- 28502 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
İKİZ YASALAR NEDİR ,HANGİ TEHLİKELERİ GETİRİYOR ÜLKEMİZE
İSTANBUL BAROSU YÖNETİM KURULU’NUN
KAMUOYUNA DUYURUSU
Tarih : 13 / 06 / 2003
İstanbul Barosu Yönetim Kurulu’nun
T.B.M.M.’nin 04/06/2003 tarihli oturumda kabul
edilen ve Sayın Cumhurbaşkanının onayına sunulan
4867 ve 4868 no.lu Yasalar hakkındaki 13.06.2003 tarihli yazılı açıklamasıdır.
04/06/2003 tarihli oturumda T.B.M.M.’de 4867 ve 4868 no.lu iki yasa kabul edilmiş ve Sayın Cumhurbaşkanının onayına sunulmuştur.
İçtüzüğün 52. maddesi uyarınca öncelikle görüşülerek yangından mal kaçırılırcasına çıkartılan bu yasaları, aşağıda belirttiğimiz nedenlerle Türkiye’nin menfaatlerine uygun olmadığını saptıyoruz.
Bundan 37 yıl önce 1966 yılında kabul edilen ve 1976 yılında yürürlüğe giren bu sözleşmeler, daha önce de Türkiye’nin önüne konulmuş, ancak ulus devlete yönelik tehditler oluşturacağı düşüncesiyle onaylanmamıştır.
Her iki sözleşmenin 1. maddesi kelimesi kelimesine aynı olup aynen;
1. Bütün halklar kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptir. Bu hak vasıtasıyla halklar kendi siyasal statülerini serbestçe tayin edebilir ve ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelerini serbestçe sürdürebilirler.
2. Bütün halklar, ........, doğal kaynakları ve zenginlikleri üzerinde kendi yararına serbestçe tasarrufta bulunabilir. Bir halk sahip olduğu maddi kaynaklardan hiçbir koşulda yoksun bırakılamaz.
3. ...... bu sözleşmeye taraf bütün devletler, kendi kaderini tayin hakkının gerçekleştirilmesi için çaba gösterir ve Birleşmiş Milletler şartının hükümlerine uygun olarak bu hakka saygı gösterir. denmektedir.
İkiz sözleşmeler olarak anılan bu sözleşmelerin bu maddeleri ÇEKİNCESİZ kabul edilmiştir.
Sözleşmelerin 2. maddeleri ile de devlet bu hakları güvence altına alır. Bu haklara saygı göstermeyi taahhüt eder.
Devletin saygı göstermeyi taahhüt ettiği bu maddelerde "ayrılmayı" da kapsayacak şekilde "kendi kaderini tayin hakkı tanınan" "uluslar" değil, "halklar"dır. Böylece, ülke bütünlüğünü tehdit eden eylemler "uluslararası güvenceye" kavuşturulmuştur.
Her iki sözleşmenin 1. maddesinin 2.bendine göre de Türkiye halklara göre ekonomik parçalara bölünecektir.
Burada söz konusu olan sıradan bir yasama faaliyeti değildir. Anayasa’nın 90. maddesi karşısında, TBMM kararıyla onaylanan bu sözleşmelerin "Türk kanunlarını değiştirici" özellikleri olacak, "iç hukukun bir parçası" kabul edilecek ve diğer yasalardan farklı olarak "Anayasa’ya aykırılıktan dahi ileri sürülemeyecek"tir.
Nitekim, onaylanan bu sözleşmelerin 2. maddesine göre; "Sözleşmede tanınan hakları kendi mevzuatında veya uygulamasında henüz tanımamış olup da bu sözleşmeye taraf olan devletler, kendi anayasal usullerine ve sözleşmenin hükümlerine uygun olarak, sözleşmede tanınan hakları uygulamaya geçirmek için gerekli olan tedbirleri ve diğer önlemleri almayı taahhüt ederler".
Üstelik, bu sözleşmeleri onaylayan TBMM’nin daha sonra bu sözleşmelerin içeriğini değiştirme olanağı da yoktur.
Ayrıca, Anayasanın 15. maddesinde; savaş, seferberlik, sıkıyönetim gibi olağanüstü hallerde dahi bu sözleşmelerde yer alan "hakların" kısıtlanamayacağı öngörülmüştür.
Bu sözleşmelerde yer alan ortak hükümle, BM bünyesinde oluşturulacak komisyon ve komiteler, Türkiye’de denetim yapma ve iç işlerimize doğrudan müdahale etme olanağına kavuşuyorlar.
Özetle, onaylanan "İkiz Sözleşmeler", ulus devletimizi ve egemenliğimizi tehdit eden yasalardır.
Bu yasalarla anılan sözleşmelerin uygulanmasının bağlayıcılık kazanmasının önlenmesi konusunda Sayın Cumhurbaşkanımızın gerekli duyarlılığı göstereceğine inanıyoruz.
İSTANBUL BAROSU BAŞKANLIĞI
*******************
TBMM resmi sitesinde 4867 sayılı kanun aynen şöyle yer almaktadır.
EKONOMİK, SOSYAL VE KÜLTÜREL HAKLARA İLİŞKİN
ULUSLARARASI SÖZLEŞMENİN ONAYLANMASININ
UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN
Kanun No. 4867
Kabul Tarihi : 4.6.2003
MADDE 1. - Birleşmiş Milletler tarafından 16 Aralık 1966 tarihinde imzaya açılan ve Türkiye Cumhuriyeti adına 15 Ağustos 2000 tarihinde New York’ta imzalanan “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme”nin, beyanlar ve çekince ile onaylanması uygun bulunmuştur.
MADDE 2. - Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
MADDE 3. - Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
NOT: SÖZLEŞME METNİ FİLME ALINDIĞI İÇİN EKTE YER ALMAMAKTADIR.
Kaynak : TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
Diğer yasa da şu şekilde yer alıyor.
MEDENÎ VE SİYASÎ HAKLARA İLİŞKİN ULUSLARARASI
SÖZLEŞMENİN ONAYLANMASININ UYGUN
BULUNDUĞUNA DAİR KANUN
Kanun No. 4868
Kabul Tarihi : 4.6.2003
MADDE 1. - Birleşmiş Milletler tarafından 16 Aralık 1966 tarihinde imzaya açılan ve Türkiye Cumhuriyeti adına 15 Ağustos 2000 tarihinde New York’ta imzalanan “Medenî ve Siyasî Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme”nin, beyanlar ve çekince ile onaylanması uygun bulunmuştur.
MADDE 2. - Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
MADDE 3. - Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
NOT: SÖZLEŞME METNİ FİLME ALINDIĞI İÇİN EKTE YER ALMAMAKTADIR.
Kaynak : Kaynak : MEDENÎ VE SİYASÎ HAKLARA İLİŞKİN ULUSLARARASI
...............
Ne dersiniz, "filme alındığı için(!) ekte yer vermedikleri sözleşmelere de göz atalım mı?
Atatım, atalım... bakalım bizi vekaleten temsil edenler ne kadar bizi temsil ediyormuş?
