- 1045 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Hazân’ın Nevbahar Düşü
İnsanlar ve mevsimler aynı rüzgârda savrulan, aynı kaderi paylaşan benzeşik iklimlere sahiptirler.
Ansızın yaşanır bu iklimlerde değişik sürprizleri hayatın. Ansızın bulunur, ansızın kaybedilir çoğu şey.
Ansızın baş gösteren soğumalar ve kundaklanan yangınlarla anlam bulur sanki insanın varlık telakkisi.
Bir gün ansızın çalınır kapısı, yalnızca sesin ve nefesin varlığıdır hissedilen kapıda.
Seste ki dirilik ve coşku henüz gonca ikliminde bir nevbahar olduğuna dair hisler uyandırır içinde.
Tazeliğine ters oranda çatıktır kaşları, itirazları vardır hayatı çekilmez kılan yaptırımlara karşı. Ruh iklimlerinde nefeslenmesi gereken yakarışların şiir vurgusuyla ve alenen dillendirilmesi istismara açıktır ve buna tavırlıdır. Özgün ve özgür rüzgârların esişine yapılan müdahalelere karşı adetâ “vitesten atmaktadır” iradesi. Bu tavrı anlaşılmak istenmemekte, farklı refleksleri düşüncesizce mahkûm edilmektedir yargısız infazlarla. Başka iklimlerde başka renk ve tonlarda oluşan varlık bahçelerinin sırf kendi renk ve desenlerine uymadı diye tavır alışlarından bîzardır. Onlar gibi esmiyor, aynı melodiyi dillendirmiyor diye karşılaştığı yok sayıcı, yozlaştırıcı tavırları hazmedememektedir.
Aynı bahçenin varlıklarının renk, cins ve desen tutuculuğu ile birbirlerine diş bilemelerinden muzdariptir.
Benlik inşasını hizaya getirici buyurganlığın her cinsine karşı dik duruşlu bir itiraz içerisinde olmayı varlık mücadelesi olarak görmektedir.
Delişmen, fütursuz ve sorgulayıcı esintileri ile güçlü öz güveni derin izler bırakmıştır hazanın yorgun ama tecrübeli dimağında.
Samimiyetle ve şeffaf bir iklimde gelişen hayat eksenli muhabbetin efsunkâr sofrasından nasiplenmek beklenen lezzettir artık her gün onlar için.
Kışkırtıcı bir cemre enerjisinin tetiklemeleriyle damarlarında delişmence dolaşan kanı kimi hoyratlıklar kundaklasa da nevbaharın, artık hazanın dingin rüzgârlarından ve solgun renklerinin verdiği hayat mesajlarından hoşnut olmaya ve ona engin bir güven ikliminde açılmaya başlamıştır bile.
Derinliklerinde kopan fırtınalardan, gizeminde alev alev yanan taç yapraklarından, örselenen, pörsütülen umut goncalarından bahseder ona. Etrafında ve hatta en yakınındakilerle kendi arasında ki ulaşılması güç mesafelerden, içindeki boşluğu dolduramayışlarından bahseder kum saatini defalarca tersyüz eden samimi esintilerde.
Hayata tutunmak için hiç bir sebebi olmadığını düşünerek kendi öz filizlerini koparıp atmayı, goncasını soldurmayı, hayat güneşini söndürerek yaşamı sonlandırmayı denediğinden bahseder pişmanlık dolu ve kırık bir sesle.
İçi titrer hazanın. Umut ufkunun hep karanlık kalmayacağını, her şeyin oluşmak için vaktini ve kıvamını bulması gerektiğini fısıldar ona.
Kokusu, rengi vs özellikleriyle kâinatın hayat kaynağı olan varlık ve güzelliklerin sararma, kuruma ve çürüme şeklindeki konum ve mekân değiştirmelerinin de bir sırasının olduğundan, zamansız müdahalelerin hayat kurgusunu bozmak oluşundan bahseder. Her şeyin sona doğru akışının bir yok oluş olmadığından, bir başka bakımdan başa dönüş, yeniden diriliş olduğunu, eskimekten, hazana dönüşmekten sararıp düşmekten de bu itibarla endişe etmemek gerekliliğini vurgular müşfik bir tavırla.
