- 912 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
GÜNEŞ VE GÜL
On yıldır gitmediği doktor kalmadı. “Eşinle birlikte geleceksin, sende problem görünmüyor.” diyordu doktorlar.
Sevgiyle kurdukları yuvalarında eksik olan tek şey cıvıl cıvıl çocuk sesleriydi. Eşinden yana sıkıntısı yoktu Esma’nın, ancak kayınvalidesinin, çevrenin baskısı ve manidar bakışlar canından bıktırmıştı.
Genel olarak bu tür muayenelere kadınlar eşleri ile birlikte giderler ama Esma hep kayınvalidesiyle gidiyordu. Köyün diline düşer endişesi ile eşi doktor kontrollerine hiç gitmiyordu.
Kasabaya yeni bir kadın doktorunun geldiğini öğrenen kayınvalide Rabia Hanım, yeni bir randevu almıştı gelini Esma’ya sormadan. Esma o gün yine hastaneye gideceği için tedirgindi. Evin avlusunda dolanıp duruyordu eli koynunda. Gecenin karanlığına sakladığı düşlerini biraz daha derine gömeceği içindi belki de bu tedirginliği. Yine umutsuzca bir hayalin peşinden gitmenin sıkıntısı yüreğini dağlıyordu.
Çocuk dediğin ha dediğinde olmuyor ki kendince çareler bulsun Esma. Kafasından yine bin bir türlü düşünce geçiyordu. Çocuk sahibi olmayı hayatının merkezine koyduğundan beri başka bir şey düşünemez olmuştu. Kocasının kollarına çocuk vermeyi her şeyden çok istiyordu. Aslında annesiz babasız çocuklardan alıp büyütebilirlerdi, böyle de anne baba olabilirlerdi ama kayınvalidesi Rabia Hanım’ın “elden oğul, külden tepe olmaz gelin” demesi onun bu isteğini de elinden alıyordu. Eşinin kendi çocuğunu büyütmek isteği, Esma’nın da isteğini körüklüyordu. O bu kadar istekli olmasa vazgeçebilirdi hayalinden, diğer olumsuzluklar umurunda bile olmazdı Esma’nın.
Minibüs, kasabanın tozlu yollarında bir o yana bir bu yana sallanırken, sallantıyı beşiğe benzetip çocuğunu sallıyormuş gibi düşleri kovalıyordu kafasında Esma. Rabia Hanım’ın sesiyle kendine geldi.
—Hadigelin inelim hastaneye geldik, dedi.
İstemeye istemeye minibüsten indi Esma Gelin. Alışkın olduğu hastane koridorlarını bir çırpıda geçip kendini doktorun kapısında buldu. Yeni geldiği her halinden belli olan güler yüzlü, biraz tombulca, kırmızı yanaklı hemşirenin daveti ile içeri girdi. Kayınvalide, doktora aldırmadan hemen masanın karşısındaki koltuklardan birine oturdu. Doktor, burnunun ucuna kadar inmiş olan gözlüğünün üstünden bir Esma’ya, bir de kayınvalidesine dikkatlice baktı.
— Muayene olacak hanginiz? diye sordu. Esma, yıllardan beri doktora gitmenin verdiği rahatlıkla;
—Ben, diye cevapladı doktorun sorusunu.
Doktor yine gözlüğünün üstünden bakarak Rabia Hanım’a;
—O halde siz dışarıda bekleyin dedi. Kayınvalide sesini çıkarmadan odadan çıktı. Hemşire de gidince, doktor;
— Nedir derdin kızım anlatır mısın? dedi. Esma;
—Çocuk sahibi olamadığını, gördüğü tedaviler ile ilgili hikâyesini soluk almadan bir çırpıda anlatıverdi doktora,
—Eşin de doktor kontrolünden geçti mi? diye sordu,
— Ben hiç kocamla muayeneye gelmedim ki dedi Esma utanarak.
