- 891 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
RESSAM İSMAİL/ARDAHAN ÖYKÜLERİ 123 (kitap)
Ramazan Tabya’yı tualine; karşısındaki fotoğraftan bakıp boyuyordu. İsmail yoğunlaşmış dikkatini fırçasından çekemiyordu. Garajda ki atölyesinde kompozisyona renkleri neyse o şekilde sürüyordu.
Ramazan Tabya’sı duvarın arkasındaydı... duvarı çekse birisi, tabya olduğu gibi İsmail ile yüz yüze kalacaktı.
Seksene yüz ebatlıydı pano. Bebek battaniyesinden az geniş biliniz. Ressam Tabelacı rahmetli Esat’ın kardeşidir. Aileden tevarüs eden istidat derim ben buna, yoksam yeteneğin dışında ne ile açıklayabilirsiniz?
Geçtim muhtar koltuğuna oturdum. İsmail farketsin istemedim. Yenimahalle Muhtarlığıyla ilgili kağıtlar masa üzerine serilmişti. Hiçbirine toklaşmadım. Nurettin Muhtar’da aynı ofisi kullanıyor. Burası Resim atölyesi hemi Yeni Mahalle Muhtarlığıydı.
Garajın tarihselliği şöyle bir aklımdan sinema şeriti diye tabir ederler. İşte... geçti... gitti.
Cimo Dayıgil çalışmıştı. Hamaşlı Cemal Emigil, Karabeygil, ilk servise çıkan Mersedesler,kurban kesip dualarla yola salınmıştı buradan.
" El et ola! İstanbul’a mı?"
" Yok üstü açık köye.."
" Galo köve de urğar mı?"
" Yakup Emi Deli Kemal’ı Susuz’a götür."
Deli Kemal, Nafo, Bacılık, Taktak, Cece; selamsız bandosu mübarekler sanki. Haklarına razı saf temiz bir bando... hep buradaydılar.
Nuri Emi gece nöbetçiliği yapmıştı. Geceler, gündüzler gene aynı keyfteler... kapı o kapı, baca o baca.
İsmail yanık sarı akrilik tüpü beyaz fayansa sıktı. Palet kullanmıyordu. Poşet üstüne boyayı sıkardı. "Sanatçı orijinal malzeme kullanmalı hocam." demişti.
" Sanat stil taşımalı. Her şeyiyle her an sanatçı tasarımıyla yenilikçidir."
" Ben eserlerimde kendimi tekrar ettikçe yaratıcılığım gelişemez. Malzememi dahi yenileştirmeye tabi tutmalıyım. Parmağımla sürerim boyayı, mesala..."
Rene Magritte bir resminde konuyu şöyle işlemişti: Çerçeve enine bir tualdir. Üstten denizin ufuk çizgisi göğü ve suları ayırıyor. Plajda kumlukta ressam üçayaklı şövalesine enli bir tual dikmiş aynı denizi boyuyor. Fakat denizin ufuk çizgisi ile kumlukta ressamın tablosunun ufuk çizgisi kaynaşmış. Aynı çizgi sulardan geliyor ve tabloda ressamın hattıyla kaynayıp eriyor. Canlı Deniz ve resimde ki deniz cem’de ha pür oluyor ha pırrrrrr!
İsmali’in yaptığı Ramazan Tabya’sı resmi de sanatçıyla tabya yüz yüze ama arada duvar var, kalksa duvar; aynı Rene Magrette’in sürrealist o denizin kırağında denizin ufuk hattıyla tablonun ufuk hattını birleştiren eseri gibi olurdu.
Poşetin üstünde bir resim görseli vardı. Kız ip atlıyor şeklindeydi. Kız resminin i mgesi, poşet üstünde, ama ip onun iki elinden çıktığı yerden çıkarak gerçek iple birleşiyordu. Poşeti tutanın elinde ipler gerçek iplerdi. Bunlar görme biçimleri olarak tüm sanatlarda kullanılır ilüzyonlardandı. Kökü ise: Yanılsama ve gerçek ilişkisidir.
Post- Modernizm’in gerçek ve sanallık meselesinden gelir.
İsmail’in duvarı İbn-i Arabi’nin duvarına aldı götürdü beni.
Bir duvara mükemmel manzara çizmiş ressamın biri, rakibiyle yarışmadalarmış, karşı duvara bir cila atmış onun manzarasının hamsını yansıtmış daha bütüncül ve arınık. İsmal’in Ramazan Tabya’sı arada duvar olmasına rağmen, önünde, ardında, hiç mi hiç derdinde değil mübarek, daha güzel olacak o zehaptayız.
Fidyas adında bir Yunan ressam tabloya mökkem bir üzüm çizmiş kapıya koymuşlar, kuşlar gelmiş çadıra çizili üzüm denlerini denlemişler.
İsmail’in resmi Ramazan Tabyasından daha güzel... daha gerçekçi olduğunu resim bittiğinde söyleyeceğim.
Tablonun zemini yanık sarıyla kapatıldı. O sarı hakim ışık ve egemen formdur. Mavi girse resme yeşillenir. Kırmızı sürseniz turunculanır. Işık zemini tonundan ayrılmaz. Şuna benzeterek söyleyelim. Manzaraya sarı gözlükle baktınız mı? Sarı, mavi camlısıyla baktınız mı? Mavi, görünür. Açık mavi ileyse açık. Koyu maviyle ise koyu tabi. İsmail’in tablosundaki Ramazan Tabya’sı böyle ilerliyordu. Ne güzel öğrenmişti, zemin yöntemini. Deneyerek bulmuş olabilir miydi? Resim sanatının tek öğretilecek bir yöntemi vardır. Bana kalırsa: Deneyerek uygulamak. Sanatın reçetesi; yeteneğin okulu olmaz. Aşık Veysel, Van Gogh, Kandinski bunlar okulunda mı öğrendiler?
