- 1835 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BAKIŞMAK...AŞK!
BAKIŞ
Siyah bir noktaya takılan gözbebeklerimin derinliklerinde en derin duygulanmalar şaha kalkmıştı.Orada,etrafını saydamsı bir beyazlığın çepeçevre sarmaladığı o siyah noktada ne ütopyalar görüyordum!Ve orada ne heyecanlanmalar,ne dalgalanmalar mevcuttu!...
En deli dolu zamanımdaydım ve zamansızlığı yaşıyordum:
Hikâyemde “mekân” diye bir öğeye pek de rastlanmıyordu;yeterince mekânsızlık vardı zaten... Üstelik kuralsızlığın en harbi aktörü seçiliyordum ve “yasa” denen bir olaydan asla söz edilmiyordu... Sadece diz boyu özgürlük vardı;özgürlüğün sağ sol kroşeleri ve uçan tekmeleri mevcuttu...Ve ben o tekme-yumrukları yer yemez beynimden vuruluyor, havada savruluyordum.Darbe darbe üstüne indiriyordu özgürlük yüzüme-gözüme.Ah!Ne muhteşem bir ağız-burun kanaması!..
Coşkun denizlere şahit oluyordum orada,dalgalı:
Kimi zaman gemi olup dalgalarla boğuşuyor,kimi zaman balık olup şimşek hızı manevralarla yüzüyordum...Sonra bir bakıyordum ki gemi olan ben,bir yerlerden su alıyor,batıyordum...Öte yandan balık olmanın acısını –balıkçıların iştahını kabartma şansızlığıyla- çekiyor ve ağlara yakalanıyordum...Su ile olan sarmaş dolaş yaşantım koca bir çam kütüğü örneğiyle devriliyordu ve ben can verme çırpınışıyla çırpınıyordum...Ah!..Ancak balık olan bilir;pek de büyük bir işkencedir çırpınmak,hayat hakkı bitmiştir çünkü....Ve bu debelenme esnasında siyah bir çift noktanın hançer eğrisi dikenlerine gözüm takılıyor, şaşırıp kalıyordum.Çırpınışımın yansımasını görüyordum o zeminde...Çırpınarak ölmeyi ilk kez böyle çekici buluyordum...Ne de harikâydı güzel gözlü balığın allı pullu kuyruğunu yerden yere vurması!..
Yüce dağlar görüyordum o romanda,havası dumanlı:
Başımı hangi yöne çevirsem kar ve tipi...Hangi tarafa dönsem dipsiz uçurum...Ve üç beş metre ötemde uluyarak kurban isteyen kurt sürüsü...Etrafımda tango yapıyorlardı sivri dişlerini göstererek... Dilleriyle dudaklarını yalamaları o günkü mönünün seçilmiş olduğunu gösteriyordu...Ve ben nedense hiç korkmuyordum,tam bir teslimiyet içerisindeydim... Korksam ne yapabilirdim ki?..Karın şiddetinden bir gözümün gördüğünü diğeri görmüyordu... Uçurumdan atlasam karın ritmik akışına eşlik edecektim;ama sonuç yine aynıydı.. Silah yok, cephane yok... “Ne yaparlarsa yapsınlar” rahatlığına bürünmüştüm... Birden bir hırlayışın sesi yankılandı ense kökümde...Boynuma geçirilen dişler...Boğulma hırıltıları çıkarıyordum...Derken diğerleri de üstüme atılıyordu.Kolumdan,bacağımdan parça alan dumanlı dağların korkusuz cengâverleri yemeğini başkasıyla paylaşmama arzusuyla nereye gittiklerini düşünmeden bir kaçış tutturuyordu...Sevinçliydim;av olmayı kendim istemiştim,kendi zevkimin kurbanıydım...Gidenin ardından bakıyordum:Ne sarhoş bir sevdaydı mönülerinden gözlerimin artakalması!..
Güreşen devleri seyrediyordum o meydanda,iri yapılı:
Paldır küldür ayak sesleri,ağızlarından çıkan korkunç hırıltılar bir ninni melodisiyle ulaşıyordu kulağıma.Adı “Sen” ve “Ben” olan bu iki devden “Sen” olan dev “Ben” olan devi kollarının o kuvvetli kaslarıyla kaldırıp yere çalıyordu ve “Ben” olan dev en kötü yutkunmalara esir oluyor,yeniliyordu...Bense “dünyanın en sineye çekmeye değer yenilgisi” diye düşünüyor,bu düşünmeyle mutlu oluyordum.İri cüsseli yenilmiş devin yere serilirkenki pozisyonuna bakıyordum:Ne de güzel bir düşüştü!...Ne hoş bir enstantaneydi sırtın şöyle beş altı metre yükseklikten yere gelmesi,kemiklerin çatır çutur kırılması!...
Tarihin en çetin,en tozu dumana katan savaşlarına kanatlanıyordum o meydan muharebesinde, “gözlerim kapalı”...
Savaşı dinlemeye çalışıyordum:Birbirine karışıyordu bağırtılar...Öteye beriye koşuşturmalar...Binlerce feet yüksekliğindeki uçaklardan bırakılan bombalarla dağlar ovalara dönüşüyor,ovalar dağlaşıveriyordu ve ben dağları aşmaya çalıştıkça çukurlarda buluyordum kendimi...Mermiler başımın hemen üstünden,sağ sol kulaklarımın hemen birkaç santim yukarısından geride şarkı sözleri bırakarak vızıldıyordu...Sonra kuzeydoğu-güneybatı yönünden başka uçaklar beliriyor ve savaş meydanının her iki uç noktasını bombardımana tutuyordu. “Kafa,göz,gövde;bacak,kol,çene;parmak,el,ayak”lar atmosfer boşluğunda halay çekiyordu...Ne eşsiz bir ütopik manzaraydı organların iki ileri bir geri gitmesi!..
Bu öykümde “mekân” göreceli bir kavram olarak biliniyordu...Zaman zaman boşluklarda sallanıyor,ara sıra göklerde havalanıyor,bazen yerlerde sürünüyordum...Ve kaderimin vazgeçilmez öğesi dipsiz uçurumlar... Uçurumların o kenarına bu kenarına çarparak bitap düşüyor,kuvvetli bir yerçekimi etkisiyle zeminsiz boşluğun kollarına jet hızıyla alçalıyordum...Yorgunluktan yıkılacak oluyordum.... Yıkılma olasılığıyla ilk defa karşılaşıyordum ve oldukça da hoşuma gidiyordu...Yıkılmak ferahlık veriyordu,yıkılmak komedi oluyordu ve gülüyordum...Ne de munis bir çılgınlıktı siyah bir çift nokta için sevgilinin kendini feda etmesi...
Kuralsızlıklarla örülü düzensizlikler filminin baş aktörüydüm...“Kanun” denen “hürriyetini kısma” olayını kesinlikle tanımıyordum...Gerçi,tanısaydım bile,kanunların elimden çekeceği olacaktı; buna eminim... “Gönül ferman dinlemezdi” çünkü...Çayın ve çayhanenin bahane olduğu bir yerde gönül ferman-kanun dinler miydi hiç?
Siyah bir noktaya takılıkalıyor gözbebeklerim.Etrafını hançer eğrisi dikenler sarmış...
Güllere menekşelere bezenmiş ne bağlar görüyordum orada,dalına şakıyan bülbül konan!...
Ve ne çeşmeler,ne akarsular sel olup coşuyordu denizlere ilerlerken,akmaya sevdalı!..
YORUMLAR
diz boyu özgürlüğün mekanına meknasızlığın kanunu sermek ve iç sesin farklı bir duruşu...
tebirkler...