- 850 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SANAYİ MAHALLESİ (3)– 12 EYLÜL 1980
SANAYİ MAHALLESİ (3)– 12 EYLÜL 1980
Mecidiyeköy karakolundayım.
Kapıda, müracaatta oturan polis memuruna gittim.
—Günaydın memur bey.
Komiser İskender Bey’i görecektim.
Karşı duvar dibindeki, iskemleleri işaret ediyor.
—Buyurun oturun biraz.
Komiser Bey’in yanında birisi var.
O çıkınca siz girersiniz.
Yarım saat bekledikten sonra, yaşlıca bir kadın ile aksakallı bir ihtiyar çıktı odadan.
—Memur Bey bana döndü.
—Kim geldi diyelim Komiser Bey’e?
—Beni kendisi telefon ile davet etti.
Attila Bozoğlu dersiniz.
Memur Bey odaya girdi.
Yarım dakika sonra da kapı aralığından bana seslendi.
—Gelin içeri.
Komiser Bey sizi bekliyor.
İçeri girdim.
Komiserin masasının önündeki koltuğa oturdum.
—Hüviyetinizi görebilir miyim lütfen.
Genç bir Komiser bu.
Çok da ciddi yüzlü.
Nüfus kâğıdımı cüzdanımdan çıkarıp verdim.
—Buyurun efendim.
Önünü arkasını inceledikten sonra gözlerini bana dikti.
—Demek, Doğan Mertoğlu sizde çalışıyor.
—Evet efendim.
Ne yapmış suçu nedir acaba?
—Dün gece saat 2.15 de Mecidiyeköyden E–5 çıkışındaki Duvara slogan yazarken yakalanmış.
İçimden, hapı yuttu Doğan dedim.
—Nerde Doğan şimdi?
Babası Mecidiyeköylüdür.
Çok da efendi, çalışkan bir ailedir.
Adam kahrolacak.
Ne yazmış duvara komiser Bey?
—Kahrolsun Komünistler yazarken yakalanmış.
Nezarete attık dün gece.
—Ne olur komiser Bey.
Bakın, Devlet aleyhine filan kötü bir şey yazmamış.
Bu seferlik affedin.
Ben duvardaki yazıyı temizletirim.
Bir çocukluktur etmiş.
—Yo, yo o kadar basit değil.
Kendisini tutuklamak isteyen polise de direnmiş.
Yanında getirdiği ata binerek kaçmaya çalışmış.
Teksas mı ulan burası?
Elimde olmadan gülmeye başladım.
—İstanbul’un göbeğinde duvara slogan yaz ve atla kaçmağa çalış.
Tom Miks sanki it.
Tom Miks lafı sinirlerimi iyice boşalttı.
Bayağı sesli gülüyorum.
Baktım, komiserin ciddi yüzü de biraz gevşedi.
—Kefil olur musunuz Doğan’a, bir daha böyle zırtapozluklar yapmayacağına.
—Olurum komiser Bey.
Pekiyi öyleyse.
Bu seferlik, affedeceğim.
Ama, bir daha yakalarsam böyle bir şey için, direkt sevk ederim suçüstü mahkemesine.
Sizden de hesap sorarım.
Bu hadise ile ilgili dosyanızı da açık tutuyorum.
Adamlarınıza sahip çıkarsanız sizin için iyi olur.
Teşekkür ettikten sonra tam kapıdan çıkıyordum ki, bana seslendi.
—Nüfus kâğıdınızı unuttunuz.
Tekrar yanına gittim. Nüfus kâğıdımı uzatırken sordu.
… Partisiyle bir ilişkiniz var mı?
Hayır, komiser Bey.
Ne sağ ne sol ile bir ilişkim yok.
Ben imalatçıyım.
Ayakta kalmaya çabalarken, bu konularla uğraşacak zaman olmuyor.
Müracaatta, bir 10 dakika bekledikten sonra Doğan çıka geldi.
Baktım yüzü Çarşamba pazarı gibi.