Taze baharlardan sonra nasıl yaz, güz ve kış geliyorsa art arda ve nasıl ki kıştan sonra yeniden taze bir bahara göz kırpıyorsa her şey, hayatında da bu akış içerisinde saklı nice güzel sürprizlerinin olduğunu hatırlatır, iklimlerin yeşermesinin de sonlanmasının da bir vakti ve sırası olduğunu hatırlatır ona.
Nevbahar tedirgindir, kıştan, gelişiyle birlikte üzerindeki enfes güzellikteki elbisesini soyuşundan, bu büyüleyici güzelliklerin çürümeye mahkum oluşundan, böceklere yem oluşundan ürperdiğini ve hatta tiksindiğini, bunun adaletsizlik olduğunu, buna itirazı olduğunu anlatır hazana.
Ölümsüz olan, yokluğa meydan okuyan içteki özdür, ruhtur der hazan. Onun dışındaki her şey birer elbisedir, eskiyince ya da dar gelmeye başlayınca çıkartılması gerekir sonsuzluk baharında yepyeni elbiseler giyebilmek için. İşte kış denilen şey özün farklı bir iklimin elleriyle vücut elbisesinin kıskacından kurtarılmasıdır.
Bu süreçte hayatı coşkuyla, severek yaşamayı, bu ruhu etrafındaki varlıklardan da esirgememek gerektiğini vurgulayarak sevgi ve ilginin eteğinden tutunarak hercai savruluşlarına bir disiplin getirmesi halinde onların da bunun farkına varacağının altını çizer. Her değişim bir yozlaşma değildir bilakis mevsimler dünyasında zenginlik bile olmaktadır.
Duygu ve sevginin her gönülde yanamayan özge bir ateş olduğundan, sevgisiz varlıkların çoraklıkta çölleri kıskandıracak bir talihsizliğe düştüğünden, sevginin içtenlikle paylaşılma oranında renklerin, desenlerin canlanacağından, hoyrat rüzgârların dineceğinden, sevgisizliğin nasipsizilk oluşundan bahseder uzun uzun.
Sessizce dinlemektedir çoğu zaman nevbahar. Bu kapıyı çalmış olmanın kendisi için bir hayat ödülü olduğu düşünmeye başlamış ve hatta bunu fısıldamıştır bile kulağına.
Ertesi gün en haşin rüzgârlarını toplayıp gelmiştir ve hışımla dikilir karşısına hazanın. Gem almaz bir yılkı atı gibi özgür bıraktığı hoyrat esintiler dalında hayata iğretice tutunan mecalsiz yapraklarını koparıp taştan taşa çalmaktadır. Her kükreyiş bir kıymık gibi kanatır damarlarını. Ama kızamaz, küsemez ona Özünde toplanan kasırgaları tahammülün kemendiyle sıkı sıkıya bağlar âdeta, gül yüzü solmasın diye.
Ve anlar ki; bu hışmın sebebi hayalde de olsa bir hazan mevsiminin bahar iklmindeki tazeliğe ve sıcaklığa iç geçirmesidir.
Ona duygudan, sevginin renk ve desenleri canlandıran nadide bir ışıltı olduğundan sevgisiz kalışın nasipsizlik oluşundan bahsetmesidir.
Birbirlerine ulaşamayacak kadar uzak ve çaresizliklerle kuşatılmış olan iklimlerin bile özlerinde birbirlerine nadide yerler ve konumlar biçerek kanadı kırık duygulara sevgi ufkundan nefes aldırabileceklerini fısıldamasıdır.