(Sözleşmeler devamında)
Kayıtlı
" Dahi odur ki, sonradan herkes tarafından kabul ve takdir edilenleri söylediği günlerde herkes o sözleri deli saçması olarak düşünmüştür" M. K. Atatürk 1926
--------------------------------------------------------------------------------
ahmetdursun
KURUCU
KATILIMCI
İleti: 9.917
Puan: +22/-0
Cinsiyet:
Ynt: ikiz yasalar (4867 ve 4868 sayılı kanunlarla kabul edilen BM sözleşmeleri)
« Yanıtla #1 : Temmuz 02, 2010, 02:30:05 ÖÖ »KARA SINIRLARININ KORUNMASI VE GÜVENLİĞİ HAKKINDA KANUN
Kanun Numarası: 3497
Kabul Tarihi: 10/11/1988
Yayımlandığı Resmi Gazete Tarihi: 22/11/1988
Yayımlandığı Resmi Gazete Sayısı: 19997
AMAÇ VE KAPSAM
Madde 1 - Bu Kanunun amacı; T.C. Devleti kara sınırlarının korunması ve güvenliğinin sağlanması ile ilgili esas ve usulleri düzenlemektir. Bu Kanun, bu görevleri yerine getirecek Kara Kuvvetleri Komutanlığı ve bu Komutanlık tarafından tefrik edilen birliklerle bu birliklerin emrine verilen veya desteğine tahsis olunan diğer birlikleri kapsar.
Geçici Madde 1 - Doğu ve Güneydoğu sınırlarının korunması ve güvenliğinin sağlanması görevi Kara Kuvvetleri Komutanlığınca fiilen devir alınıncaya kadar 6815 sayılı Kanundan doğan görevlerin Jandarma Genel Komutanlığınca yerine getirilmesine devam olunur.
--------------
İran ve Irak sınırı dışındaki kara sınırlarımızın büyük kısmı, tel örgü, mayın tarlaları, gözetleme kuleleri ve termal kameralardan oluşan fiziki güvenlik sistemleri ile korunmaktadır. Kara sınırlarımızdan Irak sınırının tamamı ile İran sınırının (260) kilometrelik bölümünün sorumluluğu, Jandarma Genel Komutanlığı, geri kalan sınırlarımız ise, Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın sorumluluğundadır.
1983 yılında yürürlüğe giren Kara Sınırlarının Korunması Hakkındaki Kanunla, kara sınırlarımızın sorumluluğu tamamen Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na devredilmiştir.
Söz konusu Kanuna göre, sınır sorumluluğunun, imkanların elverdiği ölçüde ve zaman içerisinde Jandarma Genel Komutanlığı’ndan devralınması öngörülmüştür.
Bu kapsamda 2001 yılında İran ve Suriye sınırından (383) kilometrelik kısım Jandarma Genel Komutanlığı’nın sorumluluğundan alınarak, Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı birliklere devredilmiştir.
Birleşmiş Milletlerin yayımladığı bir çok raporda, Dünya Uyuşturucu Ticareti Trafiğinde Türkiye, ana nakil yolları üzerinde gösterilmektedir.
Türkiye-Irak sınırı 1926 yılında İngilizlerle yapılan antlaşma ile, Türkiye-İran sınırı ise 1639 yılında yapılan Kasr-ı Şirin antlaşması ile belirlenmiştir.
www.stratejikboyut.com/article_print.php?id=18
Cafer SERİNKAN’ın notlarından alınmıştır.
--------------
AB ayrıca, göç ve iltica konularında etkin olmanın yolunun ilgili taraflar arasında etkin bir iş birliği tesis edilmesinden geçtiğini düşünmekte, bu itibarla, yasa dışı göç ve insan kaçakçılığının önlenmesine katkı sağlayabilecek, iyi işleyen bir iltica sisteminin tesis edilmesi gerektiğine inanmakta, özellikle genişleme sürecinin bu önemli aşamasında bu alanlardaki iş birliğini daha da derinleştirmeyi arzu etmektedir. AB aday ülkelerle bu alanlardaki iş birliğini halen, CIREA ile Sınır Geçişleri ve Göç Konularında Bilgi ve Görüş Alışverişi Merkezi (CIREFI) çerçevesinde yürütmektedir.
AB, Kuzey Irak ve Uzak Doğu ülkelerinden gelen yasa dışı göçmenlerin bir transit ülke konumunda olan Türkiye üzerinden Batı Avrupa ülkelerine geçtiklerini, bu itibarla, göç ve sınırların kontrolü konusunda bazı sorunların yaşandığını, bu durumun öncelikle ülkemizin “geri dönüş” anlaşması imzalamamasından kaynaklandığını düşünmektedir.
- Sanıldığının aksine, Türkiye sadece göç kaynağı konumunda bir ülke değildir. Özellikle Orta Doğu ve Uzak Doğu bölgesinden Türkiye’ye yönelik bir göç akını yaşanmakta olup, bu dalgada yer alan kişilerin bir kısmı Türkiye’yi nihaî durak olarak seçerken, büyük bir kısmı güzergâh olarak kullanmak suretiyle Avrupa ülkelerine geçmeyi hedeflemektedir. Bu bağlamda 10 kadar güzergâh saptanmış olup, Türkiye imkânlar ölçüsünde yasa dışı göçle mücadele etmektedir. Ancak, bu mücadele önemli miktarda kaynak aktarımını da gerektirmektedir.
2. Yeknesak vize ve Schengen Antlaşması, Maastricht Antlaşmasının K. 9 maddesi, Topluluk Konseyinin, Kurucu Antlaşmanın 100/c maddesi çerçevesinde önlemler alabileceğini belirtmiştir.
Kurucu Antlaşmanın söz konusu 100/c maddesi, üye devletlerin sınırını geçen üçüncü devlet vatandaşlarına vize zorunluluğu getirmektedir. Bu maksatla, Konseyin 1 Ocak 1996 tarihine kadar tek tip vize konusunda gereken önlemleri alması öngörülmüştür.
Bakanlar Konseyi, Haziran 1995 toplantısında, üçüncü devlet vatandaşlarına uygulanacak yeknesak vize şartlarını belirleyen bir tüzük tasarısını (draft regulation) müzakere etmiştir.
Tüzük tasarısı, tek tip bir vize şeklini öngörmektedir. Üye devletler üçüncü devlet vatandaşları için, şekli tasarı ekinde gösterilen tek tip bir vize düzenleyeceklerdir. Taklit ve sahteciliği önlemek için, kağıdın niteliği ve rengi de belirlenmiştir. Vize formlarında düzenleyen makamlar ve kullanılacak diller yeknesak olarak gösterilmiştir.
Topluluk İçişleri Bakanları ve Adalet Bakanlarının, Maastricht Antlaşmasının yürürlüğe girmesinden çok önceleri başlattıkları ortak çalışmalar sonucu Topluluk iç güvenliği ile ilgili bazı antlaşmalar hazırlanmıştır. Bunlardan ilki 1985 tarihli Schengen Antlaşmasıdır.
Schengen Antlaşması, 14 Haziran 1985’te Almanya, Fransa ve Benelux devletleri arasında imzalanmıştır. Antlaşmanın amacı, Topluluk dış sınırlarının korunarak, üye ülkeler arasında iç sınırların ortadan kaldırılacağı ortak bir alan yaratmaktır.
Antlaşmayı daha sonra İngiltere ve İrlanda dışında bütün AB üyesi devletler onaylamıştır. Norveç ve İzlanda da, AB’ye üye olmakla beraber anlaşmaya katılmışlardır.
Antlaşma 1990 yılında bir uygulama Antlaşmasıyla tamamlanmış ve 1995’te yürürlüğe girmiştir.
Antlaşmanın uygulama alanında, yani bütün AB ülkelerinde, üye devletler arasındaki iç sınırlardaki denetimin ortadan kaldırılması amaçlanmıştır. Böylece, vize alarak yasal bir şekilde bir Topluluk ülkesine giren bir üçüncü devlet vatandaşı, hiçbir sınır geçiş denetimine tâbi olmadan, antlaşmaya taraf olan üye devlet ülkesine seyahat edebilecektir.
