ÖYKÜN SENDE KALSIN
ÖYKÜN SENDE KALSIN
Cezaevinin her şeyden mahrum eden; kısıtlayıcı havasından kurtulduğumun ilk günü, arkadaşlarım beni ona götürdü. Çok güzel sayılmasa da fena bir kadın değildi. Gerçek adını hiçbir zaman öğrenemedim. Kendisini bana Melahat diye tanıttı. Bende sürekli kısaca Meloş diye seslendim. Tabi kendisinden izin aldım. Onun için hiçbir şey fark etmediğini söyledi.
Zaman zaman ihtiyacım olduğunda onu bulup, ihtiyacımı gideriyordum. Her erkek gibi onu bu yola nelerin düşürdüğünü merak ediyordum. Fakat sormaktan da çekiniyordum. Onu incitmek bana acı veriyordu. Beraber olduğu insanı mutlu etmeyi çok iyi bilen bu kadın, sanki bu mesleğin kursunu görmüştü. Yoksa bana mı öyle geliyordu. Beni sevdiği için bana özel bir muamele mi çekiyordu. Hep merak etmişimdir. Yoksa kendisini sık sık özleterek, müşterisini kızıştırıyor muydu? Hala çözemedim. Çünkü oldukça ketum biri idi. Bir defasında “seni gibi bir kocam olsaydı bu yollara düşmezdim” dediğinde, bayağı sevinmiştim. Bir süre sonra ağzından tek bir kelime çıkmadı.
Meloş, çok ilginç bir kadındı. Bazen türbanlanır, kapanır daha da seksi olurdu. Takılırdım, tarikata mı girdin. Yoksa tövbe mi ettin. Bazen dobra dobra konuştuğu olduğu gibi bazen de deli dolu olurdu. İşte o zaman, “tövbe etsek kim bakacak bize” derdi. Ramazan da çalışıyor musun dediğimde. “Biz oruç tutalım, Ramazan pezevengi köşeyi dönsün değil mi? Doğrusu onu çözmekte zorluk çekiyordum. Bazen oturup içerdik. Çenesinin açılacağını iyi bir sohbet olacağını düşünürdüm. O içtikçe ağlardı. Burnunu çeke çeke ağlardı. İçkinin içine ettin dediğimde, “ne yapayım ben böyleyim” derdi.
Bir bayan arkadaşı daha vardı. Bir gün bu kadın kulağıma eğilerek “sakın beni isteme Meloş çok bozulur” Aklıma ben onun nikahlı kocası mıyım diyesin geldi. Diyemedim bu da Meloş’a özgü prensiplerden biriydi. Bir kızdığı ve öfkelendiği konu da, kendisi hakkında arkadaşından bilgi almaktı. Zaten arkadaşı bunu bildiğinden hiç yanaşmazdı. Kendisi de hiçbir şeyi merak etmeyen bir yanı vardı. Sanki kendisine Meraklı Melahat diyeceğimizden korkar gibiydi. Ya da beni merak etmeyin, ben de sizi merak etmeyeyim diye bir mesaj veriyordu.
Okumaması, kendini geliştirememesi onu çok zavallı yapıyordu. Birkaç defa kendisine kitap hediye ettim. İçin açıp bakmamış bile. Biz kitap okuyanlar kitabın açılıp okunduğunu veya göz gezdirildiğini bilen insanlarız. Belki de kitapta karşılaşacağı gerçekler onu korkutuyordu. Bir ara bu konuda söz ettiğimizde “okusaydık bu hale düşmezdik” dediğinde, arkadaşı kız olur mu, bu işi en çokta üniversiteliler yapıyor demez mi? Sonra devam etti. “artizleri görmüyon mu birbiriyle takas bile yapıyor” Nasıl gülmüştük.
Bir gün onu çok kötü bir şekilde buldum. Ağlaya ağlaya bir hal olmuş. Oysa içtiği zamanlarda ağlardı. İçki de içmemişti. Derdin nedir dedim. Çıt çıkmadı. Burnunu çeke çeke ağlamaya devam etti. Sesimi biraz yükselterek “ama böyle sorunlara bir çözüm bulamazsın, kendi kendini yersin” dedim. Durdu ağlamayı kesti. Yüzüme baktı gözleri ışıdı. Yardım alacağını anladı. “Söyle derdin nedir sana yardımcı olayım” dediğimde bana sarıldı.
“Benim iki tane oğlum var” demez mi? Aklıma hemen oğulları peşine düştü. Bir töre cinayeti görünüyor gibi geldi. Sonra anlatmaya devam etti. Ben önüme gelenle yatıp kalkıyorum. Ya bir gün oğlumla yatarsam. Haydaa! Hayrola bir rüya mı gördüm. Durup dururken bu aklına nereden geldi. Yoksa televizyonda böyle bir film mi? İzledin. Yok dedi aklıma geldi. Aklıma gelince başıma geleceğinden korktum. Sana nasıl yardımcı olabilirim dedim. Onları bulup tanımak istiyorum dedi.
Bir dedektif kesildim, günlerce aradım. En sonunda bir gece kondu da onları buldum. Annelerine ne kadar çok benziyorlar. Kendimi bir avukat olarak tanıtıp, yakındaki bir kahvehanede gençlerle görüştüm. Çocuklar yetişkin delikanlı olmuşlar. Biri lise son sınıfta okuyor, diğeri büyük olanı ortaokuldan terk. Bir miras paylaşımında ayni adı soyadı taşıdıklarını söyledim. Çocuklar oldukça şaşırmışlardı. Annelerinin onlar küçükken ölmüş. Babası başka bir kadınla evlenmiş. Günü birlik buldukları işlerde çalışıyormuş. Gençleri annelerine göstermek için bir iş teklifinde bulundum. Aradığım kişiler siz değilsiniz. Ama bir evrak düzenlememiz gerekiyor. Onu imza edeceksiniz. Büroma gelebilir misiniz dedim. Karşılığında bir günlük yevmiye alacaklarını söyledim.
Çocuklar çalıştığım büroya geldi. Meloş’u sekreterim diye tanıttım. Meloş çocukları görünce bir garip oldu. Çaktırmadan Meloş’a kızar gibi yapıyorum. Kızım sen bugün iyi misin? Git bize çay getir diyorum. Çay bahane, mutfakta kendine çeki düzen versin. Ağlasın gözünün yaşını silin vs. Çocuklar çayını içerken Meloş, onları tepeden tırnağa süzüyor. Çocuklar bu kadının kendilerine ne kadar benzediğinin farkındalar mı? Diye düşünüyorum.
Çocuklar çıktıktan sonra Meloş’ta bir ağıt, durdurabilene aşk olsun. Sonra rahatlamış bir şekilde. “İnsanın akrabaların tanıması gerekir. Yoksa kötü şeyler olabilir” Diyor. Bende aklına kötü şeyler getirme diyorum. Alıyorum ki; yaptığı şeyden hiçte hoşnut değil. Düşündükçe aklına kötü şeyler getiriyor. Fakat öyküsünü yine soramıyorum. İçimden öykün sende kalsın diyorum.
YORUMLAR
Hocam ilk kez bir yazınızı okuyorum ve zaman bulursam eski yazılarınızı da okuyacağım..
İnanılmaz bir şey, beni yanlış anlamayın drammı, mizahmı tam anlayamadım ama inanın koptum..
Yorumu yazarken dahi gülüyorum..Satır aralarında, diyaloglarda öyle espiriler var ki tam Amerikan tarzı, inanamıyorum..
Benim için günün yazısı..Sizi yürekten kutluyorum..
Saygılar..