Hangisi doğru, hangisi yanlış???
Bir televizyon kanalı sokaktaki insanlara sorular soruyor. Şu şarkıcıyı beğeniyor musunuz? En sevdiğiniz şarkısı hangisi? Yakışıklı buluyor musunuz? Güzel buluyor musunuz? Bütün bu soruların ardı ardını izlediği bir anda yanımda duyduğum şu sözler beni sarsıyor. ‘’Sen ekranda erkek sinek görsen onu da beğenirsin.’’
Bir eleştiriydi bu ama sert ve kesin bir dille dile getirilmişti. Bu lafı kimin söylediğine değinmeyeceğim. Oysa mikrofonu tutan kişi karşısındaki kıza sadece son dönemlerin popüler bir pop müzik şarkıcısını beğenip beğenmediğini sormuştu. Kızın çok neşeli ve mutluluk göstergesi hareketleri saf ve temizdi. En ufak bir art niyeti yoktu. Ama beğendiği erkek şarkıcı, gerçekten de hayallerini kuruduğu ideal erkek tipimiydi? Aynı kişiyi hiçbir popüler vasfı olmadan görseydi eğer aynı beğeni duygularını taşır mıydı? Tüm bu söylemler ekranda şık kıyafetler içerisinde gördüğü manken kıza ağzının suyunu sile sile yorumlar getiren erkekler içinde geçerlidir. Onlarda ekranda ‘’dişi sinek görseler şaha kalkarlar.’’
22 Nisan Perşembe gecesi Saba Tümer’in program konuğu İclal Aydın’dı. Aslında bu yazıyı yazmaya da program sonrası içimde oluşan ‘hep biraz eksiklik’ kavramının gerçekleriyle yüzleşmeye başlamış olduğumu hissetmem neden oldu. Kendi kendime durup düşündüm bir an ‘yoksa bende ekranda dişi sinek görseler’ den miyim diye. Yok bu sefer öyle değil. Zaman zaman erkek olarak yenildiğim testesteron düşüncelerinden gerçekten farklıydı. İclal Aydın öyle tatlı anlatıyor, Saba Tümer öyle neşeli kahkahalarla karşılık veriyordu ki insanın neden dememesi elinde değil. İclal Aydın Vatan gazetesindeki köşe başlığı gibi ‘hayat güzeldir’ in tanımı; Saba Tümer karşısında hayatın renginin kahkahalar olduğunu öyle güzel tasvir ediyor ki. Ben İclal’deyim… siyah saçlarını arkaya toplayışıyla, gerçek bir esmerin insanın ruhunda nasılda kesikler açabileceğini anlatarak, konuşmanın, konuşabilmenin esrarengiz büyüsüyle içine alması adeta bitirdi beni.
Koltuğa oturmuş öylece bakakaldım, dalıp uzaklara gittiğimi bile fark edemedim, sanki her şey gerçekmiş gibiydi: İkimiz gözümü henüz pek kimsenin keşfedemediği kıyı semtinde, bahçeli, huzurlu evimizde açıyoruz. Ben ondan önce kalkıp, salatalıkları soyuyorum(ama o yarı kabuklu sevdiği için ona göre soyuyorum), biberler yıkanmış buram buram kokuyor salatalıkla birlikte evin her tarafında. Sonra onun çok sevdiği benimde en iyi yaptığım omlete başlıyorum. Arkadan iki elin belime dolandığını, henüz tam uyanamamış bir bedenin bana değdiğini, ağzının kenarındaki izleri fark etmeden yanağıma ‘günaydın aşkım’ diyerek öpücüğünü kondurduğunu, yüzünü yıkayıp geldikten sonra beni masaya yollayıp servisi onun yaptığını, aynı anda bandığımızı ekmeğimizi omletimize… o son romanına çalışırken ben de yeni dergilere, romanlara göz gezdirdiğimi, kendi şiirlerime yeni isimler bulduğumu... falan filan derken dönüyorum gerçek hayata. Program reklama giriyor.
Hayallerle gerçekler bir arada yaşar. Hayatın içerisinden bizler çıkartırız onları. Hangisi lazımsa o an onu çekeriz yanımıza, diğerini iteriz öteye…
Belki de benim hayalimi hayal yapan şey de İclal Aydın ismidir. Yoksa geriye kalan her şey ne kadar gerçekçi değil mi?
Gerçek hayatta hayallerinizin içerisine almaya çalıştığınız kişiler gerçektir. Siz tam da o anda ya aptallaşır düşersiniz, ya da sizi aşağıya itip düşürüverirler.
Bir çok çift aslında birbirlerine söylemek istemeseler de aynı hayalleri kurarlar. Ama iş o hayalleri gerçek yapmaya gelince değişir. Bir anda uzaklaşır gider ortak noktada buluşulan dünya. Şimdi bu yazımdan şunu anlamak güç değildir ‘Doğuşan, İclal Aydın gibi bir sevgili istiyor.’ Ama Ramiz Dayının da dediği gibi ‘mesele o değil… mesele o değil…mesele; yaşayabilmekte!’
Galiba daha iyi anlıyorum şimdi ekranın büyüsünü. Gerçek hayatta yaşayamayacağın duyguları, düşünceleri onlarla oluşturduğun hayallerde yaşıyorsun. Aslında bir kız Teoman’ı yahut Murat Boz’u beğenirken hayalindeki gerçeği beğeniyor. Ve evet, orada isim gerçekten önemli değil, önemli olan kişinin hayalinde.
Tam da bu yüzden Tuna Kiremitçi’nin ‘o içeride çellosunu çalıyor, bende romanım üzerinde çalışıyorum. Hayatımda bunu yaşayabileceğim bir kadın olduğunu düşünmüyordum.’ söylemi çok buruk ve doğruydu. Çünkü içeride çellosunu çalan kadın yıllar yıllar önce ölen bir çello sanatçısıydı.
Bu arada İclal Aydın’ın güçlü bir kadın karakter olduğunu hissetmem de beni bu kadar etkilemiş olabilir. Kadın-Erkek karakter konusuna hiç girmeyeyim, onu da başka bir yazıya bırakayım.
Son sözler; yaşamaktan ve yaşayabilmekten korkmayınız. Göreceksiniz hayalleriniz ekran parıltıları olmayacak, yeryüzündeki yıldızlar olacak. Ben buna inanıyorum en azından… Ya da kendimi kandırmaya devam ediyorum!...
Doğuşan IŞIK
23.04.2010
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.