Antlaşma başlıca aşağıdaki konuları düzenlemiştir:
- Ortak sınırların denetimi: Antlaşmaya göre ilke olarak bu denetimler kaldırılmışsa da, kamu düzeni ve güvenliği gerekli kıldığı taktirde, belirli bir süre için tekrar denetime başlanması mümkündür. Ayrıca, polisin iç sınırların geçilmesinde bir kimlik belgesi sorma hakkı vardır.
- Vize: Antlaşmaya taraf olan devletler, üçüncü ülkelere uygulayacakları vize politikaları arasında uyum sağlanması çabalarına devam edecektir. Ancak üye ülkeler vize uyguladıkları üçüncü ülkelere ait mevcut listelerini muhafaza hakkına sahiptir.
- Sığınma hakkı: Her üye ülkenin bu alandaki mevzuatı ve uygulaması yürürlükte kalmaya devam edecektir. Dolayısıyla, her ülke ilke olarak sığınma başvurularını değerlendirmekte serbest kalacaktır. Antlaşmada sadece, bir sığınma başvurusu yapıldığında, bunu incelemeye hangi ülkenin yetkili ve sorumlu olacağı farklı durumlara göre belirlenmiştir.
- Polis arasında iş birliği: Antlaşmaya göre bir üye ülke polisi, diğer ülke topraklarında takip hakkına sahip olacaktır. Ancak, suçluyu yakalamak veya tutuklamak yetkisi yoktur. Ayrıca bu hak, sınırlı sürelerle ve belirli suçlar için tanınmıştır.
- Adlî iş birliği: Antlaşmada adlî alanlarda karşılıklı yardımlaşmanın esas ve usulleri belirlenmiş ve suçluların iadesi açısından ortak kurullar öngörülmüştür.
AB’de kişilerin serbest dolaşımının tam olarak sağlaması “Avrupa Vatandaşlığı” kavramının yaşama geçirilebilmesi bakımından bir ön koşul oluşturmaktadır.
Maastricht Antlaşması’nın 7/A maddesi, birlik içinde, birlik üyesi ülke vatandaşı olsun veya olmasın ya da ekonomik bakımından aktif olsun veya olmasın AB’de yaşayan herkesi kapsamaktadır.
AB üyesi ülkelerde, yasal oturma iznine sahip üçüncü ülke uyrukluların Birlik içi seyahatlerinde vizeden muaf tutulmaları gerekmektedir. İç sınır geçişlerinde güçlüklerle karşılaşan bu kişiler ATAD’na şikâyette bulunabileceklerdir.
Bu çerçevede, Schengen Antlaşması’nın yürürlüğe girmesiyle, Türk uyruklu kişiler de Antlaşmaya dahil ülkelerden birinin dış temsilciliğinden alacakları tek tip vize ile tüm bu ülkelere giriş imkânına sahip olacaklardır.
Aynı şekilde Schengen üyesi ülkelerde ikamet eden Türk vatandaşlarına serbest dolaşım imkânı tanınmış olacaktır. Schengen grubu ülkeler uygulamada üçüncü ülkelere karşı uyrukluk farkı gözetmeksizin, genel ve eşit uygulamaya gidilmesi hususunda mutabık kalmışlarsa da uygulamada bir yeknesaklık sağlanamamıştır.
3. Europol Sözleşmesi ve Örgütlü Suçlarla Mücadele Amsterdam Antlaşması, polis iş birliği ve cezaî konulardaki adlî iş birliği alanında üye devletler arasında ortak eylemler geliştirilmesi amacıyla kurumsal bir çerçeve hazırlamıştır.Bu bağlamda, Topluluk İçişleri ve Adalet Bakanları 21 Haziran 1995 tarihli toplantıda, Avrupa Polis Teşkilâtı (Europol) kurulması hususundaki görüşmeleri sürdürmüş ve konuda hazırlanan bir sözleşme tasarısını kabul etmiştir. Sözleşme, 1996 Temmuz ayında bir ek Protokolle tamamlanmıştır.
Sözleşmenin amacı, kurucu Antlaşmanın K (9) maddesinde de öngörüldüğü gibi, terörizm ve uyuşturucu madde kaçakçılığı dahil olmak üzere, uluslar arası örgütlü suçlulukla etkin bir şekilde mücadele edebilmek için üye devletler arasında iş birliğini teşvik etmektedir.
Europolun görevi, bu alandaki bilgilerin toplanması, değerlendirilmesi ve üye devletler arasında bilgi
alışverişinde bulunulması amacıyla, üye devletlerin millî organları arasındaki iş birliğini geliştirmektir. Üye devletler bu maksatla birer millî makam görevlendireceklerdir. Ayrıca her üye devlet bir veya birkaç görevlisiyle Europol’de ülkesinin çıkarlarını temsil edecektir. Bu amaçla, merkezî Lahey’de bulunan Europol’de üye ülkelerin irtibat görevlileri birlikte çalışmakta ve suçların aydınlatılması açısından bilgi alışverişinde bulunmaktadır.
Europol merkezinde, merkezî bir bilgisayar sistemi kurulacak ve üye ülkeler millî makamları bu merkezden doğrudan bilgi alabileceklerdir. Merkezde bilgilerin toplanması, bunların düzenli olarak millî organlara ulaştırılması belirli kurallara bağlanmış ve güvenlik sağlanmıştır.
Bakanlar Konseyi bu bağlamda ayrıca, 10 Mart 1995 tarihli toplantısında, Europol çerçevesinde uyuşturucu madde kaçakçılığı ile mücadele etmek amacıyla özel bir birim kurulmasını kararlaştırmıştır. Birim ayrıca yasa dışı, radyo-aktif ve nükleer madde ve araç trafiği ile de savaşacak ve bu amaçla suç örgütlerini ve kara parayı aklama mekanizmalarını izleyerek denetim altına alacaktır.
Uyuşturucu maddelere karşı çok duyarlı olan AB, bu tür maddelerin kötüye kullanılmasına karşı bir eylem plânı hazırlamıştır. Esasen bu konuda, Avrupa Uyuşturucu Maddeler ve Uyuşturucu Bağımlılığı Yönlendirme Merkezi kurulmasına ilişkin 302/93 tarihli bir Topluluk tüzüğü mevcuttur.
2000-2004 yılları arasında uygulanacak eylem plânı, yasa dışı milletler arası uyuşturucu madde trafiğini önlemek, bu alandaki kuralların etkin bir şekilde uygulanmasını sağlamak amacıyla, polis ve gümrük makamları arasındaki iş birliğinin teşvik edilmesini öngörmektedir. Bu bağlamda, uyuşturucu madde bağımlılığını önlemek ve azaltmak için, bağımlılar ve zayıf grupların eğitim ve kurslara tâbi tutulmaları da kararlaştırılmıştır.
Bu alanda ayrıca Avrupa Parlamentosu da bir karar (resolution) kabul etmiştir. Kararda üye devletlere birer millî istihbarat merkezî kurmaları tavsiye edilmektedir. Bu merkezler arasında bölgesel ve yerel düzeyde etkin bir diyalog ve iş birliği kurularak uyuşturucu madde kullanımına karşı kampanyalar düzenlenmesi teşvik edilmektedir.
Parlâmento kararında, uyuşturucu hammaddesi üreticisi ülkelerin durumu da değerlendirilmiştir. Bu ülkelerin üretici çiftçilerine uyuşturucu hammaddesi ekmek yerine, alternatif olanaklar sunulması teşvik edilmiştir. Parlamento bu bağlamda mücadelenin malî portesini de göz önüne almış ve 1995 - 1999 yılları arasında yürütülecek kampanya için Topluluk bütçesinden yeterli kaynak ayrılmasını kararlaştırmıştır.
Türkiye, uyuşturucu ile mücadele konusuna özel bir önem vermektedir. Bu bağlamda son yıllarda ülkede önemli miktarlarda eroin ve diğer uyuşturucu madde ele geçirilmiştir.
