- 1037 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
CİDDİ OLALIM BEYLER
“EKABİRLER BEZME GEÇ GELİR”. Zaman zaman çeşitli vesilelerle bu tabiri duymuşsunuzdur. Anlamı “Büyükler içki meclisine geç gelir” demektir. Basit bir örnekleme yapacak olursak as solistlerin sahneye en son çıkması gibi bir şey.
Çok eskilerde kalması gereken bu sözde görgü kuralı, çok sık olmasa dahi çağımızda hala geçerliliğini sürdürüyor. Yalnız tek farkla. Bu ekabirler eskiden bezme geç gelirlermiş. Şimdikiler yalnız bezmlere değil, konserlere de, tiyatrolara da, saati önceden belirlenmiş her türlü toplantıya dahi geç geliyorlar artık. Sanıyorum, sizin de başınıza gelmiştir. Bir konserin en sessiz ve en lirik bir anında bakarsınız salon girişinde bir gürültüdür kopar. Gelenler gene onlardır. Bu tür geç gelişleri adeta bir alışkanlık haline getirmiş olan bu malum zevat, önceden ve zamanında gelenlerin öfke dolu bakışlarına aldırmadan bir marifet yapıyormuşcasına yerlerine yönelirler. Onlara göre bu bilinçli geç kalış bulundukları konum itibariyle belki de bir yerine getirilmesi gereken ödevdir, kimbilir.
Hiç unutmam, 1960’lı yılların ortalarında Samsun Oda Tiyatrosu’nda görev yaptığımız sıralarda, bir oyunumuzun galasına davet ettiğimiz zamanın valisi geç kalmıştı. Bu kesinlikle bir mazeret nedeniyle elde olmayan bir geç kalış değildi. Kararı önceden verilmiş, kasti bir geç kalıştı. Malum kendileri şehrin en büyük mülkiye amiri idi. Yani bir anlamda EKABİR’di. Bekletilmeye hakkı vardı. Ama, hem kendisine hem de tiyatro sanatına saygısı olan bu görevli arkadaşımız, valimizi oynanmakta olan oyun salonuna almadı. Birtakım ikramlarda bulunarak saygı kuralları içerisinde kendisini bir perde boyunca fuayede alıkoydu.
Literatürümüzde bir de AĞIR OL, MOLLA DESİNLER diye bir tabir var. Buradaki ağırlıktan kast tabii ki çeker anlamında değil. Buradaki ağırlık CİDDİYET anlamına geliyor. İşte o bezme geç kalmakta ısrar eden EKABİRLER’lerle, MOLLA DESİNLER DİYE kendilerini ağırdan satanlar aynı tornadan çıkmış gibidirler. Bunlar, kalabalık mekanlara bir ekabir edasıyla geç gelişleriyle ve insanlara yukarıdan bakışlarıyla da dikkat çekerler. Bunlar, kendilerine bir mutlak teslimiyet içerisinde saygı gösterilmesinin gereğine inanmışlardır. Genelde hiç gülmeyen, herhangi bir espri karşısında bile vakarını elden bırakmayan bu malum kişiler, gülenleri de “KARI GİBİ NE GÜLÜYORSUN?” diye de hakir görürler. Sanki gülmek, sadece kadınlara özgü bir davranış biçimiymiş gibi. Birçoğu, gülmenin insana has bir duygu olduğunu çoktan unutmuşlardır. Bilirsiniz, sadece hayvanlar gülmezler. Yeri gelmişken ünlü komedi yazari MOLİERE’ nin bir sözünü de hemen hatırlatalım: İNSAN GÜLDÜĞÜ KADAR İNSANDIR.
Halbuki biz Nasrettin Hoca’nın torunlarıyız. Gülmeyi de, güldürmeyi de çok severiz. Sululukla sempatikliği sınırlayan o ince çizgiyi aşmadan yapılan bir esprinin kime ne zararı olur ki?
Her yere, her randevuya saatinde gitmenin zorunlu ve zamanın da çok değerli olduğu bu bilgi çağında, ekabir ve molla bozuntusu bu kişilerin davranışlarını bir ruhsal bozukluk olarak görmenin, kendi ruh sağlığımız açısından faydalı olduğuna inanıyorum. Lüzumsuz bir ciddiyet görüntüsü veren, suratsız olmayı ciddi olmakla karıştıranlar, sanırım sadece bezme değil, toplumsal gelişmelere de geç kalıyorlar.
Ne diyelim, Tanrı şifalarını versin.