- 561 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
Yiten Hayatlar
Muş merkeze, kırk beş kilometre uzaklıktaki Haralı köyü. On bir yaşındaki Meryem elindeki kireç taşıyla yer yer samanları çıkmış ahırın kerpiç duvarına harfler yazıyordu. Öğrencileriyse bir kütüğün üzerine oturmuş köyün dört beş yaşlarındaki minik çocuklarıydı. Meryem, bir yandan yüzüne düşen kıvırcık, kızıl renkteki saçlarını topluyor, bir yandan da minik çillerle kaplı yüzünü güneşten kaçırmaya çalışıyordu. Okullar kapandıktan sonra nerdeyse her gün çocukları buraya topluyor ve en büyük hayali olan öğretmenliği şimdi burada kendince yapmaya çalışıyordu. Aslında, sadece kendisinin değil köydeki bütün kızların hayaliydi bu. Yani köylerinin tek bayan öğretmeni Edibe Hanım gibi olabilmek. Çünkü köyde, en çok saygı gören insan oydu. En güzel giyinen, en güzel konuşan ve en güzel kokan da yine o. Hiç kimseden korkmazdı. Köyün erkeklerine bile kafa tutardı.
“Haydi şimdi siz de benim dediğimi tekrarlayın” dedi Meryem çocuklara.
“A…B…C…D…” Köyün minik çocukları da Meryem’in dediklerini tekrar ediyorlardı. İşte tam bu sırada çocuklardan bir tanesi panik halinde:
“Kaçın deli Bekir geliyor” diye bağırdı. Çocuklar ve Meryem büyük bir korkuyla evlerine doğru kaçmaya başladılar. Deli Bekir; bu köyde yaşayan otuz beş yaşlarına yakın birisiydi. Küçükken geçirdiği bir rahatsızlıktan dolayı akli dengesini yarı buçuk kaybetmişti. Bazen bağıra bağıra insanların üzerine koşar, bazen evlerin camlarına taş atardı. Bu köyde ondan en çok da Meryem korkardı. Bir keresinde deli Bekir, okuldan dönen Meryem’in üzerine koşmuş, evine kadar bağıra çağıra kovalamıştı. Meryem, olaydan sonra günlerce rüyalarında karabasanlar görmüştü.
Çocuklar saatler sonra yeniden dışarı çıkıp, oyunlar oynamaya başlamışlardı. Köyün erkekleri de, meydandaki kahvede toplanmış laflıyorlardı. Bu sırada köyün üst kısmından, arka arkaya silah sesleri duyuldu. Köylüler birkaç saniye süren şaşkınlıktan sonra, silah seslerinin nedenini anlamışlardı. Rüstem’in karısı gene bir erkek çocuk doğurmuştu. Rüstem de silahını işte bu sevinçten dolayı arka arkaya ateşlemişti.
Rüstem’in hemen altındaki evde Satı kadın, kızgınlıkla kırk beşine değmiş oğlu Selman’la konuşuyordu.
“Duydun demi silah seslerini. Bak herkesin avradı üç beş çocuğa karıştı. Senin bu Hasibe denen avrat hala kuru dal gibi kendine hayrı yok. Üç sene oldu..Üç sene.. Bırak; bu gene kalsın elimizde. Evin işine gücüne koşsun. Sana da bir körpe alalımda zürriyetimiz kurumasın.”
Selman, sıkıntıyla anasını dinliyordu. İlk karısı yıllar önce ölmüş, ondan bir tane kız bebesi kalmıştı geriye. Yani şimdi on bir yaşında olan Meryem. Hasibey’ se ikinci karısıydı. Bir sürü başlık vermişti onu almak için. Ama o da döl tutmamıştı üç sene içinde. Derin bir iç çekip anasına sertçe baktı:
“Ana iyi diyon da benim yeni karıya verecek başlık param mı var?”
Satı kadın oğlunun gözlerine sinsice bakıp,
“Lan oğlum bu işler hep parayla mı? Hiç mi adet, töre bilmezsin sen? Bak ne diyecem, şu bizim Bekir’in, hani şu deli Bekir’in kız kardeşi var, adı Gülizar. Her hal on iki yaşında. Yani hemen döl alır senden. İşte onu sana alalım.”
Selman’ın gözleri birden parladı. O kızı iyi biliyordu. Çünkü hep kendi kızı Meryem le oyun oynamaya gelirdi. Anasının bu teklifi nedense çok hoşuna gitti. Ama birkaç saniye sonra gözlerinde bir umutsuzluk belirdi. O tazeye dünyanın parasını isterlerdi. Anasına tersçe bakıp konuşmaya başladı;
“Ana sen iyi diyon, hoş diyon da o kızı alacak para mı var bende? Gökten mi yağacak yoksa o para”
Satı kadın, Selman’ın bu sözlerine iyice kızmıştı.
“Lan Oğlum, senin paran yoksa kızında mı yok?” diye çıkıştı.
Selman salaklaşmış bir halde annesine bakıp,
“Ne demek kızında mı yok?” diye sordu şaşkınca.
“Gel” dedi Satı kadın, Selman’a. “Gel hele şöyle dibime” Selman afallamış şekilde anasının yanına iyice sokuldu. Satı kadın sessizce konuşmaya başladı.
“Ben daha yeni işittim. Bu deli Bekir’e kız arıyorlarmış… Şimdi ne demek istediğimi anladın mı?”
Selman biraz geri çekilerek anasının gözlerinin içine bakıp:
“Yani?” diye sordu. Aslında aklından bir şeyler geçmemiş değildi. Ama emin olmak için anasının ne diyeceğini bekledi.
