- 747 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
LEYLA:HÜSRAN
LEYLA:HÜSRAN!
Seni gördüğüm zaman yaşlı çınarlar gelirdi aklıma...Ağırbaşlı ve yorgun...Yaradılışın özündeki sırrı çözümleyip secdeye varan yıllanmış,vakur çınarlar...
Gökyüzü hayalinin alamayacağı kadar engindi,sende bir sonsuzluk hayali uyandırırdı..Dalların sonsuzluğa uzanır;altından nehirler,üstünden zaman akardı...Nehirler deli dolu,zaman sessiz sedasız... Öylece yaşar dururdun hayatın kıyısında köşesinde...“Sevgi”den başka bir su tanımaz,“hoşgörü”den gayrı bir sabuna dokunmazdın...
Ebediliğe ulaşan yolda rüzgârla örterdin üstünü...Başında kasırgalar eserdi.Üşürdün...Olduğun yerde soğuktan titreyen serçe gibi büzüşürdün...
İçli bir yüreğin sahibiydin.Her duygulanmada bol bol ağlardın...Bir ana bir evladına kavuştuğunda ve bir gülendam bir sevdalıya el ettiğinde yüreğinin bir yerlerinde depremler oynaşırdı... Gözyaşlarının muson yağmurlarıyla beslenirdin...İrili ufaklı damlalarla yukarıdan aşağıya bir boşalış türküsüyle uçuşarak inen yağmur damlalarının zemine çarpış sesi ve gölcüklere karışma senfonisi her ne kadar seni büyülese de nehirleşene ve nehirleşip yüreğin Güneydoğu Anadolu bölgelerine varana dek ağlayıp dururdun...Hislerin fren tutmazdı...
Çileli bir ormanın en ortasında,kimsenin içine girmeye dahi cesaret edemediği yalçın kayalıklarda hayat sürerdin...Öylesine sessiz,öylesine kimsesiz... Güneşin kutsal ışıkları böyle yaşamanı emrederdi...
Meziyetlerin en ulvîsini sende görürdüm:İnzivaya çekilmişliğin ruh dinginliği içinde herkese bir hoşgörü bakışıyla bakardın...Madem “Yaratan’dan ötürü yaratılanı hoş” görmüştün,öyleyse insanları sevgi seline boğmak sana düşerdi... Sevme eylemini gerçekleştirme amacıyla gelmiştin ve damarlarında bengisu iksiri kaynardı...Heyecan anaforunda tatlı ürpertilerle sallanırdın...
Dişini tırnağına geçirir,kişiler arası bağlılıklara Yunus sevgisini kazandırmak için çabalar, yaratılmaktaki manayı anlatmaya çalışırdın...Sen anlatırdın,dinleyenler kaçardı;yakalamak için sen de fırtına olup eserdin!..Gömlek yakalarından tutmak,tutup silkelemek ve Ahmed Yesevî gerçeğini anlatmak isterdin; onlar senden daha hızlı koşardı....Yakalayamazdın!...
Yine de yılmazdın...Kutsal bir kavramın en yüce anlamını açıklayabilme sevdasında güle meftun bülbülken nasıl bıkardın!..Yorulmazdın;fakat aşktan bahsederken karşına meşk çıkardı ya,bu seni yıkardı. Katettiğin mesafe bir arpa boyu yol:Gönüllerindeki aysbergleri eritmek istediğin her ağacın her dalı farklı türküyü seslendirirdi.Kimi beşer derdi,kimi beşerî...
Anlaşılmaz bir yığın olarak algılarlardı söylediklerini...İnce dudaklarından çıkan sözleri taşa söylesen belki de taş erirdi...Oysa ne kadar da anlaşılmak isterdin!..
Anlaşılmayınca ferdî bir yaşam sürme endişesine düşerdin...Ormanından uzak kırlara yürürdün.. Akarsular peşisıran koşar,suda oynayan balıklar yüreğine yönelirdi...
Bir kırlangıcın siyah kanatlarında bulurdun mutluluğu,bir çiçek yeşerende Yunus’u hatırlardın... Ve yağmur sonrası gün ışığı kırılması yansımasıyla oluşan gökkuşağının uyumlu renklerinde Mevlana’nın Şems’i gülümserdi...Bir kartal tünediği yerden havalanır,bir ceylan dağdan su içmek için inerdi...
Lirik bir şiir arasından beyazötesi sevdasıyla bir Leyla göz kırpardı...Leyla olmak senin için hayalötesi bir kavuşma olsa da,Leylî düşünmek senin içindeki sen’di...
Ne kadar da ince düşünceliydin!..Bir karıncaya zarar gelmemesi için vücudunu siper ederdin... Bir gönül dalının kırılmasına hiç tahammül edemezdin,kırılan bir gönül bir daha kaynak tutmazdı çünkü...Hep savunurdun,her şeyi ve herkesi...Bardağın hep dolu tarafını görmeyi yeğlerdin...
Ya peki boş tarafını görenler?..Onların da elleri elma toplamazdı ya!..Vahşî kollarını beyninin içine uzatıp gaddar parmaklarıyla düşüncelerini ezer geçerlerdi...Bir kartal iri pençeleriyle bir serçeye saldırır,su içen bir ceylanın üstüne keskin gözlü bir aslan atılırdı...Nehirler ters bir koşu tuttururdu... Güneşe doğma fırsatı verilmeden bulutlar kaplardı gökyüzünü...
Ormanından uzaklaşmış olman yetmezmiş gibi,ruhunun ezgisini dinleme hevesiyle yöneldiğin kırlarda da rahat bırakmazlardı...Bu yüzden gözlerini ‘bir daha rahatsız etmezler’ düşüncesiyle dağ başlarına dikerdin;fakat oraların da çoktan istilâ edilmiş olduğunu görürdün...
Kalbinden bir şeylerin uçup gittiğini hissederdin...Soluk alıp verme görevini tekleyerek yerine getiren ciğerler koşunun bitiş noktasına gelirdi...Damarındaki özsu kuruyup giderdi...Yorgun düşerdin...
Yaşama arzusunun yamalı bohçaya dönmesi seni bitirirdi...Bir Leyla bir rüyanın arasından “Gel!” diye fısıldardı...Leyla cazibeye anlam kazandıran varlık...Çağrısına uyar,giderdin...Kalben yeterince ihtiyarlamıştın çünkü...
Ve bir görkemli çınar devrilirdi...Sessiz ve manidar...Sonsuzluğa uzanan dallar ebediliği yakalayamayıp yere serilirdi...
Ve kasırga yüklenmiş bir rüzgâr bulutla yağmurla örterdi üstünü... Şimşekleri yastığın eylerdin, yıldırımlar annenin yarım bıraktığı ninnileri sana söylerdi...
A.E.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.