- 813 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
AŞK İKİ KİŞİLİKTİR-İHANET GENETİKTİR...
Hepimizin bildiği ve kulağa aşina gelen bir söz vardır:
“Ya bu deveyi güdeceksin ya bu diyardan gideceksin”
Deve inatçı mıymış da bu söz söylenmiş? Neden iki seçenekle sınırlıyorlar insanın tercihlerini? Evet ve Hayırlar arasında başka bir umut vaat eden seçenek olamaz mıydı? Latin bir bilge, sanki bu sorularıma eşuyum bir zamanda yetişivermişti, usulca fısıldar gibi sözleri çalındı kulağıma:
“Bir anı bitirmeden bir başka ana geçemezin” veya “Üçüncü yol yoktur” diye kesin tavırlarını masaya yatırmışlar. Gerçek şu ki, kendine güvenen her insanın Latin düşünürlere katılacaktır.
Bir gün hiç unutmam; en mutsuz olduğum bir anda "yaşam çok fazla, taşımak istemiyorum artık seni" dediğim bir anda, karşıma benden daha mutsuz bir insan çıkmış, derdini anlattıktan sonra yaşamdaki onurlu duruşunu, azmine hayran bıraktırmış, beni yeniden yaşamın farklı sayfasını açmamı sağlamıştı. Bana aynen şunu söylemişti:
"Hayat bir maç sahasındaki oynanan oyuna benzer; hakemin üç sarı kartına rağmen gole koşmasını bırakmayan oyuncunun iradesi, azmidir yaşamak."
O gün hep bu sözleri kafamda evirip çevirmiştim. Yaşamı çekilmez kılan yaşamın ta kendisi değildir ki, asıl biz yaşama renk katmayan ve yaşamı hor gören, onun kıymetini-değerini bilmeyen BİZ insanlardır.
Tercihlerimizi ve bu tercihlerdeki kararlı duruşlarımızla belirleriz yaşamdaki nasıl duruşumuzu. Seçenekleri iyi ve doğru düşünmek gerekir, aksi halde mutsuzluk kaçınılmaz olacaktır.
Bir de adına "kader" dediğimiz irademiz ve irademiz dışı seçenek karşısında dona kalır veya zorlanırız. Nedir irademiz dışı olan adına "kader" dediğimiz?
Doğum ve Ölümdür.
Evet, biz dünyaya nasıl irademiz dışında, isteğimizin dışında geliyorsak, bu dünyadan ruhumuzun göç edişi dediğim, yani "Ölüm"’de adına "ecel" desek de bu eylem, irade dışı gelişen bir durumdur.
Bazı Batılı ülkelerde, yaşaması artık imkânsız olan ölümcül hastalıklara tutulmuş hastaların, eğer hastanın aklı yerindeyse, onun isteği dışında aile onaylarıyla gerçekleştirdiği durum vardır. Adı "ötenazi" olan. Kendi iradesiyle yaşamına son vermenin dışında bir de “idamlar” vardır. Toplumsal ve bireysel ağır suç işlemiş olanların yaşamaya hakkı olmadığına karar veren hukuk sitemindeki uygulama halen dünyanın birçok ülkesinde uygulanmaktadır.
Çok ilkel yerli kabilelerce de bu değişmez gerçek olan ölüm/öldürme ile yaşamın bir şekilde bittiği andır.
Bir de öyle bir öykü yaşanmıştır ki, yürek burkan, boğazda bir duygu yumağı ile tıkayan, Kızılderili kadını Ampata’nın yaşadığı dram vardır:
“…Ampata, genç ve cesur bir savaşçının karısıymış. İki çocuk annesiymiş. Bir zaman, kocası ve çocuklarıyla birlikte mutlu bir şekilde yaşamış. Evleri bazen; ağaçsız, uçsuz bucaksız düzlüklermiş. Bazen de, kulübelerini orman içinde bir derenin kıyısına kurarlarmış. Ampata; derelerde, nehirlerde bir aşağı bir yukarı kürek çeker, hasır yapmak için saz ararmış. Ya da ormanda dolaşır; çadır yapmak veya yakmak için ağaç kabukları toplarmış. Yazın açık alanlara çıkarlar; kışınsa, ağaçlık bölgelerde, güneş gören daha korunaklı yerlerde barınırlarmış. Hayatlarını, işte böylece, rahat ve mutlu bir şekilde sürdürürlermiş.
Ampata’nın kocası, zamanla kabile içindeki etkinliğini ve etkisini artırmış ve sonunda, günün birinde reis olmuş. Bu, Ampata’nın yüreğini kıvançla doldurmuş ve kocasını her zamankinden çok sevmesine neden olmuş. Ancak Ampata, zamanla farkına varmış ki; kocasının rütbesi ve önemi arttıkça, önceden beri sahip oldukları aile içi rahatı ve huzuru bulamaz olmuşlar. Kocası, artık bir halk adamı olmuş. Evleri, sürekli gelip giden ziyaretçilerle dolup taşıyormuş. Kocası ise, topluluktaki önemi arttıkça; yetineceğine, hırsı daha çok bileniyormuş. Bir süre sonra, etki alanını daha da çok genişletmek için, yakınlarda yaşayan ünlü bir kabile reisinin kızını, ikinci bir eş olarak almaya karar vermiş.