Satı kadın hafif keyiflenerek konuşmasına devam etti:
“Yanisi, manisi şu, senin Meryem’i Bekir’e, Gülizar’ı da sana yapacağız.
Selman’ın kafası karışmıştı. Meryem daha küçüktü? Bekir de pek akıllı bir sap değildi. Birden Gülizar’ı düşündü. İçi bir hoş oldu. O an Meryem’in küçük olmadığına karar verdi. Köyde birçok kız hep bu yaşta kocaya gitmişti. Hem deli Bekir o kadar da deli sayılmazdı. Anasının yüzüne hafif sırıtarak baktı.
“Tamam ana. Sen hemen onlara bir çıtlat. Bu işi daha fazla uzatmayalım.”
Üç gün sonra analığı olan Hasibe, Meryem’i usulca odasına çekti.
“Kız Meryem sana bir şey diyeceğim” Ve Hasibe, Meryem’e olacakları bir bir anlatmaya başladı. Meryem duydukları karşısında kıpkırmızı oluyor, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Bu gerçek miydi, kabus muydu? Anlayamıyordu. Titreyen elleriyle analığına sarılıp yalvarmaya başladı:
“Hasibe ana yalvarırım beni kurtar, yalvarırım beni o deliye bırakma. Yalvarırım sana yalvarırım…”
Hasibe çaresizlik içinde Küçük Meryem’e sarılmış için için gözyaşı döküyordu. Ve biliyordu ki gözyaşları bu törenin üzerinde değildi.
Meryem bir hafta boyunca sabahlara kadar hep ağladı. Deli Bekir’in korkusundan geceleri yatağını da ıslatmaya başladı. Sürekli kusuyordu artık. Hala inanamıyordu bu olanlara. Oysa o öğretmen olacaktı. Tıpkı Edibe öğretmeni gibi. Onun gibi güzel konuşacaktı, güzel giyinecekti. O, tıpkı öğretmeni gibi herkese sevgisini verecekti.
Hasibe, birkaç gün sonra Meryem’in çeyiz sandığını hazırlamaya başladı. En son koyduğu iki şeyse, Meryem’in daha düne kadar oynadığı eski bir bez bebek ve yazı yazdığı bir parça kireç taşı.
Üç gün sonra köyde düğün davulları çalmaya başladı. Yenildi, içildi, eğlenildi. Geceye doğru Deli Bekir gerdek odasında en şehvetli duygularla Meryem’ in soyunmasını bekliyordu. Meryem üzerinde gelinlik, korkudan olduğu yerde tir tir titiriyordu. En sonunda Deli Bekir daha fazla dayanamadı. Meryem’e gelip sertçe bir tokat attı. Ve üzerindekileri zorla çıkarmaya başladı.
Birkaç saat sonra Meryem’in öğretmenlik hayalleri birkaç damla kanla kaplandı.
O geceden sonra Meryem ömür boyu kendinden hep iğrendi.
YORUMLAR
Mustafa Bey, Türkiye de kadınların durumu çok yerde böyle. Doğu ya da hiç fark etmiyor. Ezilen her zaman kadın oluyor. Eğitim eşitsizliği kadınları bu duruma düşürüyor.
Ben bu olaylara bitti gözüyle bakamıyorum. Yakında bitecek gibi de değil. Kim bitirecek o da belli değil. Yazınız beni tuhaf yaptı.
Salak gibiyim. Ne yazdığımı bile bilmiyorum. Allah çaresizlerin yardımcısı olsun. Nefsine uyan azgın adamları da islah etsin.
Sevgilerimle...
örümcek bağlamış beyinler temizlenmiyorki......töre adı altında kişisel yaşamlar tek yönlü.....vahşi coğrafyanın ehlileşmemiş yaşamları....tek yönlü....tek taraflı....bu güzel yazıda ...asıl suçlu selmanın anası değilmi......kadın kadının düşmanı....tebrikler sevgili sakarya....gerçekleri dillendirmişsin....saygılar
Bu öykünüzü okumuştum, yanılmıyorsam? Her okuduğumda aynı acı çörekleniyor, yüreğime. Milyon kere de yazılsa değişmeyecek bir yazgı...Ve dürüstçe söylemem gerekirse; erkeklerin şehvet duyguları üzerine kurgulanmış böyle bir kaderi kabul etmiyorum / edemiyorum. Nasıl bir duygudur ki; iğne ve çuvaldızı bile silebiliyor...Kader, tamam. Yazgı, eyvallah. Çaresizlik, eğitimsizlik ve biz Batı yörelilerin adamsendeciliği...Kabul edilir gibi değil. Ne var ki; yazınızı okuduk. Ah-vah dedik. Ne olacak? Yorumu gönderip çıkacağız sayfadan. Kendi kızımıza bakıp, şükür diyeceğiz. Bir başka yazıya geçeceğiz. Hepsi o kadar...Yanlış, yaşanmaya devam edecek...
Nermin "çok konuştum " mu demişti?...:-))) Saygılarımla usta kalem...
Bu konu, iyileşemeyen bir yaranın kangren olmuş halidir. Ükemde, özellikle kız çocukları okumalı. Onlar bir mneslek sahibi olmalı. Kız çocuğu geleceğin anası, öğretmeni, avukatı, doktoru olmalı. Her ne olursa olsun ayakları üzerinde durmalı. Bir erkeğin, bir eşyası ve malı gibi olmamalı. Hikayeniz beni çok etkiledi. Yine çok konuştum. :))))) Güzeldi. Tebrik ederim.