Doktor anlayışlıydı, durumu anladı;
—Kocan dedikodu olur diye mi gelmiyor kızım? diye sordu. Esma’nın Cevabını beklemeden;
—Size bir önerim olacak; Burası küçük bir yer dedikodu olur korkusu taşıyorsunuz anlıyorum, sizi Eskişehir’de kadın doğum uzmanı bir arkadaşıma göndereceğim. Kocanızla birlikte orada muayene olun, ama ben yine de gelmişken sizi muayene edeceğim dedi. Hemşireyi çağırdı,
—Hastayı hazırlayın muayene edeceğim dedi.
Hemşirenin güler yüzlü hali, sevimli konuşmaları, doktorun babacan yaklaşımı içine su serpmişti Esma’nın. Sanki içinden bir ses bu kez olacak Esma diyordu.
Doktor, kısa bir muayeneden sonra çocuk sahibi olması için bir sorunu olmadığını, mutlaka eşinin de kontrolden geçmesi gerektiğini söyledi. Çıkarken eline tutuşturduğu Eskişehir’deki doktorun adresi ve telefonu umudu olmuştu Esma’nın. Bu kez yürekten hissediyordu çocuk sahibi olacağını.
Kayınvalide Rabia Hanım heyecanla bekliyordu Esma’yı. Başörtüsü gibi kullandığı siyah şalını başının arka kısmına toplamış, ellerini beline koymuş, zeytin karası gözlerini açarak;
—Söyle bakayım gelin ne dedi doktor,
—Hep aynı şeyler anne, Yücel’in de gelmesi gerekirmiş, böyle tek başına olmaz dedi.
—Bak hele ne yapacakmış benim aslan oğlumu hiç gerekmez dedi kestirip attı. Sustu Esma, her zamanki gibi. Kadının adının olmadığı bir memleketin, kadına değer vermeyen bir hemcinsinin sözleriydi kulaklarında çınlayan. Bu çelişki yoruyordu onu.
Kasabanın meydanından sağa dönen yola kıvrıldıklarında, tepede bir ağacın altında bulunan Sarıklı Baba Türbesi’ni görünce;
—Anne Sarıklı Babayı ziyaret edelim mi? dedi Esma. Rabia Hanım, köyün kadınları ile sık sık Sarıklı Baba’ya gider dua ederdi. Gelinin çok istekli olduğunu görünce gitmeyi kabul etti.
Sarıklı Baba Türbesi’ne giden yolun her iki tarafında bulunan kavakların çıkardıkları sesler, çocuk ninnisi gibi tüm bedenini sardı Esma’nın. İçinde tariflere sığdıramayacağı bir heyecanla tırmandı tepeye. Dualar etti. “Gözümün görmediği, ayaklarımın gitmediği ve kalbimin bilmediği hangi yolda gizlidir ulaşamadığım bu arzum. Ulaşırsam bunun bana verdiği mutluluğu hisseder misin Sarıklı Baba... Bugün çok güzel bir gün, her günden daha farklı ben daha bir huzurluyum, acaba bu iç huzurum ömrüme elini uzatır mı?” diyerek dualar etti, sureler okudu.
Gün batıyordu, akşam olmak üzereydi. Rabia Hanım;
—Acele et gelin, Yücel neredeyse gelir, eve geç kalmayalım dedi.
Esma içindeki heyecanın adını koyamıyordu. Adımlarını hızlandırdı. Yokuş aşağı inerken kendini tutamıyordu. Rabia Hanım, gelinine yetişmek için nefes nefese kalmıştı. Eve gelmek için geçtikleri sokaklarda kapı önlerinde oturan komşuların manidar bakışları arasında;
—Siz gelin, kaynana yine doktordan mı geliyonuz, laflarına maruz kalmışlardı.
