- 1633 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
DOST YÜZLÜ YALANCILAR KAPIMDA!
DERVİŞ YUNUS
“Hocam!” derdin. “Kader değirmeninde öğütülen neden hep ben oluyorum?..Feleğin çarkı sadece benim için mi dönüyor?..”
Haklıydın!..Kimilerine bakıp gülen felek seni öğütüyor,un ufak ediyordu...Çarkın dişlileri arasında sonu gelmeyen dönüşlere mahkum olur,sürgit yıkılmalar yaşıyordun.
Ruhunun gözeneklerinden “dürüstlük” akar dururdu…Kahve gözlerinin çağlayanına yalan hiçbir damla bile yaklaşamazdı…Yunus olma yolunun dürüstlükten geçtiğini gayet iyi bilir,adımlarını bu uğurda atardın;Ahmet Yesevî gerçeğini diyâr diyâr gezdiğin memleketlerde dervişâne anlatırdın... Doğruydu;görevin anlatmak;çayıra bayıra,gökteki kuştan yerdeki karıncaya dek her türlü canlıya gerçeğin ışıltılı yüzünü göstermekti;ancak selam dahi vermeden uçan kuşu yakalayabilmek senin için ne kadar da zordu!..Karıncalar seni gördüğü an yön değiştirir,kanaryalar bulunduğun mekanın ters istikametinde bir uçuş tuttururdu…Sadece baykuşlar kalırdı sana bakıp göstermelik bir ah vah çeken!... Oysa,içleri sevinçten “Çarşamba” pazarına dönerdi…Ve orada,o olmayası kalplerinde neler bulunmazdı ki!Yalanlar bedavaya verilir,hile türleri kelepir fiyatına satılırdı…
Aşık Veysel hakikatini dilinden düşürmeyen sen,karşında yalanbazlar bulurdun…Dokuzuncu köyden de kovulur,onuncu köyde duraklayıp etrafına şöyle bir bakardın;“Çamı bitmiş,kavağı azalmış” “Dürüstlük” köyünün yerinde yeller estiğini,“Ocaklarının sönmüş,kazanlarının devrilmiş” olduğunu görürdün…Bir baykuş tünerdi harabe bir evin yarısı yanmış tahtasına,felâket tellalı gibi öter dururdu… Ve bir kor tutuşurdu cayır cayır yanan yüreğinin Yunus köşelerinde…Sen tutuşurdun!.. Elinde tuttuğun sevginin olimpiyat meş’alesi asıl seni yakardı…
“İnadım inat” deyişin en sevdiğim özelliğindi.Kötü hiçbir davranışta ısrar etmezdin;iyiye ve güzele;yani nurlu güneşlere yürüme yolunda hep inat ederdin…Şahsiyetinin en çok bu yanını sevdim… Belki bu inatlar sana çok pahalıya patlatılırdı;ancak böylesi güzel ayak diremeleri sende gördüğüm zaman Osman Paşaların “Plevne”leri teslim etmeyişinin sebebini daha iyi anlardım…Senin yolunda yürüyenler de inatçıydı!..Kırılma pahasına bile olsa eğilme bilmezlerdi…
Sen de eğilmezdin!..En şiddetli fırtınalara karşı göğsünü gerer,başını dimdik tutardın… Yıkılmamak için olağanüstü direniş gösterir, tek başına bırakıldığın hayatın koyu karanlık denizlerinde boğulup gitmemek için var gücünle küreklere asılırdın…Ve bir şiir dudaklarını sarardı kuvvetli pazularınla asılırken küreklere:
Çıktım erik dalına
Anda yedim üzümü
...