Camın önüne gelen bir arı vızıltısıyla dikkatimizi dağıttı. Arıyı gayri ihtiyari başımla onun hareketleriyle takip ettim. Üçüncü bir kişi başımın arıyla senkronize kavis çizişini gülerek izlerdi. Büyülenmişçesine başımı çıkaramıyordum arının kavislerle çizdiği kuyudan. Arı durunca kuyudan alıverdim gözümü. Ani bir insiyakla karşımda asılmış ona, on beş santimlik bir çerçeveye gözüm ilişti. Arapça el yazısıyla yazılmış çizgi istifiyle. Kaya Timur vardı eskiden; nalburdu. Cam, çerçeve işi yapardı. Onun zanatkarları yapmıştılar. Altmışlar da... Ayetin Türkçeye çevrimi: " Allah bu alemden ganidir. "
Yakup Emi’nin Vabisi Kars’a tek çalışan burunlu otobüstü. Yeni açıldığından işyeri. Garajın sahipleri kurbanda keseceklerdi... nazar boncuğu astılar. Saraç Kiraz’dan almış, getirdiler. Mavi çizginin içinde sarı siyah ve beyaz bir taş nesneye sırlayıp püskülünü ve ufak boncuklarını ihmal etmemişlerdi. Antep işiydi. Kapıya at nalı çakmışlardı. Tam eşikten girince topuğunuzu kavrardı.
"İnsan düşününce, neler geçiriyor kafasından neler: Ayetin anlamını, tasavvufun açıklamalarına götürüyorum. Kant’ın transandantal felsefesi; buradan esinlenilmiş olmasın? Kant iki yüz yıllık... şunun şurasında."
Birisi şöyle düşünmüştür:
" Çok eski garajdır burası kimlerin kapıdan adım atıp girdiklerini, çıktıklarını görebiliyorduk. Ofis mi, atölye mi? Nasıl isim verirseniz verin! On beş yirmi kişi mezkur ayetin önünde ona bakmış ve söylemlerini serdetmiştiler: Sarışın bir Alman Teolog ise: Spinoza’nın mutlak cevherine, ne kadar benziyor." demişti.
Hangisi kronik olarak öncedir? Spinoza üç yüzyıl önce... oysa bu ayet daha evvelmiş.
İstanbullu "Gale" bir adam": "Hegel mutlak tin’in de: "Mutlak tin, evreni aşar" diyor. Mezkur ayette aynını söylüyor." diye düşündü. Çerçevelenmiş ayeti okurken.
Resmin ışık kroması ve tonu, zemine sürülen yanık sarının parlaklığı ve kesafetince belirleniyordu: Onu da arzedelim.
Öğlen sonrası yaz ışığı en parlak gam da her şey gece futbol sahasındaki parlaklığın keskin ışığı altında sanki. Yeşiller Ay-yıldız’ın ordan solgunken Kayabaşı’na gelince kırmızıyı gizlice içine almış ve çok şiddetli bir parlamadaydı. Hava atmosferinin Posaf’a uzanan dağların başına geldiği planda morlaşıyor ama beyazı çok katılmış sümbüllerin morundan daha açık mesafenin resimde ismi uçuk beyaz mor kalıyordu. Son plandır o sebepten, ressamlar mordan öte uzay demelerini ironik buluruzsa da Sokratik bu ironi komik ve vecizdir. Mecazı biz de çok severiz. Gerçekte mecaz gerçeğin şaka yollu söylenmesidir. Hele: "Ardahan İronizmiyse"
İsmail manzarayı çok güzel ifade etti. Kant’ın beğeni tavrı dediği güzellik yasasıyla beraber şunu anlattıydı resim: "Güzellik gördükçe görülür bilgiyle şartlı ve kayıtlıdır." Referans ise Mutlak Tin’dir bu kavram esastır.
Mevlana kullanmıştır, Aşık Şenlik de, Spinoza. Heidegger ise ’Dasein’ demiştir.
W. F. Hegel, Mutlak Tin olarak si mgelemiştir. Bizim Tasavvufta Fenomenolojik terimle mutlak güzellik manasına gelen "Hakkın cemali" derler.
Mutlak hakikat ise Heidegger’in dediği gibi zaman ve mevcutların ötesindedir.
Varlık vecahi bağlamlarıyla İsmail’in resmi, çizdiği modeli, zaman ve mekanlarıyla bütün evren ’mutlak alemin’ bir gölgesidir. Güneş ise ötelerin ötesinde: Mutlak Tin, Dasein, Cevher; Transdantal realite olaraktan daha ötededir.
İsmail Ardahan’ın bu manzarasını dominant ışığın gölgesinde rahatça resmediyordu.
Ay-Yıldız merkez figür olarak Kayabaşı’nın çenesi ve Yeni Mahalle’nin bir bölümü yaz ışığının en açık ve parlak tonuyla resmedilmiş, bitirilmişti.
Yalçıner Yılmaz
12-08-2012
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.