- 664 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
YOLCU
Herkes gibi…
Yolcuyum bende.
Arkamda bir yığın yaprak bırakarak gidiyorum.
Soğuk bu kez yamaçlardan aşağı inen rüzgârla hissettirdi kendini.
Dar bir vadinin içine yöneldiğimde derin, karanlık kanyonları aratmayacak yollardan geçeceğimden habersizdim.
İki yanımdaki dik kayalarda, dört mevsimden hiçbir iz görünmüyordu.
Oldukça bozuk satıhlı yol boyunca bana eşlik eden cılız bir dere, coşkulu müziğini söylemek için baharı bekliyordu.
Etrafta ne çiçek var… Ne ahenk…
Taşlı yollarda yürüyüp yükseldikçe o masum rengin arkasına gizlenen kış, yüzünü göstermeye başlamıştı bile.
Yol kenarında umutları tarafından aldatılmış zamana direnen ihtiyar asık suratıyla pes etmiş gibiydi. Dalgın bakışlarında sayısız hatıralar okunuyordu. Sırtını verdiği toprağa, kendini atma planları yapıyordu sanki…
Solmuş yanakları öyle söylüyordu.
Onu izledikçe, hüzünlenen yüreğim geride bir veda türküsünün izlerini bırakarak yoluna devam ediyordu…
Yürüyorum.
Yürürken bir ara dönüp geri bakıyorum.
Aşağılarda derin bir vadiden ıslık sesi duyuluyordu.
Nerdeyim ben? Yer de mi? Gökte mi?
Aslında o ses yabancı gelmiyordu bana…
Henüz tanışmasak ta… Daha yeni görmüştüm onu dost bir yüzde...
Geçen Çarşamba… Musalla taşında…
Yolcuyu uğurlarken bir cami avlusunda...
Her an benimde peşimde.
Hayli yol almıştım fakat çok dolambaçlı yollardan geçerek geldim buraya. Çıplak dalların arasından görünen tepeler bir kuş hafifliği veriyor vücuduma. Ayaklarım yerde olsa da gözlerim kuşbakışı bakıyordu her yana.
Başka bir anlam kazanıyordu her şey. En azından ben öyle düşünüyordum
Uçmak ister gibi yürüyordum.
Düşünüyorum da kaç çoban sürüsünü geçirdi bu yollardan? Kaç sürü bu dereden su içti? Kaç köylü bu ormanlarda odun topladı? Kaç çocuk büyüdü? Kar, sıcaklığın sıfır derecenin altına düşmesiyle meydana gelen yağış şeklidir. Yoksa içsel bir yolculuk muydu benimkisi? Şimdi “topuklara kuvvet” deme zamanı değil miydi? Gökyüzünde para kadar bulut yok. Güneş şekilsiz bir ışık dağıtıyordu üzerime. Önümde pamuk gibi karlar. Erir diye basmaya kıyamıyorum. Kızma! Tek izden gidiyorum.. Yol boyunca Kar! Kar! Kar! Vakit geçmeden bir aşk bul kalbine sar... Bahar topraktan aldığı sevgiyle, yemyeşil gülümser dallarda. Ağaçlar meyvenin aşkıyla açar çiçeklerini. Güneş sen varken bile ısıtırken ellerimi. Ya sen? Sen yürek kanatır soğuktan ilmek ilmek pranga işlersin ayaklarıma. Bir gurbet mektubunda ölüm haberini anlatan satırlar gibi soğutursun içimi. Yoksa sen; özlemle beklediğimiz baharın müjdesini mi veriyorsun? Bundan mıdır bu dağlarda hoyrat yaşayışın? Bundan mıdır iyinin kötünün, güzelin çirkinin, günahın sevabın bu dünyada yaşamaları? Şüphe yok ki görünmeyen bir âlemin yansımasıdır yaşadığımız âlem. Yaşadığım hayat, yüreğimde gördüğüm her resmin yanılsaması değil midir sanki? Bundandır işte her şeyin zıddıyla yaratılmış olması. Offf…
Bu aforizmalar içinde yer yer buz tutmuş bir yoldan yürüyorum.
Zaman zaman yanımda uçan kuşlar benim için ne düşünüyordu acaba?
Batı yakasında kızıla dönen güneş beni terk edip yerini ay’a bırakıyordu.
Karanlık geceler ışığa ne kadar da muhtaçmış…
Yüzümü doğuya… Doğacak güneşe çeviriyorum.
Zifiri karanlıkta iniş aşağı doğru, ağaçların arasından ayın güzelliğini seyrederek yürüyorum. Ahenkli şavkını düşürmüşken yüzüme mehtabın, muhteşem görüntüsüne yıldızlar eşlik ediyordu.
Mutluluk fidelerini ektim yürürken onun ışıklarına.
İnsanların yalnızlaşmaması, yüreklerin sıcak olmasından; yüreklerin sıcak olması da gönüllerin yakın olmasından geçermiş.
Yıldızları dostluğuma sarmalayarak yürüyorum.
Aslolan yürüdüğün yoldur.
Bu fani vücut; onda yürüyen bir yolcu…