- 1918 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SESSİZ GEMİ
[ kalin ]
BİLİRİM SENİ,YALAN DÜNYASIN
EVLİYALARI ALAN DÜNYASIN
KAÇAN KURTULSA KUŞ KURTULAYDI
ŞAHİN KANADIN KIRAN DÜNYASIN
YUNUS EMRE
SESSİZ GEMİ
Süt beyazı bir bulut,kar beyazı bir at...Rahvan bir yürümeyle coşup kişneyen at fasılalarla şaha kalkıyor...Toynaklarını pamuksu zemine vurdukça sonsuz bir haz alıyor,binicisini bir buluttan ötekine taşıyarak görevini ifa etmenin huzurunu tadıyor...Bir zamanlar acıyla şaha kalkan tay şimdi bahara kavuşmuş dal misali kayıtsız bir yaşamın kollarında cirit atıyor,bahtiyarlık erozyonunda itaatkâr saman çöpü örneğiyle sürükleniyor...
Varmak istediğin yer neresi be küheylân?..Söyle ki bileyim!..Bütün koşturmaların nihayete erdiği son menzile mi yetişmeye çalışıyorsun?..
Özgürlüğün döner tekmelerinin savrulduğu yerdesin..Koşturduğun mekanda uçurumlar yok... Kanun yok, “yasa” denen hürriyetini kısma olayı yok!..
Üstünde bir silüet görmekteyim.Kimdir,neyin nesidir?..Yakınlaş da seçebileyim!..Yaklaş,daha da yaklaş!..Aman Allah’ım!..Bu,benim Yunus’um değil mi?..Evet evet!Kesinlikle o!..Heybetli duruşuyla, baktığı yeri delen bakışlarıyla menkıbesi dillerden düşmeyen kara bahtlım!..
Ah Yunus!..Başından boran eksilmeyen koca adam!..
Sen de bulut beyazlığına bürünmüşsün...Atın dizginleri elinde,ayakların üzengilerde;yiğit savaşçıları anımsatıyorsun.Delicoş koşturduğun küheylanın üzerinde dağ gibi görünüyorsun...Ve duruşun hâlâ bilge çınarları andırıyor;ağırbaşlı ve mağrur...
Başın yine sağa bükülmüş be Yunus!..Vatanından ayrı düşmüş gelincik misin?
Hayatının geçmiş bölümünü anımsıyorum da senin hemen her şeyin “sağ” ile alakalıydı... Kıvırcık,hiçbir şekle girmek bilmez kömür karası saçlarını hep sağ tarafa tarardın...Kızdığında sağ kaşın havalanır,boynunun en çok sağ damarı genişlerdi...Sevgiliye yürürken sağ ayak ile başlardın adım atmaya...Sağ elinle vefasızların saçını okşamayı düşlerdin...Ah bir de o düşlere vahşi bir el uzansın,sağ elini yumruk yapıp sol yanını döverdin...Her şeyin “sağ”dı da “sol”un bütün “sağ”larına bedeldi...Orada Kays’ın dağ lalesi kara bahtlı Leyla’sı vardı...Çürüttüğün sol yanında bir şeytanî bakışıyla gönlünü çelen de can verirdi.
Yumruklarını vurduğun yerde ne depremler oluşur;Sitâre’nin ayağı yerden kesilir,vücudu havada uçuşurdu...Uçma sonrası öyle bir düşüşle düşerdi ki!..Hükümetler düşermiş gibi...Gönül toprağındaki fayların kırılır,sevda binaların yerle yeksan olurdu ve yıkıntıların arasında bir Aslı çığlık atar dururdu... “İmdat!”lara koşan sen,onu çoktan ölmüş bulurdun...
....................................