Merak etmek, halinden habersiz kalma sızısı, hayatın önemsenenleri arasında yer ayırmak ve hatta hakkında endişe rüzgarlarıyla savrulmak dahi özün derinliklerinde hayat bulan beklentisiz bir sevginin varlık eseri ve terennüm şekli olduğunu vurgulamasıdır.
Bu esişlerdeki efsunlu fısıltının özünde inceden inceye bir ayartma, baştan çıkarma girişimi vardır, planlı bir esiştir bu nevbahara göre.
İçindeki güven dağlarını yıktığını, itimat çınarlarını devirdiğini, muhabbet denizlerini kuruttuğunu haykırır hiddetle hazanın yüzüne.
Anlaşılamamış olmanın tutuşturduğu ateş yalımlarıyla kavrulan özüne sarılır. Şaşkındır hazan. Tüm bahar iklimleri böyle fırtınalı mıdır, yoksa bu bahar kendisine özgü farklı bir can mıdır?
Serzeniş ve sitemlerini gül yüzüne söylemekten endişelenerek solar diye, akıtır içine bir kor gibi.
duygular dâra çekilmez, sitem edilmez dildâra / koklayana reva olmaz koparana düşen figan,
insaf eyle koma beni ebedi bir intizâra / yaralarıma köz dökme gel insaf eyle leyli can.
Kendi bahar günlerini, o çağlardaki duygularının izlerini aramaya, hatırlamaya çalışır hayal meyal, ama nafile, her şey silinmiştir. Ya talihsiz bir şekilde derin izler bırakacak heyecanlarlardan mahrum kalmıştır özü, ya da eskimiş, çürümüş, mazinin derinliklerine gömülmüştür tüm hatıralar ve duygular.
Görmüş olduğu bu beklenmedik tepki yılgınlığa yeşereceği yerde garip bir şekilde bir ilgiye, tecessüse dönüşmeye başlamıştır nevbahara karşı.
Enteresan bir şekilde gizemine tutulmuştur sadece esintisini hissettiği bir güzide iklimin.
Dağlarını, ovalarını, ırmaklarını, denizlerini, gül bahçelerini, envai çeşit meyvelerini, mehtaplı gecelerini hiç görmemiş olduğu bu mevsime dair sıcak esintiler kuşatmaktadır tüm zerrelerini.
O kimi zaman düşlerine konuk olarak gonca olup açmaktadır kurumaya yüz tutmuş dallarında.
Kimi zaman bir uyku perisi, kimi zaman bir düş perisi olup ziynetlendirmektedir rüyalarını; her telinde bin hayal şuaları parlayan ta beline kadar uzanan gece karası saçlarıyla.
Kimi zaman enfes bir tebessüm tabağında sunmaktadır kendisine leziz meyvelerinden bir filiz gibi ince, gül dalı kadar narin parmaklarıyla.
Hayretler içindedir; bu durum yaşanamamış olan çağların bir duygu kasırgası mıdır içinde serserice savrulduğu, yoksa gelip hazana dayanan bir güzergâhta bir daha yaşanamayacak olması endişesinin telaşıyla düşülen bir mecnunluk mu?
Kendi iklim aynasına döner yüzünü. Seyre dalar tedirgin tedirgin; kurumaya yüz tutmuş yapraklarını, miadını doldurmuş, cezp edici meyvelerden mahrum kırılgan dallarını, kendi üşümüşlüklerini bile ısıtmakta acze düşmüş sıcaklığını, pörsümeye yüz tutmuş solgun bakışlarını ve rengini, canlılığını kaybetmiş kış beyazı saçlarını. Bu haliyle ona hiç bir güzellik sunamayacak ve mahrumiyetler yaşatacak bir durumdadır.
İçinde amansız bir heyelan baş göstermiştir. Bu tablo hoşuna gitse de, gitmese de kendi gerçek ya da ona en yakın tablosudur. Bu hal düşünmekten kaçarak hissetmemeye çalıştığı kendi öz gerçeğidir.