Anlaşılan dün gece iyi bir okşamışlar.
Binadan çıktığımızda sordum.
—Dayak yedin mi lan?
Başıyla tasdik etti.
—Ulan manyak.
Sende hiç akıl yok mu?
Bu ortamda böyle bir işe girişilir mi?
Madem bu boku yedin.
At ile gezmek ne oluyor?
—Daha seri kaçabiliyorsun atla, abi.
—Doğru.
Yakalanıp kodese atılmandan belli.
Allah akıl ihsan eylesin.
Senin bokuna bende fişlenmiş oldum.
Doğana fırça çeke çeke şirkete geldik.
Batar kat merdivenlerindeydik ki Binnaz seslendi.
—Pik Döküm fabrikasından aradılar Attila Bey.
Fabrikada kullandıkları variller için palet istiyorlarmış.
Gelip görsünler kullandığımız varilleri.
Ona göre teklif isteyeceğiz dediler.
—Kimmiş arayan?
Behzat Bey diye biri.
Planlama müdürü imiş.
—Nerede imiş bu fabrika?
—Kâğıthane’de imiş.
Tam açık adresini de aldım.
Buyurun.
Dere boyu yolundan doğruca Kâğıthane’ye indik Doğan ile.
Sağ tarafta imiş fabrika.
Issız bir yol bu.
Biraz tedirginim.
İnşallah yolda başımıza bir şey gelmez.
Acaba bu yöre kimin kontrolünde?
Sağcılar mı solcular mı diye içimden geçiyor.
—Doğan buralara kim hâkim?
—Ne bileyim be abi.
Kâğıthane ile pek ilgim olmadı.
Beş kilometre kadar gitmiştik ki, yolun tam ortasında yatan kahve renkli pırıl pırıl tüylü, bir köpek gördüm.
Korna çalarak gidiyorum.
Köpek hiç istifini bozmuyor.
Tam önünde durdum.
—Doğan, in bak şuna bir.
Hayvan sakın ölü olmasın?
Doğan kapıyı açıp tam dışarı çıktı ki köpek birden canlandı.
Doğandan önce, kapıdan girip kucağıma oturdu.
Ön ayaklarını da göğsüme dayayıp, baştan aşağı yüzümü gözümü yalıyor.
Kısmete bak be.
Doğan bir taraftan çekiyor, ben öte taraftan ittiriyorum.
Arabadan indirmenin imkânı yok.
—Boş ver be Attila ağabey.
Çok da güzel bir köpek.
Atölyeye götürelim.
Hem geceleri de bekçilik yapar.
İşte Coco bizim ekibe böyle katıldı.
İsmini mahallenin çocukları koydu.
İki tane gözdem var.
5–7 yaşlarında iki kardeş.
Hasan, Hüseyin.
Ailesi bizim binanın dördüncü katında oturuyor.
Babaları Rami de bir traktör fabrikasında ustabaşı.
—Ne olur be patron.
İsmi Coco olsun.
Ne olur Coco’yu atma.
Biz her gün ona evden yemek getiririz.
Köpeği gören mahallede ne kadar çocuk varsa bizim küçük ofise koşturmuş.
Hep bir ağızdan, Coco, Coco diye tempo tutuyorlar.
Coco bir kangal büyüklüğünde.
Her gelen çocuk bir tarafını çekiştiriyor.
Ya birini ısırırsa, başıma iş aldım vallahi.
—Tamam çocuklar.
Beynimi şişirdiniz.
Adı Coco olsun.
Bu günden itibaren onu da bekçi olarak işe aldım.
Hep beraber alkışlayıp tempo tutuyorlar.
—Patron, patron, patron.
Coco dünya akıllısı, içi sevgi dolu bir köpek çıktı.
Sezdiği her tehlikede bizi korudu.
Çocuklar da sözlerini tuttular.
Coco’yu bir gün olsun aç bırakmadılar.
Bu terör yılları boyunca, hatırladığım tek mutlu olay Coco.
