- 809 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
Hâr-ı Bülbül
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Hâr-ı Bülbül
1747 ile 1828 tarihleri arasında (81 yıl) Azerbaycan’da dağınık lâkin tek milletli muhtelif hanlıklar mevcuttu...1828 Rus İstilası ile Azerbaycan (1918-1920 Memmed Emin Resulzade’nin kurduğu Azerbaycan Cumhuriyeti dönemini saymaz isek) 1991 yılına değin Rus müstemlekesinin dişlileri arasında tuz-buz edildi...1828 yılında istila neticesinde Karabağ,Gence,Guba,Nahcivan ve İrevan da dahil olmak üzere tamamiyle Türk Beylerinin başbuğluk yaptığı hanlıklarımız tarihin derinliklerine gark edildi...İşte bu istila öncesi devirlerde Karabağ’a hükmeden kudretli bir hükmedici İbrahim Hân varmış...Onun ise güzelliği yedi düvele nam salmış,ayyüzü ile gecelere nur haleleri açtıran Ağabegüm Ağa adında gonca güle benzeyen şâire bir kızı varmış...Bu kız günün birinde İran Hükümdarı Fetâli Şah’a gelin gitmiş. Şâh ise onu bölgenin en güzel ve nadide sarayı olan Tahran Sarayı’na Hanım etmiş...Hanım etse ne fayda Karabağ’ın maralı olan bu ahu gözlü dilber dünyamdaki tek cennetim dediği Karabağ için yanmış,kavrulmuş volkan gibi taşarak lavlar saçmış dört tarafına...Yürek yangınını dökmüş kelamlara:
Men âşıgem Garabağ,Gara salxım Garabağ,
Tehran cennete dönse,Yaddan çıkmaz Garabağ
Her devrin değişilmezi olan, fitne ve fesat turabına tohum ekenler hemen Şâh’a giderek,Ağabegüm’ün ikrar ettiği mısraları yetiştirmişler."Şâh’ım bu kız Tahran Sarayı’nda oturduğu halde buraları beğenmiyor aklı,fikri Karabağ’da..."Şâh karısı Ağabegüm’ü çağırıp sormuş:"Doğru mudur duyduklarım sen buraları beğenmiyor,Tahran cennete dönse ben Karabağ’ı unutmam diyormuşsun..." Ağabegüm ise yuvasının dağılmaması için Şâh’ın anlattıklarını kabul etmeyip,inkâr ederek:"Yok ben öyle söylemedim.Size anlatanlar söylediklerimi değiştirerek aktarmışlar.Esasında ben şu şekilde demiştim:
Men âşıgem Garabağ / Şeki,Şirvan Garabağ
Tehran cennete dönse / Yaddan çıxır Garabağ
Şâh duyduğu mısraları tebessüm ederek dinliyor lâkin Ağabegüm’ün yüzündeki sıkıntı ve hüzün dolu bakışlarıda dikkatinden kaçırmıyordu.Bu Karabağ aşkına,derin Karabağ hasretine saygı duysada,eşinin bu menfî ahvaline de çok üzülüyordu.Birgün Ağabegüm’ün hasretini azda olsa dindirebilirim umuduyla "Karabağ’a gidip beni terketmemek suretiyle arzu et,dile benden, ne istersen yerine getireceğim..."diye söyledi. "Ağabegüm ise Şâh’ım anlarım ki beni sevdiğinizden himmet eylemek istersiniz,lâkin benim arzu mu yerine getiremeyeceğiniz için söylemek istemiyorum..." demiş.Şâh ise çıkışarak şunları der:"O nasıl söz Ağabegüm sen ne istedinde ben yapmadım,sen ne söyledinde ben tersledim,ne istiyorsan söyle bana?.. "Öyle ise bana izin verin Şâh’ım baba evimden getirdiğim altınları mı ve mücevherleri mi satayım onları paraya çevireyim..." Şaşıran Şâh gözlerini dikleştirerek çıkışır:"Yahu beni şaşırtıyorsun,Dünyanın zenginliği emrinin altında zümrütler,altın kolyeler,her adımında ayaklarının altında altın yaldızlı halılar,üzerinde atlas libaslar,Tehran’ı gezip görmen için en nadide taylar..."
"Şâh’ım ben sizin sarayınızda yaşıyorum...Sizin mücevherleriniz benim Karabağ’dan getirdiklerimden daha değerlidir ancak baba evimden getirdiğim mücevherleri,altınları her gördüğümde Karabağ yadıma düşüyor izin verinde satayım şunları..."
Şâh biçâre bir vaziyette:"Alemler güzeli Ağabegüm’üm senin mücevherlerinin satışa çıktığını duyan Tehran ahalisi beni ayıplamaz mı?Bunları hiç düşünmüyor musun?..."der
"Endişe etmeyin..."diyen Ağabegüm devam eder:"Ben sizin itibarınıza,haysiyetinize hâlel getirmedim,bu vakitten sonrada getirmem.Bu satıştan kimsenin haberi olmayacak emin olun.Ancak şimdi siz bütün hazinelerinizi bana bahşettiğinizi tellallar aracılığı ile bütün halka duyurun,benim ise baba evimden getirdiğim mücevherleri ihtiyacım olmadığı halde, satmak istediğimi halka anlatmama izin verin, bende izah edeyim...Diyeyim ki bu mücevherlerin geliriyle koskoca bir bağ yaptırmak istiyorum.İçerisinde yalnızca benim sevdiğim ,istediğim çiçeklerin olduğu sadece benim ikamet edeceğim,çiçek derip huzur uykularına yatacağım bir bağ...Bunu duyan halkta kani olacak ve herhangi bir kovu ve gıybetin muhatabı etmeyecektir bizleri..."