Tüm kâinatı dolduracak kadar hicran yüklü sessiz bir çığlık ve canhıraş bir refleksle hayata tutunabilmek telaşına kapılır. Kurtulması gerekmektedir bu pörsümüşlük psikolojisinin kıskacından. Bunu da ancak hayatın damarlarına kan verecek türden yaşanmaya değer duyguların eteğinden tutunmak suretiyle başarabileceğine kanaat getirir. Böylesi bir yönelişle hayal etmeye başlar cisim olarak hiç görmemiş olduğu halde ruhundaki tazeliğe, diriliğe, enerji ve coşkuya hayran kaldığı bu gizemli varlığı.
Onun seyredeni büyüleyen engin okyanusları, yüzeyi nilüferlerle kaplı gölleri, aşk ve özlem şiirleriyle çağıl çağıl akan ırmakları, vuslata koşarcasına delice akan çağlayanları düşer aklına bir çift göz zarafetinde, gönlünün tarifsiz bir huzurla dolduğunu hisseder ve onların içinde ebediyen kaybolarak kendisini bulmayı düşler.
Sonra bazen yıldızlara, kimi zaman güneşe, kimi zaman mehtaba benzeterek efsunlu sıcaklığı ve ışıltısını ta içinde bulduğu bakışlarının tüm kâinatı doldurarak kendisini de sımsıcak muhabbet şualarıyla çepeçevre kuşattığını hisseder.
Envai çeşit renkleri, iç bayıltan kokusu, taptaze bir fidanı andıran selvi boyuyla bir gonca gül fidanına benzettiği ve “gülün ömrü az olur” ve “başkaları da koklar gülü” kaygusuyla titrediği cismini hayal eder.
İklimindeki sıcaklığı, gizemli bahçesinde olgunlaşmaya yüz tutmuş envai çeşit meyvelerin şeklini, rengini, kokusunu, lezzetini düşünür fütursuz bir hayalin kanatlandırdığı yüreğiyle ve özlem sancıları içinde sızlanır;
özlemin nârına meftun, yanar durur hücrelerim / uyandırırdı varlığın gönlümde uyuyan devi,
yıldız olursun göğümde, senle ışır gecelerim / kora dönüştürür bûsen içimde sönen alevi.
Kışkırtıcı bir merak seline kapılmış sürüklemektedir bu gizemli bahçeye doğru. Hayalen de olsa görmek, hissetmek, tanımak ve tatmak arzusundadır bu nadide lezzetlerin her birinden büyük bir özlemle.
Bir gecenin koynunda muhabbet vuslatındadırlar yine. Hayal kadehleri doldurulur bir ara. Hayal sarhoşluğu başka şeye benzememektedir. Hazan da nevbahar da sekerat halindedir.
Hazan aralık bırakılan kapıdan süzülür saklı bahçeye yavaşça. Büyülenmiş gibidir. Nasiplenmeye başlar gayri ihtiyari olarak. Nevbahar sessizce seyretmektedir olup bitenleri. Hazan bu derin sükûttan irkilir. Destursuz mu girmiştir, bu bağdan aşağılanarak kovulacak mıdır yoksa? Ürperir, özür dileyerek çıkmaya kalkışır ama nevbahar varlığından hoşnut gibidir. Lisan-ı haliyle rahatsız olmadığını ima eder.
Beklemediği bu nadide lütfun da verdiği sarhoşluk savruluşuyla ve hazana gelip dayanan ikliminin mahrumiyetlerinden hıncını alırcasına çılgın hayallerin koynunda tadar bir bir bu gizemli bahçenin tüm meyvelerinden. Goncalarından buketler derer kendi gerçeğini unutmak istercesine, vaktin nasıl geçtiğini dahi bilemeden saatlerce. Zaman adeta su gibi akmış ve saatlerin aguşunda asırlık lezzetler yaşanmıştır. Her ikisi de özlerinde yaşanmışlıkların tarifsiz lezzeti, umut ufuklarında çaresizliğin fay kırığı karanlıklar, gömülürler sıfır üç depremleriyle birlikte kendi derinliklerine.