Uzun günlerin ardından kollarından vücuduna yayılan bir güç kesilmesiyle kıyıya atardın ayağını.Dengede zar zor dururdun…Denizlerden gelen acayip yaratığı incelemeye başlayan insanlar sen ayak oynatır oynatmaz çekirge görmüş ekin gibi yana yöreye kaçışırdı ve birbirine sorup dururlardı:Erik dalında üzümün işi ne?...Bu ahiret sorusu
karşısında terler,el ve dudak hareketleriyle “ne bileyim ben!” işâreti yaparlardı...Meydan yine sana kalırdı ya!..Yıkıla yıkıla yürürdün, dizlerinin bağı çözülünce kumların üzerine abanırdın…Pes etmiş bir görüntü sergilerdi kumlara uzanışın…
Fakat ben bilirdim ki sen pes etmezdin!..Hem öyle kutsal bir davanın adamı olacaktın,hem de yalan dünyanın hilekâr insanlarına teslim olacaktın!Olmazdı öyle şey!..Bahçeyi güllerle donatmak var iken,dikenlere bırakmak olur muydu hiç?!..Sefiller daha sefil,zalimler daha zalim olmayacak mıydı?..Sen ki zalimlerin pençesinden ezilenleri “gönül” silahıyla almak için nefes alıyordun,damarlarındaki kan işte bunun için akıp duruyordu!.. “Teslim olmak” fiili –geçmişinin sayfalarını araştırmama rağmen- beyninin en ücra köşesinde bile mevcut değildi…
Sereserpe uzandığın kumlarda günler süren açlık ve bitkinliğini umursamaz bir edayla ayağa kalkar,küçük bir silkinişle ıslak elbiselerine yapışan kumları silkeler ve senden kaçanlara ulaşabilmek için yere sağlam basmaya çalışıp yürürdün...
Mevlana’nın “Ne olursan ol,yine gel!” çizgisinin şaşırma bilmez takipçisiydin;bu uğurda tökezlesen de düşsen de hayranlık uyandıran bir inatla şimşek olur çakar,sel olur akardın…Yürürdün ya,ah ki gölgeler!... Döner tekmeler ve sallanan demir yumruklarla şahane bir devriliş sergiler,yere bir seksen uzatılırdın…Ağzının sağ köşesinden kırmızı çizgiler çenene doğru bir yolculuğa başlar,sağ kaşının ortasından akışkan bir sıvı fışkırır damlardı…
Gölgeler!..Gittiğin yere giden,hayatının hiçbir köşesinde sana rahat yüzü göstermeyen gölgeler!.. Çoğunun damarlarında eğrilik kanı dolaşırdı…Hile ve düzenbazlıklar onların besin kaynağı idi… Dedikodu ile,kin ile yaşam sürerlerdi;üç kuruşluk dünyanın beş kuruşluk adamları olduklarını her hâliyle ne de güzel gösterirlerdi!..Bunların içerisinde ne hercai menekşeler vardı ki aşkı uğruna ölümü bile göze alacağını düşündüğü sevgilisini paraya tercih ederdi… “Para”,etrafını kuşatan gölgelerinin büyülü varlığıydı; “menfaat” uğruna insanlar sevgiyi zifiri karanlık zindanlara hapsederdi…Gölgelerinin çıkarcılığı yüreğini parçalardı…
Yunus gibi olmak varlığının en temel direğiydi…Direk yıkılırsa hayatın yıkılırdı…Eğri hiçbir odunu şeyhinin dergahına götürmediğin gibi eğri kişiliklerden de nefret ederdin.Ancak,kendini yalan dünyanın yalancı hediyeleriyle avutan insanlar sana diş bilerdi,bir dirhem suda boğarlardı seni…Çiğ süt emmişlerden her nankörlük beklenirdi.Yüzünde güller açtığını düşündüğün kişinin içinde ne tür yedi başlı ejderha beslenirdi!..Ah o içinde binbir dümen çevirme arzusu yanan mahluklar!..
Üstelik sen ve senin gibileri öyle bir eleştirme şekilleri vardı ki,senin yerinde kim olsa çoktan yerin dibine boylardı.Aslı astarı olmayan söylentiler ve kahreden iftiralar,dedikodular...Yunusluğunu burada da mükemmel gösterirdin; tenkitlere kendini alıştırıp söylentileri kulak arkası yapardın…Seni asıl üzen,onların seni dinlememeleriydi…Senin için dünyanın hazinelerine bedel olan sevgi sözcükleri, onlar için saçmalamaktan ibaretti...Boşuna çene yorduğunu anlayınca ruhunun sesini çıkınına alır ve ya dağa ormana bir gidiş tuttururdun...
Ve çıplak ayakların!..Dağ bayır tırmanan,yamaç inip ovalar tüketen çıplak ayakların!..Dikenler toza dumana bulanmış bembeyaz ayaklarının derisini yırtar,kanatırdı...Varmak istediğin vahaya çöllerden geçilirdi,her taraf buram buram kaktüs kokardı...
“Of!” çekerdin.
Adem ERDEM
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.