Senin yerinde olsaydım Yunus,“sol” yanımı hiç ellemez,sıvazlardım sadece...Bir küçük çocuğu sever gibi oynardım...En güzide bahçem orası olurdu;her çiçeği özenle yetiştirir,her fidanı sevgimle besler, kalbimin en hayatî damarında yaşatırdım...Gözlerine sürme çeker,kına yakardım ellerine...Gölgesi en hoş ağacın altında serinletir,sevgi suyunun en buz olanından ikram ederdim... Şiir gibi bir bahçe,şiir gibi bir güzel... Şiirler okurduk birbirimize yürüdüğümüz servilerin altında yıldızlar bize imrenip “ah” çektiği zaman!.. Aşk susamışlığında lirik şiirlerden yudumlanırdık kana kana!..Tatlı dillerimizle hoş masallar anlatır,esrarlı öyküler yaşardık...Babil asma bahçelerinin mistik havasını teneffüs eder,Mısır piramitlerinin en yüksek taşına çıkıp eğleşirdik...Uçan halımıza biner,Nemrut dağında güneşin doğuşunu seyrederdik..Güneşin kızıllığından bir tutam alıp kekliğimin üzerine saçardım...
Mavi bir denizimiz olurdu...Adına “O Belde” derdik...Bir Dilşeker,bir ben,bir de mai deniz... Sıkıldığımızda üstümüze çullanan efkâr bulutlarını dağıtma amacıyla yassı taşlar seçip suyun üstünde taş sektirmece oynardık... Pek de tatlı bir oyun olurdu...Taşı en az sektiren diğerini kovalar,yakalamaya çalışırdı.Ben kasten daha az taş sektirirdim kovalayan olmak için...O tavşan,ben tazı;kumlara ayak izlerimizi bırakarak Türk filmlerinin yavaş çekimleriyle koşardık sahilde...Birden yönünü değiştirir, kayalıklara doğru seğirtirdi.Bense hemen peşinden...Yüksek kayaların üstünden hoş bir salıverilmeyle aşağı dökülen şelalemizde bulurduk kendimizi...Şelalenin her iki yakasında uzayıp giden nar ağaçlarımız vardı,koşumuz orada son bulurdu...Nefes nefese diz çökerdik ağaçların altına...
Narların kırmızı çiçeklerinden taç yapardım ona,başına takardı bembeyaz elleriyle yavaş yavaş... Gülümserdi,inci inci dişleri görünürdü nefes alma amacıyla aralık duran dudaklarının arasından... Sevinçten dilinin ucunu keskin dişleriyle küçük küçük ısırır,kanatırdı...Hafif bir gülüş koyverir,fettan bir bakışla teslim alırdı ruhumu...
El elle tutuşurduk bağımızın tam ortasında,göz göze bakışır,diz dize otururduk boy vermiş çimenlerin üzerine...Biraz romantik olsun diye hiçbir kelam etmezdik,bakışlarımız ve birleşen ellerimiz aşkımızın lisanı olurdu...Bir de onu güzelliği eşdeğerinde etrafımdaki çiçek kazanından alıp sunduğum beyaz papatya...
Sonra başımı onun dizlerine usulca indirirdim,o,yavru bir ceylanmışım gibi saçımı okşardı... Üstüme eğildiğinde zülfünün ucu dokunurdu yüzüme...Bu dokunuşla kendimden geçer,Sitâre’nin o yeşil gözlerinin çapağında muhabbet çayının tavşan kanı demlemesiyle demlenirdim...Mimar Sinan olup kendimi onun yüreğinde inşa ederdim kat be kat...Fuzuli’ye dönüşüp bakışlarının coşkun Dicle nehirlerinde mesneviler yazardım...
Dicle dedim de aklıma geldi:Biliyor musun Yunus,Fırat olurdum ben...Ne yapar eder ona kavuşmak için akar dururdum...Hiçbir engel tanımazdım...Beni baraj yapsalar önüme gerilen seti ezer geçerdim...Kaynağımı kurutmaya kalksalar kendimin gözyaşlarını Fırat yapar,gene akardım...Malum ya!Diclesiz bir Fırat’ın ne anlamı vardır,ne de Dicle başka bir ırmağa aittir!..Mezopotamya’nın oluşması için ikisi de gerekir...
“Fırat Dicle arası
Kaşlarının karası...”
...
Evet Yunus’um!..Esas ben olmalıydım senin yerinde!..En azından boynum hep sağa doğru eğik olmayacaktı... Başıma gelen musibetlere yan gülüp yan geçecek,varlığımın sebebini anlayanların kucağına atılacaktım... “Sevgi” ırmağına bir damla da ben olacaktım ve özsu nasıl yürürse dal uçlarına ben de öyle yürüyecektim denizlere ilerlerken,akmaya sevdalı...