AB uyuşturucu ile mücadele konusundaki iş birliğini daha da geliştirmek üzere, Türkiye’ye bir anlaşma yapılması önerisinde bulunmuş ve bu amaçla 5 Ekim 2000 tarihinde bir anlaşma tasarısı metni sunmuştur. Konuya ilişkin görüşmeler sürdürülmektedir.
Topluluk İçişleri ve Adalet Bakanları Konseyi, 21 Haziran 1995’ te uluslar arası örgütlü suçlarla mücadelede, tanıklar hakkında alınacak önlemlere ilişkin bir karar kabul etmiştir.
Daha sonra örgütlü suçlarla mücadele amacıyla bir eylem plânı hazırlanmış ve bu plân 1997 Amsterdam Zirvesinde onaylanmıştır.
Kararda, üye devletlerin, uluslar arası örgütlü suç tanıklarının güvenliği için, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hükümlerine uygun olarak gereken önlemleri almaları talep edilmektedir. Bu bağlamda üye devletler, yargılamadan önce, yargılama sırasında veya sonunda tanıklara karşı yapılacak her türlü tehdidi önlemeye çağrılmaktadır. Bu koruma, statüsü ne olursa olsun ceza davasında tanıklık yapan herkesi kapsayacaktır. Ayrıca, tanıkların eşleri ailesi efradı ve yakınları da bu korumadan yararlandırılmalıdır.
Eylem plânı çerçevesinde, ortak izleme operasyonları yapılmakta, uyuşturucu ticareti, kara para aklama, terörizm, çalıntı araçlar, futbol holiganizmi gibi alanlarda yoğun iş birliği yapılmaktadır. Ayrıca, kadın ve çocuklara karşı cinsel istismar ve sömürü suçları ile mücadele için Daphne Programı (2000 - 2003) geliştirilmiştir.
Bu bağlamda asıl görev Europol’e düşmektedir. Europol, terörizm, uyuşturucu madde kaçakçılığı ve diğer örgütlü suçlarla mücadelede etkin bir iş birliği gerçekleştirilmesi bağlamında çok önemli bir rol üstlenmiştir. Aday ülkelerin de bu çerçevede yürütülmekte olan iş birliğine dahil edilmeleri amacıyla, Konsey 27 Mart 2000 tarihinde bu ülkelerle katılım müzakerelerine başlanılması yönünde karar almış olup, 2001 yılının ilk yarısında görüşmelerin başlatılması öngörülmüştür. Aday ülkelerle katılım anlaşması imzalanmasının ön şartı, ilgili ülkenin etkin bir verilerin korunması kanununa sahip olmasıdır.
CMUK’a göre, aramaya karar verme yetkisi hâkimindir. Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısı ve Cumhuriyet savcısının yardımcısı sıfatıyla emirlerini icraya görevli olan kolluk memurları da arama yapabilirler. Kanaatimizce MASAK, aramaya ilişkin işlem yapılmasını kolluk kuvvetleriyle iş birliği yaparak Cumhuriyet Savcılığından isteyebilecektir. Cumhuriyet Savcılığı gecikmesinde sakınca bulunan hallerde arama kararını kendisi verecek diğer hallerde sulh ceza hâkiminden arama kararı verilmesini talep edecektir
(CMUK m. 97). Önemi sebebiyle arama tedbirleri Anayasada da düzenlenmiştir. Anayasanın 20’nci maddesine göre; kanunun açıkca gösterdiği hallerde, usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınan merciinin emri bulunmadıkça, kimsenin üstü, özel kâğıtları ve eşyası aranamaz ve bunlara elkonulamaz.
Anayasanın 21’inci maddesine göre de, kimsenin konutuna dokunulamaz. Kanunun açıkca gösterdiği hallerde, usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınan merciinin emri bulunmadıkça, kimsenin konutuna girilemez, arama yapılamaz ve buradaki eşyaya elkonulamaz.
Anayasa, arama kararı verebilecek olanları, hâkim ve gecikmesinde sakınca bulunan hallerde kanunla yetkili kılınan mercii olarak açıklamıştır. Arama ceza yargılama hukukuna ilişkin bir tedbir olup ceza yargılama hukuku ilkelerini belirleyen CMUK’un gecikmesinde sakınca bulunan hallerde arama kararı verebilecek merci olarak Cumhuriyet savcısı ve onun yardımcısı olarak kolluk kuvvetlerini saymıştır.
ahmetdursun374.blogcu.com/kanun-kara-sinirlarinin-korunmasi-ve-guvenligi-hakkinda-kanun/2449763 Kayıtlı
www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?board=80.0
Bilginin arşivlendiği yer.
--------------------------------------------------------------------------------
ahmetdursun
KURUCU
KATILIMCI
İleti: 9.917
Puan: +22/-0
Cinsiyet:
Ynt: ikiz yasalar (4867 ve 4868 sayılı kanunlarla kabul edilen BM sözleşmeleri)
« Yanıtla #2 : Temmuz 02, 2010, 02:37:02 ÖÖ »Turkiye, Kopenhag ve Maastricht kriterlerinin ardindan Budapeste Ilkeleri’ni ogrenecek. Turkiye’nin de uymak zorunda oldugu Kopenhag Kriterleri,AB’ye tam uyelik kosullarinin esaslarini, Maastricht Kriterleri ise AB’ye uye ulkelerin ekonomik ve parasal birlige katilabilmeleri icin gerekli sartlari belirliyor.
Avrupa ulkelerindeki butun savcilar icin gecerli olan Budapeste Ilkeleri’nde "Savcilar, kamu ve medya baskisinin etkisinde kalmazlar." deniyor.
Turk yargisi, bundan sonra gorev sirasinda ve dava acarken, ’Budapeste Ilkeleri’ne uyacak. Avrupa Savcilari Konferansi’nda kabul edilen Budapeste Etik Ilkeleri Belgesi’nde savcilarin gorevlerini adil, tutarli, korkusuzca, iltimas ve onyargi olmaksizin suratle gerceklestirmeleri gerektigi vurgulaniyor. Avrupa ulkelerindeki butun savcilar icin gecerli olan etik prensipler kapsaminda, "Savcilar bireysel ya da belli bir kesimin cikarlarinin, kamu ve medya baskisinin etkisinde kalmazlar." deniyor.
Daha once yargi mensuplariyla ilgili genel meslekî prensiplerin yer aldigi ’Bangalor Yargi Etigi Ilkeleri’ni tavsiye eden Hakimler ve Savcilar Yuksek Kurulu, 10 Ekim 2006’da yaptigi toplantida, savcilar icin ozel olarak hazirlanan Budapeste Ilkeleri’ni de kabul etti. ’Savcilar Icin Etik Davranis Bicimlerine Iliskin Avrupa Esaslari’ basligini tasiyan Budapeste Ilkeleri, savcilarin gorev sirasinda nasil hareket etmeleri gerektigine iliskin kurallari iceriyor. Ilkeler 31 Mayis 2005’te, Macaristan’in baskenti Budapeste’de duzenlenen Avrupa Savcilari Konferansi’nda kabul edilmisti.
Savcilarin ceza adaleti sisteminde kilit rol oynadiklarina dikkat cekilen Budapeste Belgesi’nde, savcilarin gorevinin, birey haklarini savunmak ve hukukun kamu yararina uygulanmasini saglamak oldugu belirtiliyor. Avrupa ulkelerindeki butun savcilari kapsayan ilkeler, savcilarin temel gorevleri, meslekî hareket tarzlari ve ozel davranislarini belirliyor.