Şafağın apaydınlık bohçasında kendilerine sunulan yeni bir günün orta güzergâhında tatlı esintiler ikliminde yeniden kesişir yolları. Yâd ederler muhabbet içinde hal, hatır ve hatıraları.
Gece kasvet ve sızılarıyla birlikte karanlık örtüsünü geçirmiştir günün yüzüne yeniden. Her şey tedirgin bir ürpertinin kıyısında beklerken sabahı, enteresan bir şekilde hışımla çalınmıştır hazanın kapısı.
Zehir zemberektir nevbahar, yenilir yutulur cinsten değildir bütün bir geceyi doldururcasına haykıran kasırgaları. Yerden yere vurur tam da baharın delişmen evrelerine özgü bir karakterle. Bir filizkıran gibi kırmaktadır hazanın içinde yeşeren tüm ümit filizlerini; bahçesini talan etmiş olduğu gerekçesiyle. Hazan kırılganlığıyla hayata zaten zor tutunan köklerinin hoyratça sökülüp, hayat damarının acımasızca koparıldığını hisseder bir an. Dualara tutunur engin denizlerde amansız ve çılgın kasırgalara tutulan bir geminin pür telaş liman arayışı gibi.
Bir an “iyi ama mutluluk imalarıyla tebessüm etmiştiniz hayallerimin coşkuyla kanat çırpışına” diyecek olur. İncitmiş olmaktan korkar. Esse nefesinden sıçrayacak bir kıvılcımın onda onulmaz yangınlar kundaklayacağı düşüncesinden bile ürperir. Esmemeyi yeğler. Hapseder rüzgârlarını iç derinliklerine. Ardında üzerinden tufan geçmiş bir harabe bırakarak gitmiştir bile o gelişi gibi hışımla.
Gömer tüm sızı ve sitemlerini sanki faili meçhulmüşçesine içinin en derin makberine.
hazan vurgunu yazgıyla çürürken izbelerimde / bir nevbahar coşkusuyla estin belâlı başıma,
huzur ararken düş oldum efkâra dîdelerinde / öfken hercâi bir tufan bakmaz gözümün yaşına.
Asırlar kadar ırak bir gurbetin cenderesinde, geçmek bilmeyen günlerin pençesinde derbeder bir seyyahken, mecnunu kıskandırırken iç yangınlarıyla, ona rastlar savrulurken hüzün vadisinin sarp yamaçlarında.
Her şeye rağmen hazanın dingin kuytularında dindirmek dilemektedir bu körpe savruluşunu nevbahar. “geldim!” der “anla beni ve bırakma, hangi hoyrat rüzgârlarla dayanırsam dayanayım kapına âguşunu aç bana. Eğer gidersem kaybolurum içime sığdıramadığım varlığının yokluğunda.”
Şaşkındır hazan. Daha taptaze yaraları kabuk bile bağlamamışken, ancak kurtulabilmişken onun bir cinnet savruluşunu andıran kasırgasından neyin nesidir, neyle izah edilebilir bu karşılaştığı tablo?
Bir muhabbet ateşi arayışımıdır ilgisizlik çölündeki üşümüşlüklerini ısıtabilmek için?
Bir sevgi sayıklaması mıdır körpe çağının verdiği heyecanın esrarı ve ısrarıyla aranan?
Fıtrat denizinde kopan bir aşk dalgası mıdır yüreğin ferman dinlemezliğinin rahminden doğan?
Yoksa bir akıl tutulmasının, bir bilinmezliğin gizeminden parlayan hercai heves kıvılcımı mı?
Eskittiği iklimlerin hatırına engin bir saygı olması ve hatta soluk benizli bir hazan oluşundan dolayı hissedilen derin bir merhamet duygusunun perdelediği his bulanıklığı olması da mümkündür bu arayışın. Bel ki de bir yaraları sarma, kırılanları toparlama girişimi.