Beni anlamayan,anlamayı bırak,dinlemeyenlerden anında uzaklaşırdım...Doğru ya!Sen de uzaklaşırdın!.Ve hep yalnız kalırdın...Çölde Mecnunsu yürümelerle dolaşırken kumlara anlatırdın hikâyeni,kırlarda gezinirken karıncalara fısıldardın öykünü...Dal ile selamlaşır,yaprak ile sohbet ederdin!..
Seni,kavuşmak istediğin denizler anlamadı;anlayanlar da bir elin ancak parmak sayısına denk...Lakin sırlarla örülmüş yarana onlar da merhem olamadı!..Uzaktan bakıp yazıklandılar;ama...
...............................
Şu an bembeyaz atın üzerine bütün ihtişamınla kurulmuşken bile omuzların çökük... Durgunsun...Izdıraplı yüzünde keder çizgilerinin trafik yoğunluğu var...Sızlayan göz kapaklarının arasından elmaslar nerdeyse salınacak aşağıya...Yüreğin mi rendelendi?..
Hakikatin sivri ve parıldayan dişleri gün yüzüne çıkınca yıkılan hülyalarının enkazı altında mı kaldın ki inim inim inliyorsun?..Aldatıldın mı?..Sağ gösterip sol mu vurdular?..Yoksa,sen mi kendini aldatmacalarla kandırdın...Biliyordun ki sevgin ölçüsüzdü;doluya koysan almaz,boşa koysan dolmazdı!.. Öyleyse neden bu hezeyanlar?..Başkalarına yanağının azıcık ucundan uzatan vefasızları ıskaladıkça ya da onlar seni es geçtikçe sevdanın paçasını bırakıp karasevdanın mı etek ucundan tutuyordun?..
Suskun durma öyle!..Sessizlik vücudundan ruhuna yelpazelenmesin!..Konuş,bir şeyler söyle!.. Çocukluğundaki gibi ol:Şen şakrak bir hayatın vardı,düşlerin çınar dalları gibi sonsuzluğa uzanırdı...
Hani en çok yıldızları severdin,çok da seyrederdin ya!Onları da kendin gibi yalnız hissederdin... Yaz günlerinde avludaki yatağına uzanırken bakışların yıldızlardaydı hep...Sana çok uzaktılar...Ve parlıyorlardı... Uğrunda yaş döktüğün de senden yıldız kadar uzaktı.Bu yüzden –parlaklığıyla seni büyülemelerinin de etkisiyle- sevdiğinin adını “Sitâre” koyardın,çoğu kez sehere kadar konuşup içini dökerdin ya!..Yine dök içini!..İki söz söyle!..
Neden bu suskunluk?..“Tel koptu da ahenk ebediyyen” mi kesildi?...Yarıda mı kaldı şarkılar?.. Ezberindeki Leyla’ya dair ezgiler havaya mı uçtu ki senin gibi bülbül dillenmez oldu?..
Nerede çiçeklerin?..Dalına tünediğinde kara bahtından yükselen lirik düşüncelerle kasideler sıraladığın kendi güzel,bahtı güzel güllerin hangi coğrafyada açılıp saçılıyor,dillere destan güzelliğini hangi şehzadenin gözleri önünde orta yere seriyor?..Sana karşı ettiği cilveler sende en büyük yankılara dönüşürken,başkalarına karşı da naz ediyor mudur?..Ya karanfillerin?Hangi dilşekerin elinde hangi bestelerle solumaktalar şimdi?.. Hatırlıyor musun,gülün payitahtını ele geçirme düşüncesiyle nergis ile lalenin kıyasıya döğüşlerini?..Lale kazandı... Nergisin sol yanına inme indi,Tuna nehri yamaçlarında inliyor...Lale,çiçeklerin şahı olma sıfatıyla çok mağrur...Ancak gün gelecek onu da saltanatından edecekler!..Hatta yaseminin şimdiden isyan bayrağını açmış olduğunu duydum...Nilüfer ile menekşeyi de yanına almış,ordu kuruyor!..Saldırıya geçecekleri gün yakındır!..