Biz gene sabahları evden, eşimiz ve çocuklarımızla helalleşip çıkıyor ve işe öyle geliyoruz.
O yıllarda Selamiçeşme’de bir bodrum katında oturuyorum.
İşe gidip gelmek, bayağı dert oluyor.
Sıkıyönetim de ilan edildiğinden, gece 12 den evvel evde olmam lazım.
Bazı geceler, işe daldığımdan, ya atölyede, ya da Yunus’un evinde yatıyorum.
Yunus, Sivas’dan yeni gelmiş İstanbul’a.
Endüstri Meslek Lisesi mezunu.
Geçen ay iş başı yaptı.
Seyrantepe’de bir ev kiraladık ona.
İhtiyacı olan, masa, koltuk, karyola, vs gibi eşyaları da atölyede imal ettik.
Hayatta, bir annesi, 14 yaşında erkek kardeşi ve birde 8 yaşında bir kız kardeşi varmış.
15 gün sonra, onları da getirttik İstanbul’a.
Kardeşi Veysel’i de çırak olarak işe aldık.
Sanayi mahallesine giriş çıkışta sorgulama aynen devam ediyor.
Sokak başları zaman zaman fraksiyonlar arası el değiştirdiğinden,
sorgulamadan kurtulamıyorum.
Biraz sempati yaratabilmek için de, eve iş tulumum ile gidip geliyorum.
Güneş batınca, atölye’ye ziyaretler başlıyor.
3–4 kişi ellerinde otomatik tüfekler ile geliyor.
Selamsız sabahsız içeri dalıp, hiç kimsenin yüzüne bakmadan önce bildirilerini okuyor.
Sonra da içlerinden biri yanıma yaklaşıp, bağış istiyor.
Elimiz mahkûm.
Olduğu kadar veriyorum.
Bir gece saat 9 gibi yanıma Yunus geldi.
—Attila abi, anam pazara gidecekmiş.
Bana biraz avans verebilir misin?
Cebime baktım 400 lira var.
—Kırışırız be Yunus.
Al, 200 lirasını sana vereyim.
Tam bu sırada ziyaretçiler içeri girdi.
Beş kişiler.
Hepsi silahlı ve kar maskeli.
Birinin de göğsünde el bombaları sıralanmış.
Günlük bildirimizi dinledikten sonra, sıra bağış faslına geldi.
—Bütün param 400 lira.
200’ünü arkadaşa vereceğim.
Anası pazara gidecekmiş.
Bana kalanı da seninle bölüşeyim.
100 lirayı uzattım.
Gayet sakin, 400 liranın tamamını aldı.
—Bizim daha çok ihtiyacımız var.
Örgüt sizin için çarpışıyor.
Emekçiler ezilmesin diye mücadele ediyoruz.
Birden Yunus patladı.
—Ne biçim solcusunuz siz be?
Güya bizim için çarpışıyorsunuz.
Bizi aç bırakarak mı olacak bu mücadele?
Ne diyeceğim anama ben.
Ver ulan şu okuduğun kâğıdı.
Anama vereyim de kaynatıp çorba yapsın.
Aç karnımızı onunla doyururuz.
Hem ne bileyim ben, alıp da parayı cebine atmadığını.
İyi iş be.
Kazancın yolunu bulmuşsunuz.
Bizim çalışmaktan anamız ağlıyor.
Kıçımızdan ter damlıyor.
Siz de beleşe konuyorsunuz.
Yunus’u sürekli dürtüklüyorum.
Bir yandan da fısıldıyorum.
—Sus lan.
İkimizi de öldürteceksin.
—Kusura bakma kardeş.
Bu gün çok yorgunuz hepimiz.
Tamam, alın parayı.
Makineliyi bize doğru doğrultuyor.
Bir an hapı yuttuk dedim içimden.
Aklımdan şimşek gibi fikirler geçiyor.
Atlayıp üstüne silahı alayım.
Ama öbürküler garanti beni öldürür.
Kar maskesinin altından, gözleri bizi uzun bir müddet süzüyor.