Fetali Şâh karısının arzusunu kabul ederek hemen birgün sonra tellaları şehrin dört bir yanına yollayarak halka satışı bildirir.Halk içerisinden mücevherlere talip olanlar hemen ertesi gün saraya geldiler.Beğendikleri mücevherleri,altınları alarak paraları verdiler.Mücevherlerin tamamı satıldığı vakit Şâh memleketin her bir köşesinden bağbanları,bahçıvanları çağırttırdı.Ağabegüm ise gelen bağbanlara paranın tamamını vererek:"İşte para,işte ferman...Bana öyle bir bağ yapacaksınız ki şu Tehran’da Karabağ’da bütün çiçekler,otlar,ağaçlar,bitkiler burada yeşersin meyve versin..." emrini yineledi.
Bağçıvanlar vakiti ziyan etmeden işe başladılar.Karabağ’dan kervanlar aylarca Tehran’a toprak taşıdılar.Gence,Şuşa,Ağdam,Şeki,Şirvan adım adım karış karış gezerek,elvan elvan renk renk ne kadar çiçek,çimen,gül,ağaç varsa hepsini topladılar.Adına "VATAN BAĞI" denilen bağı tanzim ederek,çiçekleri,ağaçları bilcümle bütün bitkileri sıraya koydular.Bağın inşası tamamiyle bitince Ağabeğüm Ağa Han Karabağ’ın kokusunu,havasını alıp Tehran’a getiren bağbanların eserini gözleri kamaşarak seyre daldı,temaşa etti.Ancak bu "VATAN BAĞI"nda bir çiçeğin eksikliğini hemen fark ederek bağbanlara hiddetlendi."VATAN BAĞI" "Har-ı bülbül"süz olur mu?Nerede Har-ı bülbül..."dedi.Bağbanlar ne yapıp ne ettilerse Har-ı Bülbül’ü Karabağ dışında "VATAN BAĞI"ında yetiştiremediklerini boynu bükük bir halde izah ettiler.Bunu kabullenen Ağabegüm’ün birgün bağda gezerken gözüne bir bülbül ilişti.Karabağ’dan vatan toprağına hicret eden bu bülbül, Har-ı Bülbül’ü bu bağda bulamadığı için şakımıyormuş,ötmüyormuş.Bu hadisenin teessürüyle şâire sultan mırıldanmaya başlamış:
Vatan bağı al elvandı
Yox içinde xar-ı bülbül
Buda böyle bir devrandı
Sesin gelsin bari bülbül
Sizlerle burada paylaştığım bu har-ı bülbül hikayesinin tesiri Azerbaycan’da ki şairlere,romancılara,bilcümle edebiyatçılara ilham menbası olmuştur.Manzumelerde,nesirlerde ağlatan cümlelerin sebebi olmuştur.Ayrıca gözyaşları ile dillendirilen Karabağ ağıtlarında ise Har-ı Bülbül,işgal altındaki toprakların remzi olarak karşımıza çıkar.Bir şairin şu dizeleri bunu bize ispatlar niteliktedir:
Karabağ,Karabağ yüreğimde dağlar
Yolumu bağladılar HAR-I BÜLBÜL ağlar
Bülbül yavrusunu anımsatan biçimiyle Har-ı Bülbül adını alan bu çiçek esasında üç taç yapraklı bir güldür.Dört taç yaprak değilde niçin üç taç yapraklı olduğunu izah eden şöyle bir cümle vardır."Har-ı Bülbül çiçeğinin dördüncü taç yaprağını göğsüne saplanan ateş böceği yemiştir." Bir efsanede şu şekilde anlatılır:"Geçmiş zaman ki bitkiler ademoğlu gibi halleşir,konuşur,sevişip,aşık olurlarmış.Bülbülde bu dört taç yapraklı güle vurulmuş.Ona olan vurgunluğundan, ona olan aşkından türlü ezgilerle maşuğunun bağını şenlendirir zarif kelamlarla ihya edermiş.Bu gül ile bülbülün oynaşmalarını,sevişmelerini kıskanan birde ateş böceği varmış.Onları ayırmak için türlü hilelere başvurmuş.Bunu farkeden gül gün geçtikçe ateş böceğinden nefret duymaya başlamış.Birgün ateş böceği gülün nefretini bildiği için gülün sapından doğru tırmanarak bir taç yaprağını yemiş.Bu acıya dayanamayan gül için bülbül feryat,figan etmiş.Merhamet sahibi olmayan ateş böceği yaptıklarıyla yetinmek istememiş.Bülbülede zarar vermek için başını bülbülün bağrına saplamış.Yüreği parçalanan bülbülün figanına dayanamayan bağdaki diğer güller Rahman’a niyaza başlamış."Ey yüceler yücesi Allah’ım sen bunların canını al ki bülbül ile gül daha fazla acı çekmesinler.Yalnız onları birbirinden ayırma Yarabbi..." Bu niyaz kabul olmuş o gün bugündür Karabağ turabında gülle bülbül yüreklerinde bir har nişanesi ile gül suretinde açılıp saçılıp boy vermeye başlamışlar...
Bu anlatılanlar rivayetten öteye gitmeyecek efsaneler lakin acılara gark edilen, ana yurdumuzun nadide çiçeği Karabağ’ın azadlığı yakındır.Buna olan inancımız ebedidir...
Not:Yazımızın muhtelif kısımlarında Har-ı bülbül (xar-ı bülbül) olarak yazılmıştır.Azerbaycan Türkçesi’nde (X) harfi,gırtlaktan gelen H harfinin sesini verir.
SAYGILARIMLA
Ozan KORHAN