Her kosulda adil karar verilmeli
Belgedeki ’Temel Gorevler’ basligi altinda savcilarin gorevlerini yerine getirirken ulusal ve uluslararasi hukuka uygun hareket etmeleri gerektigi hatirlatiliyor. Savcilarin, her zaman ve her kosulda, gorevlerini adil, tarafsiz, tutarli ve suratli bir sekilde icra etmelerinin onemine dikkat cekiliyor. Toplumun genel cikari ile birey haklari arasindaki adil dengeyi bulmalari isteniyor. Meslekî hareket tarzlariyla ilgili etik ilkeler kapsaminda savcilarin, dis etkilerden bagimsiz olarak durustluk ve ozenle gorev yapmalari gerektigi belirtiliyor. Savcilarin belli bir kesimin cikarlarina gore hareket edemeyecekleri, kamuoyu ve medyanin baskisinin etkisinde kalmamalari gerektigi vurgulaniyor.
’Ozel Davranis’ basligi altinda ise savcilarin ozel yasantilarina da dikkat etmeleri gerektigi vurgulaniyor. Savcilarin meslegin durustlugunu ve tarafsizligini tehlikeye atmamalari gerektiginin alti cizilerek, "Savcilar, ucuncu kisilerden, tesvik ve konukseverlik gibi herhangi bir hediye, odul veya menfaat kabul etmemeli, durustluk, adillik ve tarafsizligini tehlikeye sokabilecek herhangi bir gorevi yurutmemelidirler." ifadesi yer aliyor.
Ayni sekilde savcilardan ailevi ya da sosyal iliskilerinin meslekî tutumlarini olumsuz bicimde etkilemesine izin vermemeleri istenerek, gorevleri sirasinda elde ettikleri bilgileri ozel amaclari veya baskalarinin cikarlari icin kullanmamalari gerektigine isaret ediliyor.
Savcilar gorevlerini bagimsiz ve korkusuzca icra ederler
Savcilar gorevlerini adil, tarafsiz, tutarli ve suratli olarak icra ederler, insan haklarina saygi duyarlar.
Toplumun genel cikari ile birey haklari arasindaki adil dengeyi bulmaya calisirlar. Gorevlerini hukuka uygun ve bagimsiz icra ederler. Gorevlerini adil bir bicimde, korkusuzca, iltimas ve onyargi olmaksizin gerceklestirirler.
Bireysel veya belli bir kesimin cikarlarinin, kamu ve medya baskisinin etkisinde kalmazlar. Ailevi, sosyal ya da diger iliskilerinin, tutumunu uygunsuz bir bicimde etkilemesine izin vermezler.
Masumiyet karinesi ilkesine saygi duyar, tarafsiz bir sorusturmada iddialarin temelsiz oldugu ortaya ciktiginda dava acmazlar. Ozel yasamlarindaki faaliyetlerle savciligin;durustluk, adillik ve tarafsizligini tehlikeye atmazlar. Ucuncu kisilerden, herhangi bir hediye, odul ve menfaat kabul etmezler.
Kolaylik Dileklerimle,
OZDERIN,M.
ahmetdursun374.blogcu.com/kanun-budapeste-yargi-ya-budapeste-ilkeleri/686621 Kayıtlı
www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?board=80.0
Bilginin arşivlendiği yer.
--------------------------------------------------------------------------------
ahmetdursun
KURUCU
KATILIMCI
İleti: 9.917
Puan: +22/-0
Cinsiyet:
Ynt: ikiz yasalar (4867 ve 4868 sayılı kanunlarla kabul edilen BM sözleşmeleri)
« Yanıtla #3 : Temmuz 02, 2010, 02:42:14 ÖÖ »Osmanlı’dan Türkiye’ye borç sorunu.
Türkiye Cumhuriyeti’nin de üye olmak için mücadele gösterdiği Avrupa Birliği’nin mali kriz göstergelerine baktığımızda Maastricht Anlaşma’sının 104/c maddesinde belirtildiği gibi “mali kriz” göstergesi olarak iki temel kriter benimsenmektedir.
Bu kriterlerden birincisi kamu kesimi açıklarının GSYİH’ya oranının %3 oranını aşmamasına ilişkindir. İkinci kriter ise kamu borç stokunun GSYİH’nin %60’ını geçmemesi ilkesi üzerine oturtulmuştur.
Kamu kesimi finansman açıkları göstergesi açısından Türkiye Cumhuriyeti mali kriz içerisindedir. Yine kamu kesimi borç stoku açısından Türkiye Cumhuriyeti Maastricht Kriterleri’nin gösterdiği sınırları aşmış durumdadır (Tandırcıoğlu,2000).
Ama ana hatlarıyla ‘nin dış borç sorununa değindikten sonra Osmanlı Devleti’nden günümüze Türkiye Cumhuriyeti ekonomisin dış borç miktarındaki gelişmeleri dönemler itibari ile görebiliriz:
----------------------------
BORÇ KRİZİ VE TÜRKİYE
TÜRKİYE’NİN BORÇ GELİŞİMİ,SORUNLAR-ÖNERİLER
Prof.Dr. Muhammet AKDİŞ
Pamukkale Üniversitesi İİBF
İçerikler için...
www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=3969.0 Kayıtlı
www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?board=80.0
Bilginin arşivlendiği yer.
--------------------------------------------------------------------------------
ahmetdursun
KURUCU
KATILIMCI
İleti: 9.917
Puan: +22/-0
Cinsiyet:
Ynt: ikiz yasalar (4867 ve 4868 sayılı kanunlarla kabul edilen BM sözleşmeleri)
« Yanıtla #4 : Temmuz 02, 2010, 02:49:49 ÖÖ »BU GİDİŞİN BAŞI VAR, BİR DE SONU
Banu Avar/ 21.6.2010
Bu gidişat çok önceden belirlenmişti! 100 yıl önce bugün hedeflenmişti!
Yıl 1912. Amerikan başkanı Woodrow Wilson .. Türkiye’yi param parça eden ünlü Wilson ilkelerine adını veren kişi… Türkiye sınırları içine bir Kürdistan ve bir Ermenistan haritaları çizen Amerikan başkanı.. Bakın ne diyor:
‘Amerikan kapitalizminin temel hedefi, zayıf ülkelerin hammaddelerini ve ulusal pazarlarını açık birer kapı olarak tutmaktır. Bunun için diplomasi ve gerekirse zor kullanılmalıdır…’
Geçenlerde Dışişleri Bakanı işte bu Wilson’ın adıyla anılan ödüle layık görüldü…
Wilson’ın 100 yıl önceki planı neydi? Petrol coğrafyasına bir Kürt ve bir Ermeni Devleti oturtmak…
O zaman ince ince hesapladıkları, Türkiye’yi bölme ve yutma hayalleri gerçekleşmedi. Kuyruklarını ardlarına kıstırıp bir daha gelmek üzere gittiler…
Türkler inaılmaz şartlarda yaptıkları savaştan galip çıktılar. Yedi Düvel buna ağızları köpürerek ‘Türk Mucizesi’ dediler..
Ardından yepyeni bir ülke kuruldu. Türkler ulusal kaynaklarına sahip çıkıyorlardı. Ardı ardına fabrikalar açtılar. Uçaklar , Arabalar yaptılar. Madenlerini işlemeye başladılar, Petrol aradılar…Tarıma yol verdiler, yurttaşlar yarattılar.
Ama içerde işi bozulanlar vardı. Onlar kullanıma hazırdı.. … Kürt Sait isyanı Lozan’da Musul meselesi masadayken, Dersim İsyani, Hatay için direnilirken tezgahlandı.
Batıya hayran ayran budalaları!