Eli de tetikte.
Sonra da ne düşündüyse, parayı da almadan çıkıp gidiyorlar.
Ertesi gece gene geldiler.
Bu sefer gelenler, daha bir kibar.
İçlerinden biri, iskemleye oturuyor.
—İyi geceler.
Bağış için geldik.
Ne kadar verebilirsiniz?
Hayret yahu, ne oldu bunlara?
—İyi geceler.
Siz ….. ne gurubundan mısınız, yoksa gene mi el değiştirdi bizim sokak.
—Evet, o guruptanız.
—Siz daha önce gelenlerden daha bir halden anlarmışsınız gibi geldi bana.
Bakın içerde 10 kişi çalışıyoruz.
Zaten, güç bela sipariş alıyoruz.
Büyük bir kısmını da sizlere bağış olarak verdiğimizden, arkadaşların maaşlarını ödemekte zorlanıyoruz.
Böyle giderse, yarın öbür gün iflas bayrağını çekip kapatmak zorunda kalacağız burayı.
Bu yaptığınız emekçiyi korumak mı yoksa batırmak mı?
Var gel, siz karar verin bu duruma.
—Tamam, bizim guruba tembih edeceğim.
Ödeyebileceğiniz kadar, verin bize.
Baskı yapmayacağız.
Ama öbür guruplar için bir şey diyemem.
Bizlere destek çıkın ki, bu sokağı başka bir gurup ele geçirmesin.
Hem sanayi mahallesinden birçok arkadaş da bize katıldı.
Biz de sizi kollarız.
—Tamam.
Sizlere 100 lira verebileceğim.
Parayı alıp teşekkür ediyor.
Ve, ve hayret bir şey.
100 lira karşılığı bana bir makbuz veriyor.
—Geçen akşam arkadaşınız şikâyet etmiş.
Alın işte makbuzunuz.
Bu paralar mücadelemize harcanıyor.
Bizim atölyenin 2 bina ilerisinde Behçet’in kahvesi var.
Sabahları işe geldiğimde, ilk çayımı orada içiyor ve Behçet’in aldığı günlük gazetelere şöyle bir göz gezdiriyorum.
Her gün bir vahşet haberi manşetlerde.
İskenderun’da polis karakolu basılmış.
Üç polis şehit.
Adana’da askeri araç taranmış.
2 asker şehit.
Urfa’da 8 kişi kurşuna dizilmiş.
Böyle iç açıcı haberler dolu her gün.
Bu sabah atölye’ye adım atmıştım ki, sokağın başından silah sesleri gelmeye başladı.
Hepimiz atölyeye doluştuk.
Giriş kapısını demirden biz yapmıştık.
Kapıyı kapattıktan sonrada 5mm kalınlığında bir saç plakayı içerden kapıya kaynattık.
Allahtan atölyenin penceresi yok.
Tek giriş bu kapıdan.
U demirinden’de bir dayama yaptıktan sonra hepimiz yere çöktük.
—Ne olursa olsun, kim gelirse gelsin açmayın kapıyı.
Beş dakika sonra, kapı güm güm vurulmaya başladı.
İçimden sıçtık dedim.
Hiç ses çıkarmadan bekliyoruz.
—Attila abi aç kapıyı ben Behçet.
Çatışanlar buraya doğru geliyor.
Fikret ile kahveyi kilitleyip kaçtık.
İkisini de içeri alıp kapıyı kapattık.
Çatışma beş saat kadar sürdü.
Allaha şükür ki gelen olmadı.
Saat 3 gibi silah sesleri kesilince, bizde teker teker dışarı çıktık.
Coco’yu da yanıma alarak sokağın girişine doğru yürüdüm.
Sokakta yer yer kan izleri var.
Sokağın başına geldiğimde, nöbet tutan tanımadığım kimselerin olduğunu gördüm.
Yılmaz sokak başka bir fraksiyonun kontrolüne girmişti.
Attila Bozoğlu - Eski Foça
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.