Agafia
Teller çekilmiş ara yere. Hâlbuki oluşunda bir engel yok dünyanın kuruluşunda.
İki mahallenin çocuklarından daha uzak mıyız seninle. Telin önünde buluştuğumuzda aslında uzatınca elimi dokunabiliyorum ellerine. Ama sür git bir yasak hikâyenin çocuklarıyız yine de. Plastik bir top alsak ve oyun kursak tellerin üzerinden... Top oynasak, onlar top patlatırken hışımla. Bir savaşın orta yerinde gülüşsek, onlar bağrışırken birbirlerine. Senin annenle benim annem, görüşseler telin iki yanında. Bir küçük tüp getirsek annemle ikimiz, annenle sen kurabiye yapsanız geceden. Çay içseler karşılıklı, arkadaş olsalar bizim gibi.
Ben beyaz tenine renkli boncuk gözlerine ve sapsarı saçlarına hayran seni beğenirken, sen sıradan olduğunu düşündüğüm kocaman kara gözlerime ve kıvırcık siyah saçlarıma tutulsan büyüdükçe. El ele büyüsek telin iki yanında. Sınırlarımız belli olsa. Birileri sınır çizse, büyüdükçe kalbimize düşen sevgimize. Sen benim, ben senin düşmanın olsam büyürken, birbirimize hiç düşmanlık hissedemeden. Üstüne üstlük reddetsek “düşman” kelimesini. Tutulsak güneşin aya, ayın güneşe tutuluşu gibi birbirimize gün be gün. Senin dinin sana olsa, benim ki bana. Bu bile ayıramasa ikimizi. İnsanlığımızda buluştursak gönlümüzü yine de. Tek sınırımız gülümsemelerimize olsa gülüşlerimize, kahkahalarımıza.
Gönlümüzün bir cumhuriyeti olsa seninle. Yalnızca bize ait bir ülke kursak aşka dair.
Sınır çizgisinin sonuna kadar gitmeye karar versek. Sınırı aşmak, aşkımızın tek yolu olsa. Sahi toprakta süren sınır, suda da devam eder mi? Toprakta büyüyenler, suda nefes alabilirler mi? Balık olsak seninle yan yana yüzen, yüzgeçleriyle birbirine dokunup zayıf hafızalarımızla gözümüz önünden birbirini ayırmayan. Unutmamanın derdiyle aşkımızı.
Seninle aramıza tel çekenler bize birer yüzgeç borçlular bana kalırsa. Bir de nefes almak için birer solungaç. Burada derin sevda solukları almamıza izin vermediklerine göre suda sürecek bir sevda borçlular ikimize.
Ben üzerine ay ve yıldız düşmüş bir kırmızı balık olsam, sen suyun renginde benzine beyaz bir toplama işaretiyle yanımda dursan. Toplasak bize dair ne kadar birikmiş sevinç varsa içimizde. Çoğalsak yan yana süren sevgimizde. Unutulsa önümüze konan sınırlar, hiç değilse kendi içimizde. Çekilen tellerden kurtulsak yıkandığımız egenin sularında.
İnsan olduğumuzu unutsak ve börtmese tenimiz suda yaşarken. Hiçbir balıkçı bizi yakalamaya kıyamasa. Vurmasak bir daha karaya ve oltalara gelmesek bir yudumcuk karın tokluğu için. Açlıktan öleceğimiz varsa oluruna bıraksak. Büyük balıklar bizden uzak dursa. Sadece birbirimize güzel görünsek ve kimse bizi beğenmese. Yemek için sıraya girmeseler. Tüm büyük balıklar geceleri tavukkarası olsa, gündüzleri gündüz körü. Küçüklüğümüz aşkımızın büyüklüğüne mani olamasa.
Sarı saçları omzuna dökülen mavi gözlü beyaz bulutum. Agafia’m.
Sen güzelliğin başı olsan ömrümün. İsmimi sahiplensen sen. Zade’m desen bana kırık Türkçenle. Seninle başlayan hayatım sınırsız bir suda bende son bulsa doğru dürüstlüğümle. Bir tel örgü engel olamasa başlayan oyunumuza. Sür git bir düşmanlığın sonunu getirsek kendi çocuklarımızda. Tek bir deniz yıldızına bile değmez mi aşkı yaşamak Agafia’m…
Ankara, Eylül 2007