Kar + Dolunay = AŞK
Soğuk bir kış gününde kimseden haber alamıyorken, duyduğunuz sözcükler sadece onun dilinden süzülüp gelen, işveli bir şarkıyı andırıyorsa; hayata çevrim dışı, sevgilinize sonsuz titreşimlerle katılıyorsanız, kusura bakmayın ama sil tuşuna bir ‘tık’ uzaktasınız demektir.
Şehrinde kar olanlarla şehrinde dolunayla buluşanlar arasında yaşanan mücadeleyi kim hafife alabilir ki? Dolunay özel bir davete katılmak için hazırlanan yakışıklının üzerindeki şık bir smokini andırıyordu. Kim karşı koyabilir bu yakışıklılık karşısında, damsız girilmez yazıları kaç para eder ki. Kar mı? Omuzlarından aşağıya kadar süzülen, straplez denilen bir tarzda, topuzundan sırtına kadar inen tülüyle, yüzündeki ışıltıyla, parıltıyla, ayaklarındaki topukluyla, merdivenden ağır ağır inen ahşap bir masaya doğru ilerleyen, sağda solda kim varsa hepsinin bakışlarının üzerine çeken, papatyalarla sarmalanmış bir geline benziyordu. Öyle kendinden emin yağıyor ki…
Yüksekçe bir tepeye çıkıp hem karın yağışını izleyip hem de dolunaya selam durmak mümkün müdür?
Şehrinizde kar yağıyor ve siz sevgilinizden hala ayrılamamışsanız (o çoktan gitmiştir, ya da oradadır hala) daha önce duyduğunuz kar sevinçlerine hiç benzetemiyorsunuz içinizdeki duyguları. Baş ağrısıyla kalp ağrısı arasında gidip geliyorsunuz. Kendinizi Rus yapımı filmlerin bilinmeyen tren istasyonlarında bulmak istiyorsunuz. Kömürlü trenin sis kokulu vagonlarında hayat bulacağınıza inanıyorsunuz. Elinize aldığınız Dostoyevski ve Tolstoy romanlarını okuyamıyor ve gittikçe daraldığınızı düşünüyorsanız hemen balkona atın kendinizi. Ve yağan karın ruhuyla bulayın hayatınızı. Siz sandalyede oturuyorsunuz elinizdeki müzik çalarda bir şarkı arıyorsunuz ‘’her bahar öncesinde kardelene dönüşmeyi, kopmayı, koparılmayı anlat.’’ Diyen Şebnem Ferah hemen karşınızda.
Peki, şehrinde kar olmayan, sadece uzaktan gördüğü beyazın soğuğuyla üşüyenler ne yapacak? Dolunay gülümsüyor onlara, üzerine bir plak konulmuş. Döndükçe dönüyor, davet ediyor her bir aşığı etrafına. Uzaktan belli belirsiz görünen otobüs durağı var üzerinde, otobüsler hızlı hızlı geçiyor yanından, merak ediyor ve yaklaşıyorum oraya. Durağın hemen üzerinde ‘’kırık kalpler durağı’’ yazıyor. Ne çok inen var, bir o kadar da binen. Candan Erçetin söylüyor dolunay dile geliyor. Adını anmaya korktuğunuz sevgiliniz bir anda baş harfiniz oluyor.
Kar da aşk gibidir. Gelmesi de olaya olur gitmesi de… Gelirken örter her şeyi, ne varsa yeryüzünde kendi güzelliğiyle gösterir. Giderken de ne varsa süpürür gider, çıplak bir şehir(beden) bırakır geride.
Dolunay da aşk gibidir. Karanlık olan dünyayı öyle bir aydınlatır ki unuttur dünyaya karanlık günlerini. Alışırsın geceleri bile gündüzü görmeye. Sonra gidişi başlar… Önce bir parça koparılmış ekmek boyutunu alır, daha sonra biraz daha ufalır. Ufalır ve hilal şeklini alır. Gitmesin diye arkasından koştuğun ama çaresizliğin esir alığı, geri döndürmeyi başaramadığın sevgili gibidir dolunay. Ve gider… Şehri karanlık basar, alışmışsındır bir kere aydınlığa dönmek kolay mıdır başladığın an’a. Yıldızlar bile yetemez olur.
Sevgiline sarılmış, ellerini göğsüne sarmış, bacaklarını onun bacaklarıyla ısıtmaya çalışıyorken, üzerinize aldığınız battaniye ile ufacık koltuğa sığmaya çalışıyorsunuz. Elinizde kumanda ‘play’ tuşuna basılmayı bekliyor. Bir de bu var değil mi?
Biliyorum, hiç umurunuzda değildir o anda kapının çalıyor olması veya suyun kaynadığını belirten çıt sesini duymuş olmanız.
Bir anda karlar tarafından üzerinin örtülmesinden, dolunay tarafından ışığının kesilmesinden, korkar! Sevgi çiçekleri… Hep bulundukları anı yaşamak istekleri bundandır.
Doğuşan Işık
04.02.2010
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.