İki ay önce doğum yapan kapı komşularının kızı Sibel, çocuğunu emzirirken, tepeden bakışıyla Esma’nın içini yakmıştı. Ancak, o bakış, eskisi gibi acıtmadı Esma’yı…
Yücel çoktan eve gelmişti. Avluda karısının ve annesinin dönüşünü heyecanla bekliyordu. Kapı açılır açılmaz, Yücel hemen neler olduğunu sordu eşine. Rabia Hanım gelinine fırsat vermedi konuşması için. Başladı kendisi anlatmaya ve doktorda olan biteni en ince detayına kadar anlattı oğluna.
Esma, Yücel’e göz işareti ile yukarıya yatak odasına gelmesini istedi. Evin eskimiş tahta merdivenlerini koşarak çıktı Esma, biraz sonra da Yücel geldi yanına.
— Hayırdır Esma, bugün sende başka bir hal var? Esma çok heyecanlıydı, elleri titriyordu.
— Sana güzel haberlerim var Yücel’im. Kasabaya yeni gelen doktor babacan, yardımsever bir doktor. Senin Eskişehir’de kimseler duymadan tedavi olabileceğini söyledi dedi ve elindeki kartı Yücel’in eline sıkıştırıverdi.
—Ne olur Yücel bu kez olacakmış gibi bir his var içimde. Sarıklı Baba’ya da gittim dua ettim he de gidelim kimse duymaz. Gezmeye gider gibi gider döneriz.
Yücel, Esma’nın gözlerinin içine bakıp, boşuna bu uğraşlar dercesine kartı evirdi çevirdi, yatağın başucundaki çekmeceye attı. Hızla odadan çıkıp aynı hızla merdivenlerden inerek gözden kayboldu. Arkasından umutsuz gözlerle baktı Esma.
Esma, pencere kenarında Yücel’in dönüşünü beklerken gözyaşlarının, gözlerine verdiği ağırlıkla uyuyakalmıştı. Her iki tarafı kavak ağaçları ile dolu olan bir yolda tepeye ulaşmak için yürüyordu. Bütün kavak ağaçları yoluna selam durmuştu. Çıkardıkları sesler ninniyi andırıyor, tıpkı bir annenin çocuğuna söylediği ninni gibiydi. Güneş her tarafı ışığıyla aydınlatmış, tepede elinde asası ile nur yüzlü bir ihtiyar Esma’yı çağırıyor. Ona ulaşmak için geçtiği yollardan sonra, nehirlerin üzerinde çıplak ayaklarıyla, beyaz elbisesiyle uçarcasına yürüyordu Esma. Dileği, bu nur yüzlü ihtiyar ile buluşmak, ona derdini anlatıp çareler dilemek, kısa da olsa sohbet etmekti. Tepede durmakta olan ihtiyar; “Bana yağmurlarla bereketle gel kızım.” dedi. Gök gürledi, şimşekler çaktı. Elbisesinin ışığı Esma’nın gözünü kamaştırdı, etrafını göremez olmuştu. Bir el uzandı ve Esma’yı tepeye çıkardı. Bir elinde asası diğer elinde güneş, eteklerinde altın sarısı saçları, tombul yanakları olan bir kız çocuğu ile yine elinde minik bir oyuncakla ayaklarının dibinde oynayan zayıf çelimsiz bir erkek çocuğuydu gördüğü…
Elinde tuttuğu parlak güneşi Esma’ya verdi ihtiyar.
“Bu güneş senin bununla evini ısıt, üşüyen bu çocuklara kol kanat ger ve onları yüreğinin bir köşesine koy kızım.” dedi ve gözden kayboldu.