Ama her şey bir yana gerçekten bir tutku savrulması olsa bile kapısını bir muştu gibi çalan bu duygu esintisi, kendisi onun nazenin varlığını taşıyabilecek, ondaki hercei savruluşları dindirecek çağ ve takatte olmadığının farkına varmıştır çoktan.
Yorgun vücudu ve onu taşırken zaman zaman yalpalayan dizleri, duyguların tasallutundan kurtulduğu zamanlarda ortaya çıkan feraset güneşi bu tanış oluş ve sonrasında gelişen duygu ve muhabbet sarmalı için başka anlamlar yüklese de, özü bambaşka şeyler fısıldamaktadır ona.
Ne yüreğin fermankâr aklı önem vermektedir aklına aklın, ne de aklın aklı yetmektedir yürek ikliminde olup bitenlere.
Boğulmak üzeredir serseri med cezirlerle çalkalanan endişe denizinde; mahrum kalmak bitimsiz bir kahır ve sancıdır adresine çıkarılmış fakat hiçbir geleceği olmayan bu nadide bergüzardan, kabullenmek ise bambaşka bir sancıdır rahminde gönül ve ruh travmaları kundaklayan.
Yine de büyük bir heyecan ve onur duymaktadır bu tarifi imkansız ve lütufkâr teveccüh karşısında.
Bir an düşünmüş olması bile vuslat ihtimalininin olabilirliğini, coşkusunu katleden serseri endişelerin girdabına sürükleyip bırakır kendisini. Yorgun kanatları mecalsiz kalmıştır yine.
Hayata yeniden tutunmak, yepyeni bir diriliş yaşamak istemektedir yüreği ve ruhu. Tüm endişelere, değişmez gibi görünen kendilerine has bütün iklim farklılıklarına rağmen emek vermek gerektiğini düşünmektedir ısrarla. Ama Hazan ve Nevbahar iklimlerini birlikte düşlemek heyecan verici olsa bile olası gözükmemektedir. Yıpranmak ve yıpratmak kaçınılmaz gibi durmaktadır kapıda.
Bunun nevbahar da farkındadır. O da yıpranmıştır kimi karakteristik mevsim farklılıklarından. Bunların itidalle yönetilebilmesinin gereğine inanmaktadır. Kimi muhtemel örselenmelere karşı engin bir hoşgörü ile sabrı kuşanmanın olmaması halinde idare edilmesi belli bir kalıba oturtulması hayal edilse bile imkânsız gibidir. Yaşananlar ise bu gerçeğin aynasıdır.
Bu durum hayal kırıklıkları yaşatmaktadır her iki iklime de. Her kırılan hayal hırçınlaştırmakta, haddi ve maksadı aşan kasırgalara kapılar aralamaktadır ikisinin de ruh iklimlerinde. Nevbahar kırmamak ve kırılmamak temennisiyle kendisini ve kendisine dair her şeyi bir daha hiç hatırlamamacasına unutmasını tavsiye etmektedir ona apansız bir vedâ gibi.
Hazan bu karara şaşırmamış gibi görünse de nefesinin kesilmiş olduğunu hissetmiştir bir an. Kaleminin kırıldığını anlamıştır bu sıra dışı tanışıklığın. Ona göre her şeyi silmek, unutmak o kadar kolay değildir ama güçlü bir irade travmasıyla akla hafıza kaybı yaşatarak aşılabilir belki bu zor yokuş. Yüreğin hafızasını silmek ve bitimsiz sızılarını dindirmek ise imkânsızdır. Zor bir durumdadır. Karşılaştığı bu enkazın infialiyle kırılmış olsa da kırmamak duygunun canını yakmamak için olanca rikkatini kuşanmalıdır. Unutmak denen serseriyi sevindirmemek için yüreğini ve hatıralarını yanına alarak sükûtun derinliklerinde kaybolmak gerektiğini anlamıştır. Ama yüreği isyanlardadır bu karara.
