Koşturmanın etkisi diye düşünürmüş. Arkadaşlarından Aspirin, Gripin, Apranks gibi ilaçlar alıp gidermeye çalışırmış. Arkadaşları ya kardeşim bir doktora git, nedir bu migren mi? Başka bir şey mi? Diyerek sürekli ısrar etmişler. Mansur uzun süre direnmiş. Zeynep’ten sonra bir evde ikinci bir hastanın korkusunu yaşamış olsa gerek.
Bir gün düşüp bayıldığında gözünü hastanede açıyor. Yapılan muayene ve tetkiklerde; beyinde ur olduğu saptanıyor. Yapılan biyopsi de kötü huylu ur saptanıyor. Bir süre kendisinden iyi huylu bir ura rastlandığı ve tedavi ile bu durumdan kurtulacağını söyledik. Fakat gerçeği sezmekte de usta olan bu arkadaşımızın gözlerinden gerçeği okuyorduk. Sonra beklenen son geldi. Bir gece gencecik yaşta Mahsur’u kaybettik.
Zeynep elleri koynunda boynu bükük kaldı. Sadece boynu bükük kalmadı. Aşkları da yarım kaldı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.