Esma, bir elinde sarı saçlı, tombul yanaklı çocuğu, diğer elinde zayıf ve çelimsiz çocuğu tutup onlara sımsıkı sarıldı. Üşüyen bedenlerini sevgisiyle ısıttı. Ellerinden tutup nehir kenarındaki bir ağacın altına oturdular birlikte. Çocuklar Esma’ya, Esma çocuklara baktı. Sımsıkı sarıldılar birbirlerine. Çocuklar koştu, Esma onların ardından koştu. Yemyeşil ağaçlardan meyveler kopardılar, şarkılar söylediler, birlikte cennetteki güllerden topladılar. Esma yüzündeki gülücüklerle yeniden sarıldı çocuklara. Kız çocuk gül verdi, erkek çocuk yanağına sımsıcak bir öpücük kondurdu Esma’nın. Uyandı tatlı uykusundan, yanağında öpücüğün sıcaklığı, elinde bir gül, etrafta gülün kokusu ile...
Şaşkındı Esma, içi ürperdi ve huzurla doldu yüreği. “Bu kez olacak, biliyorum bu kez olacak” diye mırıldandı. .
Yücel’in umursamaz tavırları Esma’nın hayallerini yıksa da, umutlarını tüketmemişti. Onunda çok istekli olduğunu biliyordu. Belki de yine bir olumsuzlukla karşılaşırız korkusu ile bunu yapmak istemiyordu kim bilir?
Öğleye doğru bahçe kapısının tokmağı birkaç kez çaldı. Postacı elindeki zarfı uzattı. Zarfın üzerinde Yücel ve Esma diye yazıyordu. Heyecanla açtı zarfı. Esma’nın kuzeninin düğün davetiyesiydi gelen. O hafta sonu, Eskişehir’de yapılacak düğüne davet ediyorlardı. Akşamı zor etti Esma, Yücel eve gelir gelmez bir haftalığına kardeşine giden Rabia Hanım’ın yokluğundan da faydalanarak;
—Hem düğüne gidip, hem de kimse anlamadan muayene olabiliriz dedi, kocasının boynuna sarılarak. Yalvaran gözlerle bakıyordu. Yücel, bir süre karısının gözlerine baktı, sonra gülümsedi,
—Tamam, gidelim dedi. Esma, sevinçten yerinde duramıyordu. Yücel, ilk kez muayene olmayı kabul etmişti.
O hafta sonu bir türlü gelmedi. Sanki günler uzamış, saniyeler saatlere, günler aylara dönüşmüştü. Zaman geçmek bilmiyordu. Ağır da olsa, nihayet beklenen gün geldi. Yücel işyerinden birkaç günlüğüne izin aldı. Kimselere görünmeden yola çıktılar.
Öğleden sonra Eskişehir’e vardılar. Ellerindeki kartta yazan adresi bulmak için merkeze yürüdüler, birkaç yerden sorduktan sonra kolayca doktorun muayenehanesini buldular. Sırada kimse olmadığı için Yücel hemen muayeneye alındı. Muayeneden sonra Esma’nın doktoru ile telefon görüşmesi yapan doktor bir süre elleri çenesinde düşündükten sonra,
—Sizin çocuğunuz olur. Küçük bir tedavi geçirmeniz gerekir bu tedaviyi isterseniz kasabada da olabilirsiniz dedi. Yücel, ayağa kalktı;
—Kesinlikle olmaz dedi. Eskişehir’de tedavi olmayı kabul etti. Tedaviye başlamak için gün aldılar, düğüne şöyle bir uğrayıp ertesi gün köye geri döndüler.
Kayınvalide Rabia Hanım, artık Esma’ya baskı uygulamıyordu, o da umudunu kaybetmişti. Yücel, işe gider gibi evden çıkıp, gizlice tedavi için Eskişehir’e gidiyordu. Kararlılıkla, aylarca devam etti tedavisine. Onun bu istekli hali Esma’yı iyice umutlandırmıştı. Artık emindi onların da çocukları olacaktı. Bu yola birlikte girip, kararan dünyalarında gözlerinin aydınlığına yeniden kavuşacaklardı.
