ÇAMURDAN BİR HİKAYE
ha! Baktım olmayacak, bari hafta sonları yazayım dedim… Dur, dur kıpırdadı!”
Misinanın titrediği, gerildiği görüldü. Ama Cabbar Bey birden çekince misina gevşedi. “Gene kaçtı namussuz!” diye söylendi Cabbar Bey. Misinayı sudan çıkardı ve bir toprak tezeğinde kıvranmakta olan solucanlardan birini canlı canlı oltaya geçirirken;
“Ben de az önce geldim” dedi. “Ama bir bilsen nerdeyse çamura saplanıyordum. Allah seni inandırsın Kenancığım, tekerlekler yarıya kadar çamura battı. Tekerleklerin altına taşlar koydum, güç bela arabayı çıkardım.”
“Gördüm Üstat” dedim. “Hatta arabanın çamurluğunu ağaca asmışsın.”
Cabbar Bey oltayı çamurlu suyun ortasına doğru fırlattı.
“Ha o mu? Benim değil. Onu yerde, çamurların içinde buldum. Hödüğün biri düşürmüş, orada öylece bırakmış. Ben de sahibinin yolu tekrar buraya düştüğünde kolayca görsün diye ağaca astım. İnsanlık ölmedi ya!”
İster istemez gözlerimi Cabbar Bey’in arabasına doğru çevirdim. Arabanın sol arka çamurluğunun yerinde yeller esiyordu. Anlaşılan Başmüfettişin iyilik olsun diye ağaca astığı çamurluk kendi arabasına aitti ve o bunun farkında değildi. Bu, boğucu Temmuz akşamında hoşça vakit geçirmek için böyle bir fırsatı kaçırmamam gerektiğini düşündüm. Cabbar Üstat gevrek gevrek güldü. Her zaman yaptığı gibi arabasını övmeye başladı:
“Kenancığım, arabama gözüm gibi bakarım. Motorun sesi mi değişti, hemen anlarım. Kaportasına sinek pislese temizlerim. Hiçbir eksiği, hiçbir eziği, çiziği yoktur. Kim inanır, benim arabanın seksen beş model olduğuna? Allah seni inandırsın, dokuz bin lira verdiler de satmadım!”
Üstat bir kahkaha patlattı. “Yahu Kenancığım” dedi. “İnsan anlamaz mı? Allah seni inandırsın, bir vidası düşse anlarım.”
“Üstat, burada balık olduğundan emin misin?” diye sordum.
“Hiç olmaz olur mu, daha geçen gün kocaman bir taşısıran tuttum.”
Şimdi ona “taşısıran nasıl bir balıktır” diye sorsam, balıklar ve balık avcılığı konusunda bana uzun nutuklar çekecek, konu dağılacaktı. Yeniden çamurluğa döndüm:
“Üstat, arabanın çamurlukları çok pahalıya benziyor. Orijinal mi?”
“Alman arabası bu! Çamurluklar da ona göre. Allah seni inandırsın, aldığım gibi duruyor. Yirmi yıllık çamurluk, dile kolay. Daha hiç eskimediler, düşmediler.”
Eh artık bu kadarına da pes doğrusu! Üstat iyice kaşınmaya başlamıştı. Onun insanı tahrik eden aymazlığı karşısında bu oyunu sonuna kadar götürmeye karar verdim.
Üstat ne zaman tutuğu balıkların büyüklüğünden söz etse ben bir yolunu bulup sözü çamurluğa getiriyordum. O ne zaman “Allah seni inandırsın” diye müfettişlik serüvenlerini anlatmaya başlasa ben “çamurluk” diyor, dalgamı geçiyordum. Böylece iki saat kadar balık tuttuk, daha doğrusu tutamadık. Hava kararmak üzereyken misinalarımızı topladık.