- 560 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
BAHAR'LAR DA KISKANIR
( Müebbetlik Hayatım’dan)
’Seven Kıskanır Güzelim ’ adlı bölümü okuyanlar, galiba, aşkımın tamamen karşılksız olduğu kanısına vardılar. Oysa, gerçekte, karşılıksız olmadığını çok iyi biliyorum. Hele, yıllar sonra, o günlerle ilgili tüm anılarımı gözlemlediğimde, bundan hiç şüphem kalmıyor. O da beni sevmişti kesinlikle. Sürekli şanslar verdi bana. Aşkımı itiraf edebilmem için, ortamlar bile hazırladı. Benim yine de açılamamamın en büyük nedeni, daha önce yaşadığım kötü tecrübelerden dolayı, içinde bulunduğum aşağılık kompleksimdir.
Bülent Ersoy’un hakkında söylediğim o kaba söz ve devamında,sırasındaki adını karalayıp ’ Yoksun artık ’ yazdığımda aramızın açılması ve beni adeta silmesi de tamamen haklı bir davranıştı. Kısacası birbirimizi sevdik ama ben ona lâyık olamadım, uyum sağlayamadım ve kavuşamadık.
Çok kıskanç olduğumu itiraf etmiştim size. Sevdiğim için kıskandığımı, seven insanın kıskanmasının da normal olduğunu anlatmıştım. Peki, o beni hiç mi kıskanmadı ? Nasıl kıskanmaz ? Sizin sevdiğinizi kıskandığınız hiç olmadı mı ? Ya da sevdiğiniz sizi hiç kıskanmadı mı ?
Milli duyguları oldukça kuvvetli olan, fakat ırkçılığı reddeden, demokrat, çağdaş ve ileri görüşlü biriyim ben. Adımıza solcu diyorlar. En güzel okuduğum, yıllarca hiç unutmadığım, şu anda bile tamamını ezbere okuyabileceğim şiir, İstiklâl Marşı şiiridir benim. İşte o günlerde, Pendik Lisesi’ni temsil eden tek öğrenci olarak, bir 23 Nisan bayramında, Pendik sahilinde, o şiiri okudum. Hayatımın en güzel alkış ve övgülerini o gün aldım. Ülkücüler de beni destekleyip, her kıta arasında slogan attılar.
Ertesi gün bir ülkücü kız sınıfa gelerek benimle tanıştı. Ziyaretlerini sıklaştırmaya, benden ders almaya da başladığı günlerde, O’nun o kıza bakışlarındaki kıskançlık hiç de gözümden kaçmadı. Çok şükür ki kız, solcu olduğumu anlayınca peşimi bırakıverdi.
En yoğun, en karmaşık günlerimdi onlar. Bir taraftan üniversite hazırlık kursları, bir taraftan lise son fen kolu öğrencisi olmak, bir taraftan geceleri sinema oynatıp, saat on birden sonra ders çalışmaya başlamak. Bu arada köyün en yeni en güzel evine taşınmanın verdiği sınıf atlamış olmak görüntüsü.
Tüm bu karmaşada sevdiğimle aramın açılmış olması, okula sarhoş gitmem, ders çalışsam bile hiç bir şey anlayamayacak duruma getirdi beni. Beynim iflas etti. Sürmenaj oldum. Ne okuduğumu ne de dinlediğimi anlayabiliyordum. Dümensiz geminin açık denizlerde savrulduğu gibi savrulmaya başladım.
Bir hafta kadar ara verdiğim okuluma tekrar başladım ama nafile. O, sürekli dargın bana. Yüzüme bile bakmıyor. Ben derslerden bir şey anlamıyorum ve sürekli zayıf notlar alıyorum.
O günlerde doğduğum köyden, çocukluk arkadaşlarımdan birinden düğün davetiyesi aldım. Pendik’teki bir salonda olan düğüne gittim. Önceki bölümlerden birinde anlattığım, eski köylü sevgilimin masasına davet edildim. Annesi beni çok sevdiği için, yanlarına oturmama itiraz etmedi. Aslında aramızda hiç bir şey kalmamıştı.
Düğün sonrası, aynı minibüste köye gittik ve yakın oturduk. İçimden bir ses bana hayatımın kazığını attırdı :
- Evlenelim mi biz ?
Kız şaşırdı. Yıllar önce bitmişti ilişkimiz. Hapse düştüğümde, on-on iki yıl yatacağım söylenmiş ben de ona beni beklememesini söylediğim bir mektup yazmıştım. Çıktığımda beni çoktan unuttuğunu görmüş ve sebebini sorduğumda ’ Sen, unut dememiş miydin ?’ olmuştu.
- Dalga mı geçiyorsun ?
- Yoo, ciddiyim. Evlenelim mi ?
Güldü biraz. Sevinmişti galiba. Cevap veremedi ama suratı hiç asılmadı.
Ertesi hafta, bu defa köy düğününe davet edildim. Yine gittim. Sürekli rakı içtim o gece. Annesiyle birlikte, sürekli beni seyrettiler. Daha önce bıçaklayıp hapse girdiğim çocukla bile oynadık o gece.
Sabaha karşı, daha önce sinema oynatmaya gittiğimde evlerinde yattığım akrabalarımın evine gittim. Akrabam olan kadına ;
- Şu kızı bir kerecik iste bana. Fakat fazla ısrar etme. Sadece bir kere söyle, dedim.
- Bu işler sarhoş kafayla olmaz, iyice düşündün mü oğlum ?
- Düşündüm, düşündüm. Sen bir kere söyle.
Sen misin öyle söyleyen ! Kadın gelmiş,gitmiş, adeta yalvarmış. Eğer vermezlerse, intihar edecek mişim.
Kısa sürede yüzüğü parmağıma takıp okula gittiğimde, öyle bir hal aldı ki sevdiğimin yüzü , işte onu asıl o gün kaybettiğimi anladım. O güne kadar, halâ umudumu koruyordum aslında. O ifade kıskançlık ifadesiydi işte. O da beni tamamen kaybettiğini, işte o gün anladı. Öyle ki, okula sık sık gelmemeye bile başladı. Hatta yaklaşan üniversite sınavlarını da bahane edip, tamamen gelmedi.
Seven kıskanıyor dostlar. Adı Bahar da olsa insanın, sevmişse kıskanıyor mutlaka !
( Evleniyorum )
Fikret TEZAL
YORUMLAR
Ah bu kıskançlık...Ama ne garip değil mi? İnsan daha konuşmayı yürümeyi öğrenmeden kıskanmayı öğreniyor...O halde bu yersiz duyguya, insanoğlunun en temel duygularından biri diyebiliriz galiba...
Tebrik ederim.
aynur engindeniz tarafından 8/19/2010 12:09:57 PM zamanında düzenlenmiştir.