- 803 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
YAŞAMDA İZ BIRAKMAYA DAİR
İspanyol denizciler çizdikleri haritalar üzerine, sevdikleri kadınlar için aslında var olmayan adalar çizerlermiş. Gerçekte var olmasalar bile sevgiliye adanan bir adanın hayali çizgileri bile ne kadar anlamlıdır. Kristof Kolomb’un bir seferinde gemide su stoklarının azaldığı haberini almasıyla, haritaya bakarak en yakın görünen adadan su sağlamak için yardımcısını görevlendirmiştir. Yardımcısı gülerek, böyle bir adanın aslında var olduğunu sanmadığını, çünkü kullandıkları haritanın bir İspanyol denizci tarafından çizilmiş olabileceği ve bu adanın da sevgilisine adanmış bir ada olduğunu söyleyince gerçek ortaya çıkmıştır. Yaşam denen bu karmaşık maratonda adanmış bir şeylere sahip olmaktan öte, adanmış bir şeyler bırakabilmek, izler bırakabilmek ne kadar anlamlıdır.
Yaşamak; ister ebeveynlerimizin bize sundukları bir ödül, ister çile ve sınav süreci, isterse de rastlansallığın müthiş gelişimi olsun; bir gün çürümüş bir patates çuvalı gibi toprak içinde bir çukurda sonuçlanma gerçeğini her zaman kendi içerisinde taşımaktadır. Bu kaçınılmaz eşiğine yaklaştığını bilen insanlarla konuşma şansını bulabildiyseniz, onların kaç yaşında olursa olsun, yaşamın süresiyle ilgili serzenişlerini duymuşsunuzdur. Şairin dediği gibi her ölüm, biraz erkendir; sona yaklaşan insan için yaşam denen tozlu yol bu kadar mıdır; her şey bu kadar mı sürecektir; hiçbir şey anlaşılmamıştır. Hep bu belirsiz ve asla cevabı o an verilemeyecek sorularla hüzünlü ve sonsuz ayrılık gerçekleşir. Yaşamın akıl ve güzellik yönüyle kendisine çok cömert davranmış olan ve inanılmaz hayat dolu bir dostum "Abi, mezarlığın yanından ne zaman geçsem; hep onlar oradalar, orada kalacaklar; bense buradayım, hep burada kalacağım diye, düşünmeye çalışırım. Ama biliyorum ki kendimi kandırıyorum" dediğinde sahiden diye düşünmüştüm. Zaman zaman büyüklerimizin mezarlarına gittiğimde ben de aynı düşündüğümü düşündüm. Ama onlar oralı değildi hep, ben de hep buralı olamayacağım.
Her ne kadar da ebedi gerçek ve yüzü çok soğuk olsa da, yazımın konusu ölüm değildir, aksine yaşamaya, onu anlamlandırmaya ve iz bırakmaya dairdir. Yaşam nasıl anlamlı kılınır ve nasıl iz bırakılırın cevabını birçok klişe cevapla, çok geniş cümlelerle açıklanabilir. Örneğin; çalışkan bir bilim adamıyla başlayabiliriz. Onun işi ne kadar kolay diye düşünebiliriz. Yaşam ona cömert davranmıştır. Akıllı, çalışkan, birikimlidir bilim adamı, önümüze ufuklar açar, şapkadan tavşan çıkarır gibidir. Zaten şapkası doludur, aklına geldikçe bir şeyler çıkarmaktadır ve izler bırakmaktadır. Bir ressam için, o yetenek doğuştandır, aklına geldikçe çizer ve eserler ortaya çıkar, iz bırakır yaşama. Biz müzisyen içinde durum paraleledir, ol denmiştir, olmuştur, başlamıştır kişi şakır şakır söylemeye ve çalmaya, iz bırakmaya. Bu taraftan çok kolay ve kalıtsallıkla açıklananlar, gerçeğin ne kadarını yansıtır bilmeyiz. İz bırakan bir eserin gizlediği birikimi, emeği, işgücü ve beklentilerini hiç düşünmeyiz. Bu kadarını da belki anlamlı bulabiliriz, onların iz bırakmaya hakları ve gerekçeleri vardır diye düşünürüz. Sanki hep onlar iz bırakmaya memur edilmişlerdir. Peki diğerleri bu yaşamda ha var, ha yok mudurlar. Yaşam panosunun hep gerisinde gri bir sulietler, belirsiz gölgeler olarak mı kalmalıdırlar ? Bu soruları çoğaltabiliriz. İz bırakanlar ve bırakmayanlar üzerine.
Yaşam, kalıtsal getirilerle desteklenen bir yolda, hemen herkese eşit davranmaya çalışır. Yönelme ve standardı belli oranda çevresel faktörler (yaşanılan yer, toplum, eğitim vb.) tayin etse de, kesin sınırlayıcı, belirleyici değildirler. Bunun anlamı bireyin kendi elinde de çok şey bulunduğu anlamındadır. İz bırakmayı da bu paralellikte değerlendirebiliriz. Yaşamda iz bırakanlar, bu özellikleri yönüyle bizlerden çok önemli bir farklılık sergilemez. Farklılığı oluşturan, bizlerden farklı olmalarını sağlayan yükselmeleri için gösterdikleri çabalar oluşturmaktadır. Ofisimin yer aldığı müzik öğretmenliği bölümü öğrencilerinin yaz kış sabahlara dek çalışmaları, kalıtsal becerilerin çalışma ve tecrübe ile taçlandırılmasını zorunluluğuna işaret etmektedir. Aynı şekilde resim bölümü, güzel sanatlar fakültesi öğrencilerinin uzun soluklu çabaları aynı öngörü içinde değerlendirilebilir. O halde bırakılan her küçücük izin ardında çok büyük bir birikim, emek, sabır vb. bulunmaktadır. Emeksiz, anlamsız kolay izler; karda bırakılan izler gibi ömürsüzdür. O nedenle izler kalıcı olmalıdır.
Bütün bunları kabul ederek geldiğimizi varsayarak, örneklediğimiz insanlar dışında kalanların durumlarını sorgulayalım. Yaşamda tekdüze bir role sahip, genel çizgiler içinde bir yaşam süren çoğunluk için iz bırakmak, pekte olası olmayan bir hayal mıdır?. Hayal değildir. Çünkü yaşamda gri fonların sessiz sulietleri olan çoğunluğun yaşama yönelik katkıları, işçi arıların kovandaki etkileri kadardır. İz bırakmaları ise namuslu olmak, dürüst olmak ve bu erdemleri hep sürdürerek, toplumun içebileceği bir çeşmeye dönüştürmekle gerçekleşebilmektedir. Örneğin Mevlana, Yunus Emre; salt kendi insanımızda değil tüm dünya insanlarını kalplerinde inanılmaz izler taşımaktadırlar. Nene Hatun, Kara Fatma, Gazi Emir, Taptuk Emre, İncili Çavuş, Nasrettin Hoca bu çok uzun listede ilk akla gelenler. Yalanın, kandırmanın, hilenin hükümranlığını sürdürdüğü günümüzde dürüst olmak, namuslu olmak ne kadar önemli ve gereklidir. Ancak bu erdemlere sahip olup, bunları sürdürebilmek çok zorda olsa da toplumun gönlünde İspanyol haritacıların hayali adaları gibi anlamlı izler bırakmanın temelini oluşturmaktadır. Biliyoruz ki, günümüzde basım işlerinin kolaylığı nedeniyle bir çok harita var; denizler, okyanuslar ise herkes için çizilebilecek onlarca adaların yerleşebileceği kadar geniştir.