Arife günü bayrama hazırlıklar yapılıyordu. Rabia Hanım’ın, bayramlık baklava yufkası açmasına yardımcı oluyordu Esma. Midesinin bulantısı ile kendini bahçedeki lavaboda buldu. Baklavaya konacak tereyağının kokusu en sevmediği kokuydu, yine rahatsız etmişti. O günü mide bulantıları ile geçirdi. Ertesi gün evlerine bayram ziyaretine gelen komşulara ikram ettiği kolonyanın kokusu ile yine kendini lavabonun başında buldu. Bayram bitene kadar mide bulantıları devam etti. Esma dâhil, herkes bu hastalığı konuşuyordu.
—Vah vah çocuk düşüne düşüne, ince hastalığa yakalandı her hal”. diyorlardı
Esma’da şaşkındı. Çocuğunun olacağını hissediyordu ama “bu kadar erken olamaz” diye geçiriyordu kafasından, “ben hastayım galiba” diyordu. Mide bulantıları fazlalaşınca Yücel, kasabaya hastaneye götürdü Esma’yı. Muayeneden sonra Esma’nın hamile olduğundan emin olan doktor, herhangi bir şüpheye yer vermemek için tahlil yaptırmasını istedi.
Özlemle çocuk istediklerini bilen hemşire, tahlil sonuçlarını elinde sallayarak Esma’ya doğru geliyordu gülerek.
—Müjdemiisterim” dedi. Esma ve Yücel şaşkınlıkla hemşirenin yüzüne baktılar,
—Hayırdır Hemşire Hanım ne müjdesi “ dedi Yücel. Esma, hissetmişti, biliyordu alacağı cevabı, çok heyecanlandı, kalbi hızla atıyordu.
—Bir bebeğiniz olacak” cümlesi ile kendinden geçti Esma. Gözlerini açtığında onlara çocuk sahibi olabilmenin yollarını açan doktorun odasındaydılar. Esma’nın elleri Yücel’in ellerinde, başucunda doktor gülerek bakıyordu Esma’ya. Herkes onlar adına mutluydu, onlar mutluluktan daha öte bir duygu seli içindeydiler. Doktora defalarca sordu Esma;
—Gerçekten hamile miyim, bunlar doğru mu? Doktor;
— Evet kızım, muayene ve tahliller bunu doğruluyor bir bebeğin olacak gözünüz aydın” dedi.
Hem Yücel, hem Esma caddelerde yürümüyor adeta uçarcasına koşuyorlardı. Eve nasıl geldiklerini hatırlamıyorlardı. Yücel her gördüğü tanıdığına çocuğumuz olacak diyordu. Esma’nın yüzündeki gülümseme devam ediyordu. Avluya ayak basar basmaz Rabia Hanım;
—Neymiş derdin gelin, inşallah önemli bir şeyin yoktur dedi ve cevabı beklemeden avlunun diğer ucuna doğru yürüdü.
—Anne derdim değil derdime dermanım varmış, torunun geliyor dedi Esma. Rabia Hanım, şaşkınlıkla yüzünü Esma’ya döndü.
—Ne, ne dedin sen dedi ve koşarak geldi gelinin yanına. Boynuna sarıldı, sonra Yücel’in boynuna sarıldı. Esma’nın bebeğinin olacağını öğrenen komşular, evin avlusuna doluşmuşlardı. Herkes tebrik ediyordu. Yücel’in yüzündeki gülümseme Esma’yı çok mutlu ediyordu.
Hamilelik dönemi iyi geçiyordu, çok sıkıntı yaşamıyordu Esma. Birkaç mide bulantısı ve baş dönmesi dışında bebeği annesini hiç rahatsız etmiyor sessiz sedasız büyüyordu içinde. Esma’nın karnı olduğundan da büyüktü, bu durum herkesin dikkatini çekiyordu, bu bebek ikiz olmasın diyenler çoğunluktaydı. Sağlıklı olsun da ister ikiz olsun, ister tek olsun diye düşünüyorlardı.