1930’lardan itibaren koyun postlarına bürünmüş ‘uzmanlar’ genç cumhuriyeti ziyaret etmeye başladı.. Her şey yeniden kurulurken maskeli sırtlanlar Ankara’da boygösterdi .. Tanzimat kafalı Batıya ayran budalası gibi hayran ‘münevverler’, yabancı emeller için uygun arazi şartları sağladı. 1938’de milletin önderi öldü ve geride kalanlar hemen Batı’ya koştu! İngiliz ve Fransızlarla üçlü anlaşma imzalandığında , Gazi Paşa’nın ölümünün üzerinden 5 ay geçmemişti. Gazi paşa’yı ‘anlamayıp sadece inananlar’ asıllarına rücu ettiler!
2. paylaşım Savaşına kadar ‘ecnebi uzmanlar’ yurdun tüm açık yaralarına dair raporlarını hazırladılar…
2. Dünya savaşı ile bir süre ara verdiler.. Yalta’da yeni bir düzen kuruldu artık Avrupa’nın mührünü Amerika alacaktı
Savaşın sonunda ‘yeni dünya’ sırtlanları İsmet İnönü’yü bir sömürge anlaşmasına daha razı ettiler. Marshall yardımı çerçevesinde imzalanan anlaşma, Kurtuluş’dan 24 yıl sonra Türkiye’yi esir etti.
Önce Dünya Bankası ve İMF denetimine girdik. Sonra NATO’ya alındık Bedelini Korede kanla ödeyecektik. Üstüne üstlük ‘Canım Amerika!’ diye şarkılar söyledik!
Hollywood filmleri seyrettik, Dean Martin, Frank Sinatra dinledik..
1956’da küresel elitin önde gelen ismi, Rockefeller, ABD başkanı Eisenhower’a: ‘Türkler oltada balık! Yeme ihtiyaçları yok!’ diyordu.. Sonra Ortadoğu’daki yüksek idealleri için, işlerine gelen hükümetleri iktidarda tutmak işlerine gelmeyenleri devirmek amacıyla yardım fonlarının kullanılacağı’ karara bağlanıyordu..
1966’da NATO haberalma tesislerine kapıyı açtık. Tüm istihbaratımızı ABD’ye devrettik.
1971’de ‘Büyük Türkiye’ hayallerimizin bedelini birbirimizi kırdırarak ödettiler Ardından bir darbeyle işi bitirdiler!
Uslanmayıp 1974’de Kıbrıs barış harekatını yapınca ASALA terörünü başımıza bela ettiler! Ama biz yılmadık, müttefikimize daha sıkı sarıldık..
1980’de Sovyetlerle sanayi işbirliği, hızlı sanayi atılımları sürerken bir CIA darbesiyle daha sarsıldık..
1984’de Türkiye ağır sanayi hamlelerine Güneydoğu Anadolu Projesini ekledik. PKK ile ödüllendirildik!
Sevr Hortladı!
ort
100 yıllık Kürt devleti hayali paketlenip Türkiye’nin önüne kondu. Ve SEVR HORTLADI, kabusumuz oldu..
Fulbright burslarıyla yetiştirdikleri liderleri getirip ülkemizin başına koydular…
1991’de başa geçirdikleri Turgut Özal’a kukla bir Kürt devleti için ilk adımları attırdılar.
Çekiç Güç kontrolünde bir Kürdistan devletinin tohumunu attılar..
Irak’ın kuzeyi güvenli bölge ilan edildi ve PKK Çekiç Güç kontrolünde pamuklar içinde yetiştirildi!
Derken Özal, ‘Bir Türk-Kürt Federasyonu’ndan’ bahsediverdi!
Bu arada on binlerce vatan evladı yitirildi….
1995’de Avrupa Birliği ‘Kürt Sorununu askeri tedbirlerle ortadan kaldıramazsınız!’ diyordu. İçerdeki besleme koro onaylıyordu. Bu ülkenin has vatandaşları Azınlık konumuna oturtuldu…
Aynı anda Türkiye’nin Gümrük Birliği ile eli kolu bağlandı! Yani tüm gelirlerine el kondu, üretimi durduruldu, terörle mücadelede deli gömleğine sokuldu.
1999’da Apo Türkiye’ye verildi. Artık İmralı’dan terörü yönetecekti!
Vatan evladı ölmeye devam etti!
2002 de Türkiye’ye bir sessiz darbe yapılacak, oyunun son perdesi sahnelenecekti.. Küresel elit, Sevr hükümleri karşılığında AKP’ye iktidar koltuğunu verdi!
2004’de Avrupa Birliği Uyum Yasaları önümüze geldi… Bu yasalarla ellerimiz arkadan bağlanıyor, teröriste ise ‘VUR!’ deniyordu.
Vurmaları için gerekli tüm silahlar, Irak ve Güneydoğuya NATO uçaklarıyla aktı…Ordunun sınır ötesi harekatı sınırlandırıldı. İstihbaratımız ABD ve İsrail istihbaratının içinde eridi ve kayıplarımız, 10 yıl içinde 50 kat arttı.
Eşzamanlı olarak Bölgesel Kalkınma ajansları, ikiz yasalar ve yerel ‘iktidar’ girişimleri teröre zemin hazırladı.
-----------------
EYALET YA DA BÖLGESEL KALKINMA AJANSLARI NEDİR?
ahmetdursun374.blogcu.com/bizzat-eyalet-ya-da-bolgesel-kalkinma-ajanslari_2160396.html
***********
Kalkınma ajansları GOP’un arka bahçesinde.
ahmetdursun374.blogcu.com/gop-kalkinma-ajanslari-gop-un-arka-bahcesinde_987730.html
************
İstanbul’da eyalet konferansı.
ahmetdursun374.blogcu.com/eyalet-istanbul-da-eyalet-konferansi_4435370.html
***********
EYALET OPERASYONU
ahmetdursun374.blogcu.com/eyalet-eyalet-operasyonu_4203006.html
EYALET:İSTANBUL’DA EYALET KONFERANSI
Eyalet,Kalkınma Ajansları
-------------------
Medya vasıtasıyla zehir enjeksiyonu had safhadaydı. Basın tümüyle işgal altında ve köşe başlarını tutanlar. ‘Sahiplerinin sesi’ olmaya can atmaktaydı!
Üniversiteler şirketleşmeyi tamamlıyorlardı. İşbirliği yapan akademisyenler rüyalarında göremeyeceği imkanlarla donatıldı.
2007’de Amerikan istihbaratçılarından oluşan bir ekip Ankara’ya yuvalandı.
Gözleri gören, kulakları duyan, burnu koku alan helal süt emmiş vatan evlatları kralın çıplak olduğunu yazıp çizdiler. Ortalığa korku salındı. Konuşmaya başlayanlar dinlendi, terörle mücadelede üstün hizmeti olanlar Silivri’ye davet edildi..(!)
Artık ‘YETER’ diyenler…
Şimdi geldiğimiz noktada her şey apaçık ortada! Düşman belli..Hem de 100 yıldan beri, hiç değişmedi.
Çokuluslu şirketlerin kontrolünde ABD ve Avrupa Birliğinin elitleri, ve onların denetimindeki mali ve siyasi kurumlar, İMF, Dünya bankası, NATO! Ve tabii içerde onların planlarını yürürlüğe koyan işbirlikçi hükümetler !. Artı Sivil Toplum diye altımızı oyan ajanlar ve onların maşalarının ucunda sallananlar…
Hepsini toplasanız 10 bin kişiyi bulmazlar!
Geride 72 milyon var. İşsiz ve yoksul bırakılmış, dini ve etnik olarak parçalanmış, şehit düşmüş, gazi olmuş, kan kusan, göz pınarları akan 72 milyon..