Hani kanaryaların?..Ötüşüyle ormanları büyüleyen kuşların nerde?..Sen gittiğinden beridir serçelerin gözü gönlü sakat,kanadı kırık...Uçamayan güvercinler topallayarak yürüyor...Kartallar var sadece yükseklerde kanatlanan... Biliyor musun,aramızdan ayrıldığın günden beri şahinler yere hiç inmedi!Senin ayak basmadığın yerlere adım atmayı kendilerine haram bilmişlerdi...Bu yüzden sürekli gökyüzünde uçuyor,yeryüzüne dönüp bakmıyorlar bile...Fakat,rüyasında seni gören iri pençeli her kartal-şahin yanına gelebilmek için intihar dalışları yapıyor yeryüzüne...Sadece tılsımlı rüyaların etkisiyle ölüme koşmak için iniyorlar bir zamanlar ayak bastığın yerlere...Ruhu gökyüzüne ağan her suna başının hizasında dönüp duruyor...Onlar da beyaz içmiş!..
Çağıldayan ırmakların nerelere akıyor şimdi?..Başını taşlara vura vura akmıyor musun,akıp çağlamıyor musun?..Romantizm dolu köpükler suyunun üstünde sağa sola kayıp durmuyor mu?..Yoksa şu an esen rüzgâr istediğin yönlerde esmiyor da el değmedik başka diyarlara mı sürüklüyor köpüklerini?.. Kavuşmak istediğin denizlerde değil misin?.. Kabaran,kabardıkça dalgalarını yuvarlaya yuvarlaya kıyıya çarpan bir canavar okyanusla mı karşı karşıyasın da kendi dalgalarına söz geçiremiyorsun?..
.....................................
Sohbetlerini özledim Yunus’um!..Sen gittikten sonra adam gibi oturup kimseyle söyleşemedim.Sendeki tatlı dil gibisini hiçbir yaratılmışta bulamadım ki!.. “Aşk güzeldir” sözünü kimseden duyamadım...
“Kalbe cemreler eşliğinde gelir sevda.Kardelenler uyanır mahmur gözlerle...Başını kaldırır bakar nemli gözlerle aşka ve aşk gülümser nergise...Güneş rûşendir,ay rûşendir...Hele yıldızlar..
Hoştur yaşamak ve sevmek...Yâr yüreğe lâle getirmiştir,armağan olarak bahar vaadetmiştir;niçin hoş olmasın ki?.. Sevmek,baharın öteki yeşilliğidir çünkü...
....................................,”
Bu tür sözler senin dışındaki hiçbir dudaktan dökülmedi...Ne olur,gel Yunus’um!..Beni kimseler anlamıyor...Derdime çare bir sen vardın,en lazım olduğun zamanda da bulunmuyorsun...
.....................................
Duydum ki taşınmışsın... Günahlarını sevaplarını doldurmuşsun bir çuvala,yüklenmişsin sırtına, ortalıktan yitmiş,sır olmuşsun...Dün Cami-i Kebir minaresinden şehrin gökkubbesine dalga dalga yayılan selâ söyledi bana habersiz gidişini...Geride sana ait bir cansız beden kalmış...Yana yatmış cami duvarınının köşesinde rüzgârla üstünü örtüp uyumaya çalışırken birden duvar “güm” eylemiş... Çığlıklarına koşan halk seni enkazın altından çıkardığında ebediyyen sürecek uykunu uyumuş,ortalıktan sır olmuşsun...
.....................................
Merakımı hoş gör;madem en yücesine kavuşmuşsun AŞIKLARIN, öyleyse neden boynun hâlâ kırılmışcasına sağa doğru yan duruyor?..Demek istediğim o ki, hâlâ mı Leyla?.. Teninde hançer eğrisi dikenlerin ruhunu sakladığın kara sevdalı çöl serabı!..Yoksa geride bıraktıklarının beşerî aşklar uğruna heder olmaları mıdır seni bunca üzüntüye garkeden?..Hakiki sevdayı bulamamalarından mı korkuyorsun?..
Tasalanma be gezgin derviş!..Biz neciyiz burda?..Armut toplamıyor ya elimiz!..Davanı kendimizin davası biliyoruz,sevdanı sevdamız...Açtığın yolun yolcusuyuz!Çağlaya gürleye geleceğiz ve gelirken yemin olsun ki kendimizle beraber başka yaseminler de sürükleyeceğiz!..
Davamız, senin çöl güzelinden başlayıp yüce Leyla’na yönelecek!
Andolsun!..
A.E.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.