Ampata, kocasının bu arzusunu öğrenince dehşete düşmüş. Kocasının bu kararına karşı çıkmış; ama kocası onu dinlemiyormuş bile. Ampata’ya, ikinci bir kadınla evlenmenin, kabile içindeki etkisini iyiden iyiye artıracağını; bu yüzden de, yeniden evleneceğini söylemiş. Ampata, kocasıyla aynı evde kalarak, bu utanca daha fazla katlanamayacağına karar vermiş. Böylece, kocası yeni eşini eve getirmeden önce, kalbi kırık bir şekilde, iki çocuğunu da yanına alarak babasının evine gitmiş. .”
Peki, Ampata baba evine döndüğünde mutlu mu olmuş? Sevdiği adama hissettikleri, onsuz nasıl bir yaşam sürmüş?
İşte asıl hikâye bundan sonra dramla sonuçlanıyor. Güzel ve vefalı Ampata hak etmiş miydi ki yıllarını verdiği, sevdiği adamın başka bir kadını tercih etmesini? Şöyle düşünebilir miyiz, ya kadın böyle bir tercihi yapmış olsaydı, erkeğin psikolojisi nasıl olurdu?
İşte bu sorulara doğru yanıtı verecek olan yine bilim insanları olacaktır. Psikologlar, sosyologlar ve konuyla ilgili uzmanlar farklı yorumlarla bizim kafamızı daha da karıştırmaktadır. Zira hızla tüketen bir toplumun ikili ilişkilerde de tüketim kurbanı olacağı kesin gözüyle bakılmaktadır.
Sosyologlar; kişinin yeni heyecanların peşinde koşma hevesleri adına gün geçtikçe daha da artış gösterdiği ve sadakatin azaldığı görüşü ortak oluyorken,
Psikologlar; aldatmanın, bir türlü doyurulamayan duygusal bir tatminsizlik, kişinin kendine olan güvensizliğini bastırmak amacıyla yeni ilişkilere koştuğu açıklanıyordu.
Bilim insanları ise aldatmanın genetik olduğunu kanıtlayan tezleri ise, sadakat/siz/liğin erkeklerin genlerinde olan ve bu genin soylarının devamı için “çok eşlilik”’le sürdürmek istenildiği tezleri tartışmalara neden olmuştur.
Hatta bu konuda İsveçli bilim insanları “vasopressin” hormonu üzerindeki bir genin aldatmaya neden olduğunu iddia ederlerken; İngiltere’deki bir tıp kurumu tarafından yürütülmüş bir araştırmada, Prof. Tim Spector ve tedavi ekibi, 1600 tek ve çift yumurta ikizi üzerinde, kadınların sadakat ve genetik yapıları arasında direkt bir bağlantı olduğu teşhisine varmışlar. Prof ve ekibi, “genetiğin kadınların, 3,7, 21 numaralı genlerin, sadakati ve partner sayısında %40 oranında” belirleyici olduklarını tespit etmişler.
Bilim böyle derken, aslında akıl ve irade kontrolü de gerekiyor. Bir ilişki bitmeden başka bir heyecanın peşinde koşmak, bir insanın karakteri ve değer yargılarıyla bağıntılıdır. Sadık olmayı başaramayan birçok insan, çoğu kez olayları kendi algılarına göre değer biçip, savunmaktadırlar. Aslında böyle davranmakla kendilerini kandırdıklarını bir anlamış olsalar ikili ilişkilerde daha sağlıklı bir yol da yürümüş olacaklardır.
Kızılderili kadın Ampata’nın Missisippi Nehri üzerindeki yürekleri pare pare eden sözleriyse, aşkın yara almış başka bir yüzüydü.
"…Bir tek onu sevdim ve onu bütün kalbimle sevdim. Taze avları, onun için pişirdim; onun için süpürdüm, çalı süpürgemle ocaktaki külleri. Onun için giyindim, süslendim; onun için diktim ayağına giydiği geyik derisinden çarıkları. Nasıl beklerdim, bitmek bilmeyen günler boyunca onun avdan dönmesini ve nasıl da sevinçle dolardı kalbim, ayak seslerini duyunca! Gönülden bağlıydım ona. Bütün dünyamdı o benim. Ancak, o bir başkası için terk etti beni ve hayat artık taşıyamayacağım bir yük oldu şimdi. Çocuklarım bile, üzüntümü çoğaltıyorlar. Yüzlerinde onu görüyorum; bana babalarını anımsatıyorlar sürekli. Verdiği hayatı geri alsın diye yakardım Yüce Ruh’a. Çünkü istemiyorum artık onu; dualarımın kabul olunacağı akıntıya bırakıyorum şimdi kendimi. Bembeyaz köpüklerini görüyorum suyun; onlar benim kefenimdir. Çağıltısını duyuyorum şelalenin; o da cenaze şarkımdır benim. Elveda!"
Öykü sonunda bir süre kendime gelemedim. Hüzün ırmakları yüreğime akıyordu adeta. Aşkın üç değil de ister Kızılderili, ister Vikingli, isterse Avrupalı-Asyalı ve Afrikalı bir yerlinin yüreği olsun, AŞK İKİ KİŞİLİKTİR.
Emine Pişiren/Edremit-Akçay
09.08.2010
YORUMLAR
Çok güzel bir konu ve şirinde bir mini öykü.
Güzel bütünleştirmişsiniz.
Anlatım da merak uyandırıyor ve yer yer aydınlatıcı.
Resin ve slogan da etkin.
Şekil olarak çok hoş.
İçerik tartışılır.
Kanunların bile tamamen tersi ile yer değiştirebildiği bir dünyada tez ve antitezlerin çok önemi yoktur.
Yine de yazıya yıldızlı 10 veriyorum.
Tebrikler.