Psikolojik savaşın her türlüsüyle karşılaşmış, çok hırpalanmış, örselenmiş ama sağduyusunu kaybetmemiş, sabrı defalarca denenmiş bir millet… Sessiz ama derinden, son anda ‘YETER’ diyen…İşte bu nedenle ZALİMler bu milletten korkuyor ve oyun üzerine oyun kuruyor.
Bu millet artık Terörün Washington ve Brüksel’den fışkırdığını biliyor. Batıyla ittifak yapanların, eşbaşkan olanların bu kan kaybını durduramayacağını da!
Eylüldeki referandum halkın bu bilincinin keskin bir göstergesi olacaktır.. Halk gücünün farkına vardığı zaman başka bir dönem başlayacaktır!
Allah tüm şehitlerimize RAHMET eylesin!!! Onların kanı yerde kalmayacak!
Banu Avar
--------------
TÜRKİYE’DE YAŞANAN TOPLUMSAL KARGAŞANIN GERÇEK YÜZÜ NEDİR? Prof. Dr. İbrahim Arslanoğlu
www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=9959.0
-----------
IRAK’a demokrasi gelmedi ama OBAMA ülkemize geliyor.
www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=1426.msg8704#msg8704 Kayıtlı
www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?board=80.0
Bilginin arşivlendiği yer.
--------------------------------------------------------------------------------
ahmetdursun
KURUCU
KATILIMCI
İleti: 9.917
Puan: +22/-0
Cinsiyet:
Ynt: ikiz yasalar (4867 ve 4868 sayılı kanunlarla kabul edilen BM sözleşmeleri)
« Yanıtla #5 : Temmuz 02, 2010, 03:03:58 ÖÖ »"Obama, Kürdistan’ı Türkiye’ye kurdurtacak"dendiğinde inanmayanlar olmuş idi.
Bakınız...
www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=1426.msg6024#msg6024
------------------------
Amerika’nın değişmeyen planı:
Kuzey Irak ile Güneydoğu Anadolu’yu "ortak bir ekonomik bölge"de birleştirmek.
Böylece "Büyük Kürdistan"ın, yani BOP Merkez Üssü’nün altyapısını kurmak.
Güneydoğu Anadolu ile Kuzey Irak’ı kapsayacak
“Nitelikli Sanayi Bölgesi” Projesi
ABD’nin Türkiye analistlerinden kıdemli istahbaratçı Prof. Henry Barkey, Wall Street Journal’da, Obama’nın Türkiye’deki Kürt sorununun çözülmesi için devreye girmesini istedi.
Barkey, ABD’nin ekonomik işbirliğinin geliştirilmesi amacıyla da “Kürtlerin yaşadığı Güneydoğu ve Kuzey Irak’ı kapsayacak bir Nitelikli Sanayi Bölgesi’nin kurulmasını” önerdi. (Wall Street Journal, 22 Haziran 2009)
ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Robert Pearson, "Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğusu ile Kuzey Irak’ın tek bir ekonomik bölge haline getirilmesi gerektiğini" söylemişti.
Pearson’ın da, Barkey’in de açıkça dile getirdikleri aslında ABD’nin “Türkiye himayesinde Kürdistan” planıdır.
Bu planın uygulanabilmesi için bugüne kadar AKP eliyle çıkarılan yasalardan en önemli üçü şunlardır:
1-İkiz sözleşmeler TBMM’den geçirildi.
BM’nin ikiz sözleşmeleri diye bilinen “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi” ve “Medenî ve Siyasî Haklar Sözleşmesi” başlıklı uluslararası sözleşmeler, 4 Haziran 2003 günü TBMM’de onaylandı.
Bu sözleşmeler, Türkiye’yi etnik ve ekonomik parçalama yasaları olarak değerlendiriliyor.
a) Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, “bölgenin su ve enerji kaynaklarını bize bırakın” derken, arkasını AKP’nin TBMM’den geçirdiği bu ikiz sözleşmelere dayıyordu!
b) Başbakan Erdoğan’ın Bush’la görüşmesinin ardından ekranlardan verdiği şu mesaj da yine ikiz sözleşmelerin eseridir: “Şu anda Amerika’nın da Büyük Ortadoğu Projesi var ya, Genişletilmiş Ortadoğu, yani bu proje içerisinde Diyarbakır bir merkez, bir yıldız olabilir. Bunu başarmamız lazım”.
2-AKP, Kamu Yönetimi Temel Kanunu’nu 15 Temmuz 2004 tarihinde TBMM’den geçirdi. Bu yasa da, bölgelerdeki iktidar odaklarına yerel hükümetler kurma zemini oluşturuyor.
3-Kalkınma Ajansları yasası TBMM’den geçirildi.
AKP Türkiye’yi 12 “eyalet”e bölen yasayı, 25 Ocak 2006 tarihinde TBMM’den geçirdi. ABD ve AB’nin çıkması için yoğun baskı uyguladığı yasa, Türkiye’yi etnik ve ekonomik temelde bölgelere ayırıyor.
ABD’nin “Türkiye himayesinde Kürdistan” planı tüm boyutlarıyla yürürlükte…
Önce AKP iktidara getirildi. Yasalarla zemin oluşturuldu. Irak işgaliyle coğrafya duruma hazır hale getirdi. Çuval operasyonuyla TSK’ya silah gösterildi. Ergenekon tertibiyle direnecek kuvvetler oyun dışı bırakıldı… Şimdi sıra Irak’ın kuzeyindeki yönetimi resmi olarak tanımakta… Yani Kukla Devleti kabul etmekte…
Cumhurbaşkanı Gül aracılığıyla başlatılan “açılım” işte bu aşamanın enstrümanıdır!
Mehmet Ali Güller
23 Haziran 2009
Kayıtlı
www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?board=80.0
Bilginin arşivlendiği yer.
--------------------------------------------------------------------------------
ahmetdursun
KURUCU
KATILIMCI
İleti: 9.917
Puan: +22/-0
Cinsiyet:
Mahir Çayan ve çevresi Kürt sorunuyla fazla ilgili görünmüyorlardı.
« Yanıtla #6 : Temmuz 02, 2010, 03:15:37 ÖÖ »“Mahir Çayan ve çevresi Kürt sorunuyla fazla ilgili görünmüyorlardı. Beraber çıkardıkları dergide Mihri Belli’nin milliyetçi yazıları Aydınlık Sosyalist Dergi (ASD) imzasıyla yayınlanıyordu. Dolayısıyla bu milliyetçi fikirlerin sorumluluğunu paylaşıyorlardı.”
“Kürt sorunu konusunda PDA’nın yürüttüğü mücadele etkili oldu. 1969 yılında devrimci Kürt gençleri DDKO adıyla çeşitli merkezlerde şubeleri olan bir örgütlenme gerçekleştirmişti. DDKO milli baskıya karşı mücadele yürütüyor, Kürt halkının kültürel haklarını kazanması için çaba gösteriyordu. O dönemde DDKO içindeki Kürt gençler ‘Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı’nı henüz savunmuyordu.
Leninist ‘ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı’nı ilk kez PDA’cılar gündeme getirdiler. Kürt sorunundaki tutum nedeniyle 1970 yılı içinde PDA ile DDKO’nun ilişkileri son derece sıcaktı. DDKO’lu gençler Mihri Belli ve Mahir Çayan’ın önderlik ettiği ASD çevresine ise soğuk bakıyordu.”
Hatta Perinçek’ler Kürtçülüğü TİP içinde de yaygınlaştırmak istemektedir. Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkını savunan bir tasarıyı TİP’in 1970 Kongresine sunarlar. DDKO’lularla Aydınlıkçıların ortak tasarısı TİP yönetiminin bütün karşı koyuşuna karşın Kürt delegelerin baskın gelmesiyle kabul edilecektir. 12 Mart’tan sonra TİP bu karar nedeniyle kapatılacaktır.
