- 611 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ÇOCUKLARIM 1
Eğer YİBO’da çalışıyorsanız, hayatın sillesini erken yemiş, çocukluğunu yaşayamadan olgunlaşmış öğrencileriniz karşısında, kendi sıkıntılarınıza “Aman benimki de dert mi?” diyeceksiniz demektir. Gazetelerin 3. sayfa haberlerinden, televizyonda içinizi burkan olaylardan kalan çocukların şimdi nerede olduğunu anlamış olacaksınız. Öteki çocukların hayatlarının bir parçası olacak, yaşamınıza çok uzak sandığınız marjinal olayların acı gerçekliğini, bu çocukların gözlerinde okuyacaksınız. Her birinin alnında yazılan ayrı hikâyenin şahitliğini yapacak, gün gelecek abla, gün gelecek anne kucağı olacaksınız.
Ben bu seride birkaç öğrencimi kısaca tanıtmak istiyorum sadece. Gerçek ismini vermeden ama olayları da değiştirmeden. Saygıyla…
DENİZ…
Köy çocuklarının çok sevdiğim şiveli konuşmalarının arasından, berrak İstanbul Türkçesiyle sıyrılmasıyla tanıdım onu önce. İfadeleri ve cin gibi gözleriyle zekâsını ele veriyor ve İstanbullu oluşunun mağruriyetiyle çocuklara caka satıyordu.“Babam öğretmen” demişti bir keresinde. Hayret, eğitimli ailelerin çocukları olmazdı burada, vardır bir sebebi diye geçirdim içimden.
Yatılı ortama ilk kez dahil olan Deniz, o kadar çabuk adapte oldu ki şaşırdık. Bir yandan yazılılardan yüksek notlar alıyor diğer taraftan okulun tüm oğlanlarını parmağında oynatıyordu. Normal değildi bu. Henüz 6. sınıftaydı, ama aşk hayatını takip etmeye hiçbirimizin mecali yoktu. İdarecimizin deyimiyle “yakaladığını öpen cinstendi” Deniz. Uyarılar, güzelce konuşmalar yalnızca birkaç günlüğüne hızını kesebiliyordu kızımızın. Tüm YİBOlu çocuklar gibi o da sevgiye muhtaçtı. Sevgiyi yanlış adreslerde arıyordu sadece. İdare kızımızla baş edemeyecek hâle gelince çocuklarını okuldan almaları için aile çağrıldı. Ama ne aile! Deniz’in hikâyesini öğrendik o zaman hepimiz…
Deniz, 99 Marmara depremi çocuğu. Deprem zamanı henüz birkaç yaşında. 45 saniyenin sonunda gözünü açtığında artık annesi ve babası yok başucunda. Direkt çocuk yuvasında. Tüm kız çocukları gibi cimcime, kendini sevdirmeyi iyi biliyor. Evlatlık işlemleri için gelip giden bir kadın gönlünü kaptırıyor bu şirineye. O kadar bağlanıyor ki, “doğmayan çocuğumun yerini ancak Deniz doldurabilir” diyor. Ve kendi kanından gibi, kendi öz yavrusu gibi sahip çıkıyor Deniz’e. Yemeğine sevgisini katarak büyütüyor onu. Ve hayat, Deniz’in yeni annesinin kanser olduğu gerçeğiyle yüzleştiriyor aileyi. Birkaç yıl tedavi, zorlu bir süreç ve sonuç: Derinden bağlandığı iki annesini de toprakla paylaşan küçücük bir kız çocuğu. Dünyada yapayalnız kalıyor Deniz. İstenmiyor, ayak bağı olarak görülüyor. Emanet sonuçta ama hiç kimse anne sevgisiyle sahip çıkmıyor. Ve bu çocuktan nasıl kurtuluruz sorusu YİBO’yla cevap buluyor. Anne kucağından devlet ocağına geliyor Deniz. Gözlerindeki acıyı, yaşadıklarını silmek istercesine, sevgi hangi adresten gelirse gelsin koşuyor.
Hafta sonları evci izninde direkt eve gitmediğini, büyük erkeklerle buluştuğunu, hatta onlarda kaldığını anlatıyor oda arkadaşları. Ailesine bildiriliyor, ama kim uğraşacak ki Deniz için. Özel olarak konuştuğumuzda omzumuzda ağlayıp pişmanlık yaşları döküp utandığını söylese de, 24 saat açık aile ocağı olmadığımız için, yalancı sevgiler sunan, küçücük bedenine göz dikmiş kucaklara koşacağını içimiz sızlasa da biliyoruz. Elimizden hiçbir şey gelmese de itmek yerine kollarımızı açabiliyoruz sadece. Yine de bir ümit beliriyor içimizde. Bunlar geçici şeyler, ellerini bırakmazsak sevgimizi esirgemezsek zamanı geldiğinde görecek gerçeği diyerek umutlanıyoruz. Gözlerimizi kapatıp, onu mazisine inat kendi ayakları üzerinde durabilen tertemiz bir genç kız olarak hayal edebiliyoruz. Evet. İnanıyoruz, bunların hepsi geçecek…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.