Bebeğin, onların hayatına renk katacağı günler yaklaşmıştı. Heyecan içinde odasını hazırladılar. Duvarlara hayal kahramanlarının resimlerini astılar, sık muayeneye gidemeyen Esma, son muayenede doktorunun “bir haftaya kadar doğum yapabilirsin” demesi üzerine heyecanı doruğa çıkmıştı. Hummalı bir hazırlık içine daha girdiler, bu kez kendisi için hazırlık yapıyordu Esma. Bebeğin cinsiyetini sürpriz olsun diye öğrenmek istememişlerdi, kız ya da oğlan zaten fark etmezdi. Yeter ki sağlıklı olsundu.
Doğuma giderken elleri titriyordu Esma’nın. Heyecandan konuşamıyordu. Bebeğini kucağıma almak için sabırsızlanıyordu. Hamilelik ne kadar kolay geçtiyse de doğum zor olmuştu. Hemşirenin kollarında gördükleri iki bebek için Esma ve Yücel birlikte çığlık attılar, yaşadıkları her zorluğu unutmuşlardı o anda;
—Bu ikisi de bizim mi? diye sordular gözlerini açarak. Hemşire;
—Biri kız, diğeri oğlan dedi. Esma’nın kollarından birine kızını, diğerine oğlunu verdiğinde tarif edilemez güzel bir koku geldi burnuna. Yıllardır özlemini çektiği bebek kokusuydu bu. İşte bu his anlatılamazdı. Karnının büyüklüğünden kendisi de şüphelenmişti ama doktorun anlamaması mümkün değildi. Doktor gülümsüyordu. “Siz, sürpriz olsun diye bebeklerin cinsiyetini öğrenmek istemediniz, ben de bir çocuk isterken, Allah’ın size iki çocuk verdiğini sakladım ve sürpriz yaptım, yapacağınız tek şey bir tane daha bebek odası hazırlamak.” dedi. Gerçekten de inanılmaz güzel bir sürpriz yaşamıştı Yücel ve Esma.
Bebekleriyle buluştuğu ilk günün gecesinde yine aynı rüyayı gördü Esma. Aksakallı ihtiyar ziyarete gelmişti, hastanedeki odanın penceresinden girdiğinde rüzgârı da onunla birlikte gelmişti. Elindeki sepetten çıkardığı gülü Esma’ya uzattı;
—Ellerin üşürse kızım güneşin yanaklarına koy, öpmeye doyamadığın yanaklarına dedi oğlunu göstererek, umutsuzluğa düşersen, yaprakları dökülmemiş gül ağaçlarının resmini çek ve hep güller gibi baharı yaşa dört mevsim dedi kızını göstererek.
Esma birden uyandı uykusundan. Bebekleri kollarında uyuyordu, eline gül tutuşturulmuştu. Yanaklarında çocuklarının öpücüklerinin sıcaklığıydı derinden hissettiği.
Yücel ve Esma şimdi çocuklarından başka hiçbir şey düşünemiyorlardı. En mutlu günlerini yaşıyorlardı. Oğulları Güneş ve Kızları Gül için bugün daha bir sıkı sarıldılar hayata. Her saniye çocuklarının kalbi ile atıyordu kalpleri, meydan okuyorlardı fırtınaya, yağmura… Başları dik geziyorlardı, omuzları düşük değildi artık.
Buluşmalara, kavuşmalara, gözyaşlarına, acıya ve mutluluğa rağmen hayat çok güzeldi. Bugün daha farklı ve iyi görüyorlardı insanları… Hepsinden iyisi ikisinin de gözlerinin içi gülüyordu, çocukları gülerken…
Hülya TÜRK
YORUMLAR
hayatı damarlarındaki en ince manaya kadar anlama yaşama ve dokunma içgüdüsüyle yaşamak sanırım insan yanımızın ilk şavkı olsa gerek
ki
yaşadığımız kadar götüreceğiz gidilen en gerçek yere...
kutladım...
HÜLYA TÜRK
HÜLYA TÜRK
Teşekkür ederim yapıcı ve dost eleşitiriniz için.