Her şeye rağmen yüreğindeki deprenişlere kol kanat germek, emek vermek ve açmaz gibi görünen farklılıkları aşmayı başarmak duygusu ağır basar. İçini tılsımlı bir heyecan kuşatmıştır yeniden.
Onunla aynı duygu rüzgârın da savrulmayı, aynı gecenin koynunda yıldızlara aşk şiirleri okuyup, aydan aşk masalları dinlemeyi, gizem bulutları arasında saklambaç oynarken; bile isteye sobelenmeyi, sabah çalınca kapılarını elinde birbirinden güzel hayat muştularıyla, tebessümlerini aynı güneşin kirpiklerine birlikte asışlarını hisseder hayal sıcaklığında.
Âh bu gelgitler; ne zaman sıyrılmak istese gerçekler, ne zaman izini kaybettirmek istese akla, hayallerin büyüsünü bozmaktadırlar.
Nevbaharın kararı fıtratın dilidir sanki. O bir renk cümbüşü içerisinde kâm almayı beklerken hayattan, kendisi renkleri solmuş bir son bahardır. Sıcağı uysallaşmış, enerjisi dinginleşmiştir. Onun rüzgârları “ben varım, ben buradayım, ben tazeyim” haykırışlarıyla eserken heyecanın doruklarında çığlık çığlığa, kendi rüzgârı bir tükeniş yokuşunda iniltilerdir âdeta. Derin bir hicran ile sızlanır;
ferhat’ın deldiği dağdan daha çetin dağa saldın / nice engel var yolunda, sabırla aşmak imkânsız,
söyle ey gül peri söyle; gelmekte sen mi geç kaldın / ben mi düştüm şu cihanın değirmenine zamansız?
Zamansızlık çetin bir dönemeçtir, çaresizlik de öyle. Hatta zamansızlık batağında durağanlaşan can kokuşmayı, kurtlanmayı tattırır yoldaşına. Bu duygular bir başka hüsran tablosunun perdelerini aralar ona. Öyle bir tablo çakılır ki beynine paslı bir çividen farksızdır, canını fena yakmaktadır.
Bu imkansız vuslatın gerçekleşmiş olabileceğini hayal eder bir an ama kabuslar peşini bırakmamaktadır. Onun enerji ve heyecanına yetişememekte, onun coşkusunu anlayamamakta, ona ayak uyduramamaktadır. Ona yaşattığı böylesi bir açmazda bir başka taze bahara çaresizlik içinde iç geçirirken şahit olur onun bakışlarına. İçine kandır damlayan.
O, son hızla akan zamanı peşinde sürüklerken, coşkusuyla, kendisi zamanın girdapları içinde tükenişini, solgun renkli yapraklarının ufalanışını, mukavemetsiz dallarının kırılışını ve onun en olgun ve coşkulu çağında orta yerde çaresiz ve dayanaksız kalışını hisseder. Bu durumda onun bir başka baharın ya da yazın kollarında huzur ve mutluluk arayacağına dair endişe düşer içine bir kor gibi. Ruhu çaresizlik ve isyan içinde kahrolur.
Anlar ki; bir anlık hayal kanatlanmasıyla perdesi aralanan gerçeklik düşünün bu tablosu hazan kıskacında yeşeren tüm nevbahar hayallerinin hakikatidir. Nevbahar ansızın bir muştucasına çaldığı gibi kapıyı ansızın bir kabuscasına da kapatılabilir bir daha aslâ hatırlamamak kaydıyla...
O halde; çaresizlik kıskacındaki hazan vaktinde hayallerin ve düşlerin sokağında fazlaca eğlenmek yıpranmak ve yıpratmak demektir…”
Dilinde ebed iklimine adanan bitimsiz bir nevbahar duası ve sızılarını kutsamış mahzun bir yürekle revan olur yola; tahammül seferi kıvamında…