Yani Perinçek Kürtçülük virüsünü sol içine sokmakla kalmamış, TİP’in de kapanmasını sağlamıştır!
Sosyalizmi Atatürkçülükten kopartan Perinçek oldu.
ahmetdursun374.blogcu.com/perincek-deniz-in-mirasina-sahip-cikacak-son-kisi/7067937
----------------
TSK’yı ve Ulus Devleti Hedef Alan Vicdani Red
Türkiye’deki sözde “ihlallerden(?) söz eden Yavuz Önen şunları aktarmaktaydı: “kendi kaderini tayin etme hakkı, yaşama hakkı, düşünce ve düşünceyi açıklama, vicdan ve inanç özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmelerden yararlanma hakkı, kültürel yaşama hakkı. Bu ihlaller faili meçhul cinayet, yargısız infaz, işkence altında ölüm, kaybolanlar, işkence, sakat kalma, cinsel tecavüz, cinsel taciz, basına yönelik saldırılar, düşünce suçlularına verilen ağır para ve hapis cezaları ve bu alandaki yargılamalar, toplatılan, kapatılan yayınlar biçimlerinde gerçekleştirildi. Kürt kimliği ve kürtçe ihlallerin yoğunlaşıp yaygınlaşmasının temel nedenleri arasında yer alıyordu…kürt sorununa şiddet yoluyla çözüm aranması, 20.000’den fazla insanın ölmesine, OHAL bölgesinde 2500 kadar köyün boşaltılmasına, yakılmasına, 3 milyona yakın insanın kendi kültür ortamlarından koparılmasına ve göç etmelerine yol açtı…ayrıca bölge ormanları yakılmış, göç nedeniyle boşalan köylerin bağ ve bahçeleri yok olmuş, savaş süresince 7 milyon baş hayvan yok olmuş ve hayvancılık ağır darbe yemiştir”
İnsan Hakları Derneği (İHD) 24 - 25 Ekim 1998 tarihlerinde yapılan 8. Olağan Genel Kurulu’nda, çevre sorunları başlığı altında şunları tartışmıştır: “Doğu ve Güneydoğu’da yok edilen tarımsal alan, hayvansal kayıplar, yakılan orman ve ekolojik dengenin bozulmasıyla ilgili çalışmalar yapılacağını; ayrıca nükleer enerji santralleri, siyanürlü altın madeni işletme gibi gündeme gelen protestolara aktif katılım ve destek verileceği”; kürt sorunu başlığında da, terörle mücadelenin adı “kural tanımaz özel savaş” olarak niteleniyor. Aynı zamanda sorunun bileşenlerinden olduğu savlanan “göç, bir etnik arındırma yöntemi olarak dayatılmaktadır. Köyler ve ormanlar yakılmakta, sivil yerleşim alanları yok olmaktadır” denilmektedir.
Tamamı...
ahmetdursun374.blogcu.com/vicdani-red-nedir/920760 Kayıtlı
www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?board=80.0
Bilginin arşivlendiği yer.
--------------------------------------------------------------------------------
YazdırSayfa: [1] Yukarı git« önceki sonraki »Toplumsal Bilinci Koruma ve Geliştirme Çatısı * T O G E Ç » ÖZEL ARAŞTIRMA DOSYALARI » GÜNEYDOĞU ANADOLU SORUNU - TERÖRİZM ve ANARŞİZM » ANALİZLER » ikiz yasalar (4867 ve 4868 sayılı kanunlarla kabul edilen BM sözleşmeleri) Gitmek istediğiniz yer: ===> ANALİZLER
Powered by SMF 2.0 RC3 | SMF © 2006–2009, Simple Machines LLC
XHTMLRSSWAP2
Bu sayfa 2.654 saniyede 23 sorgu ile
2
İKİZ YASALAR
Etiketler: emperyalizm, ikiz yasalar, pkk terör örgütü
İKİZ YASALAR İkiz Yasalar diye isimlendirilen yasalar Ecevit hükümetince hazırlandı, AKP hükümetinin önerisi ile Mecliste onaylandı. Bu yasalara batı demokrasilerinde "self-determinasyon" deniyor. Yani milletlerin kendi kaderlerini kendisinin tayin hakkı. Buraya kadar sorun yok. Birleşmiş Milletlerce önerilmiş ve 45 yıldır onaylanmayı bekleyen İkiz Yasalar, bu yasama döneminde ABD’nin isteği ile yürürlüğe girdi. Yasalaşmaması için kimi siyasi partiler, akademisyenler hukukcular çok gayret sarf etti, ama güçleri yetmedi. Yasa öyle bir zamanda çıktı ki, durdurmak çok zordu. AB pisikolojik savaşının televizyonlarda her gün işlendiği bir dönemdi.O sıralar AB üyeliği için kamuoyu desteği %70 leri buluyordu. Toz duman içinde, meclisteki büyük bir başka partinin desteği ilede(CHP) teklif yasalaşti. Hatırlarsınız Diyarbakır Belediye Başkanı Baydemir,büyük bir cürret göstererek Batman petrollerinin kullanımı hakkının kendilerinde olduğunu açiklamiş ve tepki toplamişti. Baydemir aslında meclisten geçen bu yasa ya dayanarak bunu söylemişti. Hatta bu konuyu raporlaştırmak üzere Birleşmiş Milletlerden iki veteran (kıdemli memur) gelmiş ve Güneydoğu ile ilgili raporunu hazırlayarak BM’ye vermişti. Yazmamin nedeni; önümüzde seçimler var. PKK/Kongragel temsilcileri bağımsız aday olarak Meclisimize önümüzdeki dönemde gireceklerdir. Seçilen bu milletvekilleri(ki milletvekili demeye dil varmiyor) Mecliste İkiz Yasaların kendilerine verdiği hukuki dayanaktan yararlanarak, PKK nin her türlü talebini önce Meclise getirecekler, sonra Birleşmiş Milletlere taşıyacaklardır. Derhal senaryolaştiralim bu konuyu. Diyelim ki,ordumuz bugunlerde devam eden operasyonu seçim sonrasina kadar sürdürdü ve kışa kadar devam ettirdi. Bizim Mecliste sözünü ettiğimiz “PKK destekçisi milletvekilleri” BM’den askeri müdahale isteyebileceklerdir . Çünkü İkiz Yasalar böyle durumlar için çıkarılmıştır. Değilse bu yasalar başka ne işe yarar? Eğer önümüzdeki meclisin yapısı AB ye ve ABD ye bağlilik yemini eden Tanzimat zihniyetindeki partilerden oluşursa,ki öyle görünüyor. Zaten öteki dünden teşne. İşi gücü bırakmış Türk Ordusu ile sinir harbi yaşiyor.Hükümet olmasına rağmen Irak politikası yok. Amerika’dan talimat bekliyor. Güneydoğu/Irak meselesini Ordunun üstüne yıkmış. Öte yandan Ordunun inisiyatiflerine mani oluyor.ABD ye Tezkerenin verdiği kompleks le şirin görünmeye çalişiyor. İnşallah buna benzer günleri yaşamayız. Ama tarihimize baktığımızda yaşadığımız görülüyor. Osmanlı son Meclis-i Mebusanı İngilizler tarafından basılmadan önce Mebusanda buna benzer hususlar tartışılıyordu. O zaman da Avrupa’dan “hakkaniyetli barış anlaşmaları” bekleniyordu. Hatta Ermeni mebuslardan biri “Osmanlı Bankası ne kadar Osmanlı ise bende o kadar Osmanlıyım” diyordu. Varın bizim “gözlemci milletvekilleri” neler isteyecekler siz düşünün.
Kaynaklar